Haldun Solmaztürk

Haldun Solmaztürk

NATO (!) Ordusu-I: "USS Missouri’den Stavanger’e, gerçeklikle efsane arasında"

TCG Yavuz’un (SMS Goeben), Osmanlı İmparatorluğunu I. Dünya Savaşına sokan Alman savaş gemisi olarak tarihimizdeki yeri genel olarak bilinir. Ama, Türk tarihinde benzer bir önemi olan Amerikan savaş gemisi USS Missouri’nin hikayesi pek bilinmez.

Missouri 1944 yılında denize indirildi, II. Dünya Savaşında Pasifik’te savaştı, Japonya’nın teslim olma belgesi, 2 Eylül 1945 günü Tokyo Körfezi’nde demirli Missouri’de imzalandı. Bütün dünyada çok iyi tanınan bu geminin, 6 ay sonra, 5 Nisan 1946 sabahı İstanbul’da Dolmabahçe önünde demirlemesi doğal olarak ‘haber’ oldu. Missouri, görev başında vefat eden Türkiye’nin Washington büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesini Türkiye’ye götürmek üzere Başkan Truman tarafından görevlendirilmişti. Henüz NATO yoktu, 1949’da kurulacak, Türkiye de NATO’ya 1952’de üye olacaktı.. Bizim NATO maceramız o sabah başladı.

NATO, 1949’da Washington’da imzalanan Kuzey Atlantik Antlaşması’na dayalı, tarihteki en büyük, en güçlü, en uzun süreli siyasi ittifak ve askeri örgütlenmedir. Esas olarak, Sovyetler Birliğinin, II. Dünya Savaşı sonrası yayılmacılığına karşı kurulmuştur. ‘NATO’, İngilizce ‘Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ ifadesinin baş harflerinden oluşur.

NATO 12 üyeli kurulmuş, 1952’de Türkiye ve Yunanistan’ın, 1955’te (Batı) Almanya’nın, 1982’de İspanya’nın katılımıyla 16 üyeli hale gelmiş, 1999 yılına kadar öyle kalmıştır. Bugün—hepsi yakın geçmişte Komünist rejimler olan—eski Varşova Paktı üyesi ve/veya Sovyet cumhuriyeti veya eski Yugoslav federal cumhuriyetlerinden biri olan ülkelerin ve Arnavutluk’un katılımıyla 29 üyeli bir örgüte dönüşmüş, hem sınırlarını, hem de  algılanan ‘tehdidini’ Doğu’ya genişletmiştir.

NATO Karargahı önce Londra’da, 1952’den itibaren Paris’te konuşlanmıştır. Fransa, 1966 yılında NATO’nun askeri kanadından çekilince, NATO Karargahı’nın Fransa’yı terk etmesini istemiştir. (Yani, bu mümkündür.) NATO Karargahı 1967’den beri Belçika’nın başkenti Brüksel’dedir. (Fransa askeri yapıya ancak 2009’da dönmüştür.)

Türkiye’nin, bir ‘örgüt’ olarak NATO’yla ilişkisi, NATO içindeki konumu, özellikle de NATO üyeliğinin Türkiye’ye ve Türkiye’nin milli menfaatlerine katkısı—veya ‘zararı’—bir çok efsaneye, masala dayalı olarak tartışılagelmiştir. Hemen her konuda olduğu gibi, yine hemen herkesin bir fikri vardır, NATO üzerine.. Hemen hiçbir bilgisi olmasa da.. Bunun böyle olduğunu, Norveç’te Stavanger’deki ‘bilgisayar destekli, birlikte-çalışabilirlik, komuta-kontrol tatbikatı’ etrafında gelişen olaylar ve tartışmalarda bir kez daha gördük.

Çarpık NATO ‘algısını’ yansıtan NATO ‘efsanelerinin’ en yaygın olanları şunlar:

- NATO, ABD güdümünde, emperyalizmin bir aracıdır. NATO’da, ABD ne derse o olur.

- Türkiye NATO’ya, gerçek bir Sovyet tehdidi olmamasına rağmen, Batılıların (ABD ve İngiltere’nin) bir ‘kumpası’ sonucu, iradesi dışında üye olmuştur.

- Türk ordusu, Ege Ordusu gibi bir-iki komutanlık hariç, NATO’nun emrindedir.

- Türkiye’de çok sayıda NATO üssü vardır.

- ‘Natocu’ Türk subayları vardır. NATO üyeliği bu ‘Natocular’ sayesinde sürdürülmektedir.

- “Bütün darbelerin arkasında NATO vardır..”

- Türkiye’nin NATO’ya katkıları—fedakarlıkları—kazançlarından, aldıklarından çok daha fazladır. Yani ‘muhasebeleşme’ yapıldığında Türkiye zarardadır.

- Türk ordusu, aslında, bir ‘NATO ordusudur’.     

- Türkiye, toprak bütünlüğüne ve/veya güvenliğine yönelik bir tehdide maruz kalırsa, NATO üyesi ülkeler—NATO Antlaşmasının V. Maddesi gereği—fiilen Türkiye’nin yanında yer alacak, yardımına gelecek, askeri güç kullanacaklardır.   

Bunların tümü yanlıştır..! Hiçbiri doğru değildir, hiçbiri gerçeği yansıtmamaktadır.

Bu ‘efsaneleri’ dillendirenlerin—ki bunlara bazı ‘askerler’ de dahildir—geçmişlerine ve birikimlerine, uzmanlık alanlarına bakarsanız, NATO’yla ilgili konularda ne bilgileri ne de pratik deneyimleri olmadığını, NATO’nun—tabir yerindeyse—kapısından girmemiş, hatta uzağından bile geçmemiş olduklarını görürsünüz.

Bu ‘efsanelerin’ gerçeklik zeminine bakıldığında görülecek manzara çok farklıdır..

NATO’da kararlar HER ZAMAN ve mutlak OY BİRLİĞİ ile alınır. Siyaset felsefesine aşina olanlar ‘Hayırın Gücü’ teorisini bileceklerdir. (‘Evetin Zafiyeti’ başka bir hikayedir.) NATO, Türk siyasi ve askeri makamlarının ÖNCEDEN onay vermediği hiçbir askeri veya siyasi eylemde bulunamaz, karar dahi alamaz.

NATO, ABD değildir.. NATO’da her üye eşittir. ABD’nin ‘eşitler arasında en eşit’ olduğu bir vakıadır. Ama bu, tüm üyelerin siyasi eşitliği ve oybirliği gerçeğini değiştirmez. Akılda tutulduğu ve gereği yapıldığı—yapılabildiği—yapabilecek kadrolar, yuvarlak masalarda, Türk bayrağının arkasında oturtuldukları sürece..! Bu, siyasi akıl, irade ve beceri gerektirir.

Benzer şekilde; NATO’da, ABD ne derse o olmaz..! Becerebilirseniz..

Brüksel’deki NATO karargahında, kıdemli ve deneyimli bir büyükelçimiz, korgeneral rütbesinde bir ‘milli’ askeri temsilcimiz, 7 gün 24 saat, karargahlarıyla birlikte görev başındadırlar. Aynı şekilde Mons (Belçika)’taki komutanlıkta (SHAPE) tümgeneral rütbesinde bir ‘Milli’ askeri temsilcimiz daimi görevlidir. NATO’nun iki stratejik komutanlığından biri olan bu Müttefik Harekat Komutanlığı’nda ‘Askeri İşbirliğinden’ sorumlu Kurmay Başkan Yardımcısı Türk tümgeneraldir.  

NATO’nun ana ast komutanlıklarından İzmir’deki Müttefik Kara Komutanlığı Kurmay Başkanı Türk tümgeneraldir. Northwood (İngiltere)’deki NATO Müttefik Deniz Komutanlığı’nın ‘Destekten Sorumlu’ Kurmay Başkan Yardımcısı Türk tuğamiraldir. Reimstein (Almanya)’daki NATO Müttefik Hava Komutanlığı’nın ‘Planlamadan Sorumlu’ Kurmay Başkan Yardımcısı Türk hava tuğgeneraldir.

Üye sayısı 29’a çıkan ama ana karargah sayısı yediye indirilen NATO komuta yapısı içinde, bu sayıda ve seviyede görevler Türkiye’nin NATO içinde diğer bir çok ülkenin önünde, etkin bir konumda—ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ile denk koşullarda—olduğunun açık göstergesidir. Ayrıca, Brüksel’deki ana karargahtan, Norfolk (ABD)’taki Dönüşüm Komutanlığı’na, Norveç’te Stavanger’deki Müşterek Harekat Merkezi’ne kadar tüm karargahlarda, yüzlerce üst subay, subay ve astsubayımız, çok sayıda ‘Türk’ sivil—ki bir çoğu kilit ve daimi görevlerdedir—bulunmaktadır. 1952’den beri, milli savunma bakanları, dışişleri bakanları, genelkurmay başkanları, başbakanlar—ve 2015’ten beri de, ülkenin yönetimine Anayasaya aykırı olarak fiilen el koymuş bulunan Cumhurbaşkanı—NATO’nun tüm toplantılarına katılmakta, tüm kararlarına onay vermektedirler. Buna rağmen NATO’da, ulusal çıkarlarımıza aykırı olarak, hala ‘ABD ne derse o oluyorsa’ bunun sebeplerini herhalde ‘milli’ sahada aramak gerekir.

Oraya baktığımızda da, ‘en eşit’ olanın başkanı aradığında koşup ma’aile fotoğraf çektiren, sonra da heyecanla—ve gururla—sosyal medyada paylaşanları görüyoruz.

Türkiye NATO’ya, gerçek, açık ve yakın bir Sovyet tehdidi karşısında, ‘milli’ güvenlik kaygıları sonucu, kendi iradesiyle ve ısrarla üye olmak istemiştir. Yarım asırdır—onur kırıcı reddedilmeye rağmen—Avrupa Birliğine üye olma ısrarını sürdürmesi gibi.. Türkiye’nin üç yılda NATO’ya ‘kabulü’, Türkiye’nin kontrolu dışındaki konjonktürel nedenlerle olmuştur.

Daha II. Dünya Savaşı sürerken, Doğu ve Orta Avrupa’da işgal ettiği ülkeleri, kurdurduğu komünist rejimlerle kontrolu altına alan Sovyetler Birliği, 1945 Mart’ında, 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı’ndan tek taraflı olarak çekildi. Sovyetler, Paktın yenilenebilmesi için Türk Boğazlarının ‘ortak savunulması’, Kars, Ardahan ve Artvin’in ‘geri verilmesi’, 1936 tarihli Montreux Boğazlar Sözleşmesinin bu çerçevede değiştirilmesini koşul olarak ileri sürdüler. Türkiye—İnönü hükümeti—bu talepleri reddetti, ama durum ciddiydi.

Yunanistan’da, komünistlerle ‘kralcılar’ arasında iç savaş başlamıştı. (Yunan iç savaşı 1949 yılına kadar devam edecekti.) Yani Romanya, Bulgaristan, Yugoslavya ve Arnavutluk’taki ‘komünist’ rejimlerden sonra ‘sıra’ Yunanistan ve Türkiye’ye gelmiş gibiydi. Missouri’nin İstanbul’a gelişi, Sovyetlere karşı Türkiye’nin yanında açık bir duruştu. (Missouri, dönüş yolunda Yunanistan’ın Pire limanını da ziyaret etti.) Başkan Truman, 1947 yılında da, Yunanistan ve Türkiye’ye 400 milyon dolar yardım yapma kararı aldı. (Türkiye’ye sadece 100 milyon doları verilecekti.) Sovyetler 1948 yılı başında Berlin ablukasını başlattılar, Çekoslovakya’da da darbeyle komünist bir hükümeti iş başına getirdiler.

NATO’nun kuruluş çalışmaları, 1948’de böyle bir ortamda başlatıldı.. Türkiye kurucu üyeler arasında olmak istedi. Ama ne Amerikan kamuoyu, ne de Avrupa’daki ‘küçük’ devletler, ‘Türkiye için’ Sovyetlerle yeni bir savaş istemiyorlardı. Kore Türk tugaylarının (1950-1953 arasında 3 farklı tugay fiilen muharebelere katılmışlardır) olağanüstü kahramanlığı ve muharebe gücü—bazı NATO üyelerinin devam eden muhalefetine rağmen—bu itirazların aşılmasını sağlamıştır. (Kore’de, Çin ve K. Kore’nin zayiatı—‘ölen’ veya ‘kayıp’ asker olarak—1 milyon, G. Kore’nin 217.000, ABD’nin 36.568, diğer ‘Birleşmiş Milletler Kuvvetleri’ zayiatı 3.063’dür. BM Kuvvetleri içinde, Türk Tugayı’nın şehit ve kaybı 721’dir.)

Türkiye böylece 1952’de—Yunanistan’la birlikte—üye olarak kabul edilmiştir. (26-29 Kasım Kore Türk Tugayının 1950’deki ilk ve çok kanlı Kunuri muharebelerinin yıl dönümüdür.)

Türkiye’de ‘NATO üssü’ yoktur. İzmir Şirinyer’deki karargah, Malatya Kürecik’teki radar tesisi, Konya 3ncü Ana Jet Üssü’nde NATO AWACS uçaklarının ‘ileri üs’ statüsünde misafir edilmeleri, Türk Silahlı Kuvvetlerinin siyasi ve askeri gözetiminde, kontrolundadır. Hepsi..!

Türk ordusunun hiçbir birliği veya karargahı NATO’nun emrinde değildir. Sadece NATO harekat ‘planlamalarında’, hangi Türk karargah ve birliklerinin—ve üs, liman, yol, muhabere tesisi gibi alt yapının—kullanılabileceği ‘deklere’ edilir. Bu planların çerçevesi, hedefi, sınırı her aşamada Türkiye’nin onayına tabidir. (Türk birliklerinin yer almadığı NATO planları bile Türk siyasi ve askeri makamlarının onayına tabidirler.) Bu planların uygulama emirleri, Türk birliklerinin NATO komutanlıkları emrine verilmesi—geri alınması—alarm ve harekata hazırlık seviyelerinin yükseltilmesi, angajman kuralları, bu planlar çerçevesinde Türkiye’de konuşlanacak yabancı (NATO) unsurlar, tümüyle Türkiye’nin ‘ön onayına’ tabidir. ‘Milli yetki’ HİÇ BİR ZAMAN devredilmez. Türk birliklerine emir-komuta edecek her bir NATO komutanlığında mutlaka ‘Türk’ subayları, general-amiraller vardır. NATO’nun tek yetkisi, planlamaya alınan TSK unsurlarının ve NATO-destekli tesislerin ‘harekata hazırlık denetlemesidir’.

‘Natocular’ absürdizmine gelince..

Küçük çaplı ateşli silahların bir kısmında, namlu ağzında ‘alev gizleyen’ olarak anılan bir parça olur—alev örten huni de denir.. Dili dönmeyen, eğitim seviyesi düşük, cahil erler buna ‘alefortanfoni’ derlerdi. ‘Erlerde’ hoş görülür, gülünür geçilirdi.. Türk subayları içinde ‘Natocular’, yani Türkiye’nin NATO üyeliğini ‘milli’ menfaatlerimizi gözardı ederek savunanlar olduğu önermesi ‘saçma’ bile değil, olsa olsa alefortanfonidir. Bunu önerenlerin, dilleri dönmediği gibi akılları da ermiyor.. O kadar..!

Devam edecek..

28 Kasım 2017

Önceki ve Sonraki Yazılar
Haldun Solmaztürk Arşivi