Haldun Solmaztürk

Haldun Solmaztürk

Sonunda bunu da yaptı: “Tek sebep, biz Müslümanız, onlar da Hristiyan..!”

 

Yüz yıl kadar önce, I. Dünya Savaşı sırasında, İngilizler ve Fransızlar, 1915 Nisan’ında Gelibolu’ya asker çıkardılar. Amaçları, müttefik donanmayla Çanakkale Boğazı’ndan geçerek İstanbul’a ulaşmak ve Osmanlı İmparatorluğu’nu teslim olmaya zorlamaktı.. 

Arıburnu’na çıkanlar Avustralya ve Yeni Zelanda Kolordusu, Anzaklardı..
Her iki ada ülkesi de o zamanlar hala İngiliz İmparatorluğu’nun dominyonları.. Anzaklar da sadece imparatorluğun deniz aşırı topraklarından toplanan askerler.. Seddülbahir’e çıkartılan İrlandalılar, Fransız ordusundaki Senegalli Müslümanlar gibi..

Anzaklar, Mustafa Kemal’in sevk ve idare ettiği Türk birliklerine karşı aylarca savaştıktan sonra—diğer İngiliz ve Fransız birlikleri gibi—ağır zayiat vererek yarımadayı tahliye etmek zorunda kalıyorlar. Ama, Çanakkale (Gallipoli) her iki halka da ‘millet’ olma yolunu açıyor. 

Bu yüzden, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın ‘milli’ tarihleri esas olarak Gelibolu’da başlar. Yönetsel otonomiye 1932’de, bağımsızlığa ancak 1986’da ulaştılar. İngiltere Kraliçesini hala şeklen ‘devlet başkanı’ olarak tanırlar. Gelibolu’da savaşan atalarının, Gallipoli hikayesinin, milli kimliklerinde çok özel bir yeri vardır. Atatürk’ün 1934 yılında Anzak annelerine hitabını da kutsal bir metin gibi görür ve hem Atatürk’e hem de Türklere samimi bir saygı duyarlar: 

“Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadırlar. Huzur içindedirler ve huzur içinde, rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” 

Her yıl binlerce ‘Anzak’, 16 bin kilometre uzaktan Gelibolu’ya gelir, 24/25 Nisan gecesini Anzak sahilinde sessizce geçirir, sabah gün ağarırken atalarını anar ve sonra dönüp giderler.

Ama, bütün dünyada olduğu gibi Avustralya ve—çok daha az olsa da—Yeni Zelanda’da da aşırı sağ, ırkçılık, yabancı düşmanlığı yükseliştedir. Düşmanlık, bazen İslam-karşıtlığı, bazen göçmen-karşıtlığı, bazen de ‘Gelibolu’ bağlantılı olarak Türk-karşıtlığı halini alır. Örneğin, Yeni Zelanda doğumlu Avustralyalı oyuncu ve film yapımcısı Russel Crowe’un, Türkiye’de ‘Son Umut’ adıyla gösterilen, Gelibolu muharebelerini Türklerin gözünden anlatan 2015 filmi The Water Diviner, Batı’da olduğu gibi Avustralya’da da eleştiri, hatta saldırılara uğramıştı. 
Geçtiğimiz günlerde Avustralyalı bir beyaz-ırkçı teröristin, Yeni Zelanda’daki iki camide ibadet etmekte olan insanların üzerine ateş açması, yüzü aşkın kişiyi öldürmesi ve yaralaması, bu eylemi sosyal medyada canlı yayınlaması, ‘manifestosu’, bütün dünyada, ama özellikle de bu iki ülkede dehşete, derin üzüntü ve büyük kaygıya sebep oldu. 

Terörist eylemlerin temel amacı, ideolojilerinin ‘silahlı propagandasını’ yapmaktır.

Tabanlarına cesaret vermek ve genişletmek, hedef kitleleri tahrik ederek aşırı tepki vermeye zorlamak, kin ve nefret duygularını körüklemek, böylece gruplar arası çatışma başlatmak isterler. Şoke edici terörist eylemle dikkat çektikten sonra, medya yoluyla ‘mesajlarını’ en yaygın, güçlü ve kalıcı şekilde duyurmaya çalışırlar. Christchurch’de de böyle oluyor.

Bütün dünyada, teröristin temel amacı olan propagandayı engellemek için, hemen başlayan bilinçli, kararlı bir çaba var. Devletlerde, medyada, toplumlarda, her yerde..!

Öncelikle, teröristin canlı yayında paylaştığı katliam kaydının sosyal medyadan silinmesi sağlanıyor. Sosyal medya platformları canlı yayını engelleyemedikleri için özür diliyorlar. Milyonlarca hesap engelleniyor, videolar siliniyor. Yeni Zelanda  başbakanı—terörün amacına hizmet edeceği için—saldırganın adını bile ağzına almayacağını söylüyor ve de almıyor. Mahkeme, teröristin yüzünün gösterilmesini, ‘manifestosunun’ yayınlanmasını yasaklıyor. 

Bu arada, katliamdan Müslüman göçmenleri ve İslam dinini—ve İslam peygamberini—sorumlu tutan Avustralyalı ırkçı bir senatör büyük infial yaratıyor. Bu senatörün parlamentodan uzaklaştırılması için, yirmi dört saat içinde ‘1 milyon imza’ toplanıyor. 

Bütün bu çabaların, dünyada tek bir istisnası var: Türkiye—ve AKP genel başkanı..

Seçim kampanyasında.. Miting meydanlarında, kürsülerde, salonlarda halka hitap ediyor.. “Bayrağa tahammülü olmayanlarla, ezana tahammülü olmayanların ittifakı” diyor.. “Onlar doğrudan istiklalimize ve istikbalimize saldırıyorlar. Bunların tek ittifakı ezan, bayrak düşmanlığıdır” diyor. ‘Bunlar’ dediği, açıkça siyasi muhalefet..! Tam anlaşılsın diye “Zillet ittifakını 31 Mart’ta çıldırtacağız” diye ekliyor. 

VE, bütün dünyada gözlerden gizlenmeye çalışılan, teröristin çektiği katliam görüntülerini ve teröristin ‘manifestosunu’, “Şurayı izleyelim, bunlar önemli” diyerek, dakikalarca, aynı sahneleri arkası arkasına, dev ekranlardan halka izletiyor. İnanması güç, ama gerçek..

“Tarihimizle, medeniyetimizle, kültürümüzle, inancımızla, saldırdıkları tüm değerlerin temsilcisi olarak gördükleri için—burada parmağıyla göğsüne dokunup kendini gösteriyor—bizi [beni] hedef alıyorlar” diyor. 

İşte bunun için (!) 31 Mart seçimleri ‘beka’ seçimiymiş.. 

Aslında Yeni Zelanda’daki psikopat, Hristiyan olan Almanya Başbakanı Merkel’i, Müslüman olan Londra Belediye Başkanı Sadık Han’ı da hedef gösteriyor.. Ama onların adlarının aktarılmasının seçime bir katkısı yok.. İnsanların aklını karıştırabilir (!), kendilerine anlatılanı sorgulamalarına sebep olabilir. İşine gelen kısmını alıyor, kalanını bırakıyor..

Bir teröristin hastalıklı eylemi üzerinden ‘beka’ iddiasını ispatlamaya çalışıyor, oradan 31 Mart yerel seçimlerine geliyor.. Çanakkale’de savaşanlar, İzmir’i işgal edenler, ‘hepsi’ 31 Mart seçimlerinin sonucunu bekliyorlarmış.. Dün [1915’de Anzakları durduran] 57nci Alay’ın şehadete hazır olması gibi bugün de Cumhur ittifakı [şehadete] hazırmış. 

Savaşa gidiyoruz ya..!

Elbette, kambersiz düğün, ‘Bay Kemalsiz’ miting olmaz.. 
CHP genel başkanı, uzunca bir konuşmayla katliamı kınıyor, “Sadece Müslümanların lanetlemesi yetmez, insan sevgisi olan herkesin böyle bir olayı lanetlemesi lazım.. Batılı dostlarımıza seslenmek istiyorum. Müslümanlık üzerinden siyaset yapmanın ne kadar tehlikeli sonuçlar doğuracağını Yeni Zelanda örneği gösteriyor. Kin ve nefret tohumları ekerek, insanları birbirine düşman ederek siyaset yaparsanız bunun herkese zararı olur” diyor. 
Sonra da ilave ediyor: “Bütün dünya oturup düşünmeli.. Tabii dönüp İslam coğrafyasına da bakmamız gerekiyor. İslam dünyasında yaşanan dram, İslam dünyasından kaynaklanan terör bütün dünyada farklı yorumlara yol açıyor”. El Kaide, IŞİD örneklerini veriyor, “Neden İslam dünyasında kan akıyor? Bu tuzağa artık İslam dünyası düşmemeli, uyanmalı” diyor. 
Aklı başında, biraz da vicdanı olan herhangi bir insan, ‘Hayır, böyle değil’ diyebilir mi?
Ama AKP genel başkanı, “Şimdi farklı bir ispat [?] yapacağım burada” deyip, konuşmanın sadece ‘İslam dünyasından kaynaklanan terör..’ kısmını zımbızla alıp, psikopat teröristin çekimleriyle birlikte tekrar tekrar gösteriyor.. “Terörün kaynağının İslam dünyası olduğunu söyleyecek kadar kendini kaybetmiş, izanını kaybetmiş birisi..! Bu adama oy vermenin dahi [aslında, ‘ona’ oy verilmeyecek] ne kadar büyük vebal olduğunu artık anlayın” diyor. 

Çok iyi anlıyoruz.. Kendini ve izanını kaybetmiş—CHP genel başkanı.. 
Aynı gün bir daha, ertesi gün tekrar, aynı sahneleri gösteriyor.. Aynı replikleri tekrarlıyor.. 
“Bu görüntüleri torunlarınıza izletir miydiniz?” diye soranlar var.. Cevabı belli değil mi? Dininin, kininin davacısı bir gençlik başka türlü nasıl yetişecek..? Bu ‘kin’ canlı tutulmazsa, “Halka değil, Hakka inanan, meclisinin duvarında ‘Hakimiyet Hakkındır’ düsturuna hasret çeken, halis hürriyeti (özgürlüğü) Hakka kölelikte bilen” gençlik, surda (!) nasıl delik açacak..? İşte böyle..! 
O bunları anlatırken, Yeni Zelanda halkı ve hükümeti, başta başbakanları olmak üzere ırkçı terörizme karşı, Müslümanların yanında seferber oluyorlar. Bir hafta içinde, otomatik ve yarı otomatik silahların siviller tarafından satın alınmasını ve bulundurulmasını yasaklayan kanunu parlamentodan geçiriyorlar. Cuma ezanı ve katliamın yapıldığı camilerdeki namazlar bütün ülkede devlet televizyonundan canlı yayınlanıyor. Başbakan başını örtüp namaza katılıyor. Müslümanlarla dayanışmayı simgelemek için bir çok Yeni Zelandalı kadın da başını örtüyor. 
İngiltere’de bile, Müslüman olmayan insanlar, ellerine ‘Siz güvenle ibadetinizi yaparken ben burada nöbet tutacağım’ yazılı pankartlarla camilerin önünde nöbet tutuyorlar.

VE 18 Mart’ta, Çanakkale Deniz Zaferi töreninde sahneye çıkıyor.. Kendisini de aşıyor..
Önce teröristin ‘manifestosunu’ özetliyor—tekrar.. Sonra, “..kininizin, nefretinizin canlı olduğunu anladık. Bu bireysel bir olay değildir, örgütlüdür” diye hüküm veriyor. Anzaklara, “Dedeleriniz geldiler, kimi ayaklarının üstünde, kimi tabutla geri döndüler. (Aslında o dönemlerde herkes öldüğü yerde kaldı. Yani, istisnai bir örnek dışında, ‘tabutla’ dönen yok.) Aynı niyetle gelecekseniz, sizleri de dedeleriniz gibi uğurlayacağımızdan [tabutların içinde geri göndereceğimizden] hiç şüpheniz olmasın. [D]üşmanca gelirseniz, hepinizi ayak bastığınız yere gömece[ğiz]” diyor. 

Avustralya ve Yeni Zelandalılar için, daha ağır, daha rencide edici bir konuşma olamaz. 
Avustralya Başbakanı, Yeni Zelanda Başbakanı’yla konuştuktan sonra, hemen Türkiye’nin Canberra büyükelçisini davet ediyor. Sonra da bir basın toplantısı düzenleyip, “Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinin Avustralyalılar için son derece saldırgan ve rencide edici olduğunu, böylesine hassas bir ortamda bu sözlerin sarfedilmesinin çok düşüncesizce ve gerçekten üzücü”, büyükelçinin öne sürdüğü mazeretlerin ‘kabul edilemez’ olduğunu söylüyor. Bu sözlere açıklık getirilmesini ve geri alınmasını talep ediyor.
Cumhurbaşkanlığı sözcüsüne göre, sözler bağlamından koparılmış, AKP genel başkanı Çanakkale’de ‘teröristin manifestosuna’ cevap veriyormuş..! Sorunun, zaten teröristi ‘muhatap alması’, terör eylemi üzerinden milletleri ve milli değerlerini toptan aşağılaması olduğunun hala farkında değil.. Şecaat arz ediyor..

Yeni Zelanda Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı, bütün bunların ‘adil olmadığını’, katliam görüntülerinin gösterilmesinin, katliamın bu şekilde ‘politize’ edilmesinin ülke dışında yaşayan Yeni Zelanda vatandaşlarının hayatını tehlikeye attığını söylüyor ve yüz yüze görüşmeler için kalkıp Türkiye’ye geliyor. 

Bütün dünya bu olanları ve katliamın ısrarla ve inatla politize edilmesini şaşkınlıkla izler ve kınarken, sonunda bunu da yapıyor ve “Buraya niye geldiniz, ne işiniz vardı sizin burada..? Tek sebep, biz Müslümanız, onlar da Hristiyan..” diyor. 
Bu doğru değil, tek sebep hiç değil..!!

AKP genel başkanı, şayet I. Dünya Savaşı’nda müttefikimiz olan—Çanakkale’de yanyana savaştığımız—Almanların, diğer müttefiklerimiz Avusturyalıların, Macarların, Bulgarların Hristiyan olduklarını, Hristiyan İngilizlerle birlikte bize karşı savaşan Arapların da Müslüman olduklarını bilmiyorsa öğrensin. Bilmemek ayıp değildir..
Biliyor, ama halka bile bile doğru olmayan şeyler söylüyorsa, yaşına ve makamına yakışmaz.. 
Yok, bunları sadece oy devşirme uğruna yapıyorsa, çok yanıldığını birkaç gün sonra görecek..
Sorumsuzluğun da bir sorumluluğu olmalı. Elbette, olacaktır..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Haldun Solmaztürk Arşivi