Saraydan Kız Kaçırma ya da Festivalden Seyirci Kaçırma

14. Uluslararası İstanbul Opera Festivali 10 Haziran Cumartesi akşamı Gala Konser açılışıyla başladı. Bu sene Atatürk Kültür Merkezi (AKM)’nde gerçekleşen ve 22 Haziran’a kadar devam edecek festivalde İstanbul, Ankara ve İzmir Devlet Opera ve Balesi’nden sanatçıları dinleme ve seyretme şansına sahip olacağız.

Festival 2010 yılında İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olması ile başlıyor ve ilk sloganı çok hoş; ‘Opera Şehre İndi’. Sonraki yıllarda da ‘Herkese Opera’, ‘7’den 70’e Opera’ gibi daha fazla sayıda seyirciyi opera sanatıyla birleştirme arzusundaki başlıklarla organize ediliyor. Opera sanatı diğer sahne sanatlarına oranla sınırlı bir seyirciye hitap ediyor. Kelime olarak operanın anlamı ‘‘sözlerinin bütünü veya çoğu şarkı olarak söylenen müzikli tiyatro eseri.’’ Yapısal olarak opera çok sesli müziği, orkestrayı, teatralliği, dansı, koroyu içinde barındıran bütüncül bir sanat, yüksek sanat. Bu nedenle ancak özel donanımlı sahnelerde seyirciyle buluşabiliyor. Çok sayıda tarihi ve modern opera binasının Avrupa kentlerinde ya da Rusya’da olmasının en önemli sebebi bestecilerinin de oralardan çıkmış olması. Opera sanatın doğum yeri İtalya kabul ediyor. Bu kültürel gelişimin doğal parçası olarak da opera seyircisinin sayısı elbette bizim ülkemizle kıyaslanmayacak oranda yüksek.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara ve İstanbul için planlanmış opera binalarından da önce ilk opera binasının Rumlar tarafından Trabzon’da 1912 yılında inşa edildiğini ve ‘yol genişletmesi için’ 1958’de yıkıldığını biliyor muydunuz? Kentlere yeni sahneler kazandırmak yerine var olanı yıkmayı, yerine ‘en büyüğünü’ yapmayı seven anlayış nedeniyle AKM 2008 de kapatıldı. 13 yıl boyunca dünya şehri İstanbul’un seyircisi sinema salonundan operaya kazandırılan Süreyya Opera binasına mecbur bırakıldı. 2018 yılında yıkımı yapılan AKM’nin açılışı 2021 yılının 29 Ekim’inde çok sayıda eksikle yapıldı. Ve nihayet AKM yeni, görkemli haliyle seyircisiyle gerçek opera buluşmalarını bu festivalle yapabildi. Gerçek opera salonunda seyircisiyle buluşabilen ilk festival özelliği taşıyan 14. Opera Festivali daha önceki yıllarda, büyük ölçüde mecburiyetten, alışıla gelmiş sanat binaları dışında Yıldız Sarayı, Topkapı Sarayı, Rumeli Hisarı, Haliç Kongre Merkezi Bahçesi gibi iç ve dış mekanlarda yapıldı.

Opera sanatının bileşenleri sebebiyle ortaya çıkan yüksek prodüksiyon maliyetleri ve sahneleme zorlukları nedeniyle devlet desteği olmadan uygun bilet fiyatlarıyla seyircisiyle buluşması neredeyse imkânsız. Bu sebeplerle tiyatro gibi bağımsızlığını ilan etme şansı pek yok. Opera sanatına politikalar üstü bir yerden bakmak gerekiyor. Opera eserlerinin libretto adını alan metinlerini düşündüğümüzde tiyatro oyunlarında gördüğümüz toplumsal eleştiriyi bulamayız; daha masalsı, aşk, kahramanlık, tarih, efsane, mitoloji temalarının ağırlıkta olduğu, çoğu zaman trajik sonları barındıran eserlerdir. Opera esas olarak bestecileriyle anılır çünkü asıl meselesi notalardadır. Seyircisini hazza işitme duyusuyla götürür. Ve tabi ki eserine göre görkemli bir sahneleme ile seyircisini büyülü dünyasına kolayca alır.

Festival programından söz etmek niyetiyle başlamıştım yazıma tekrar oraya döneyim. Opera aryalarından seçkilerle bir Gala Konseri programda mutlaka olur. Bu sene de gelenek değişmedi festival açılışında aryalardan napolitenlere, türkülerden şarkılara ünlü bestecilerin eserlerinden seçkin örnekler AKM büyük salonunda Orkestra Şefi Murat Kodallı yönetimindeki İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası (IDOB) ve solistleri ile gerçekleşti.

Programın gelenekselleşmiş ikinci eseri ise Wolfgang Amadeus Mozart'ın ‘Saraydan Kız Kaçırma’ operasıydı. Türk-Osmanlı kültür ve sanatından etkilenilerek, 16. yüzyılda Batı Avrupa’da ortaya çıkan Turquerie akımının örneklerinden biri olan, Mozart’ın Mehter Marşı ritimlerinden esinlenerek bestelediği bu eser 14. yılında da festival kapsamındaydı. Programda iki gün yer verilen eser maalesef orkestra çukuru olmayan, ışıklar kapansa bile salonun aydınlık kaldığı, akustiğin ciddi problemler barındırdığı AKM Tiyatro Salonu’nda seyircisiyle buluştu. Sanırım böyle özel önem atfedilen bu eserin tiyatro sahnesinde sergilenmesi tamamen duygusal sebeplerle açıklanabilir. Çünkü AKM büyük opera salonu aynı tarihlerde başka gösterilere kiralanmıştı. Sorunumuz sadece bu olsa keşke ama reji anlamında çok sorunlu bir işle karşılaşmak bana yazımın başlığını yazdırttı. Eserde kullanılan ışıklar aç/kapa tekniğiyle, renkli spotlardan ibaret bir aydınlatmaydı. Oysa sahne sanatlarında ‘ışık tasarımı’ atmosfer oluşturmanın da ötesine geçen ciddi sahne unsurlarından birisidir. Bütçesi az olan tiyatroların bile kullanmaktan kaçındıkları bu yol eserin boyutunu düşündüğümüzde kaçırılmış bir fırsat olarak hafızalarda kaldı. Orkestra kendine ancak dekorun gerisinde yer bulabildiği için birçok enstrümanın sesini duymak ancak eseri tanıyan seyircinin becerisine bırakılmıştı. Uvertürde sahnede gördüğümüz ve ilk etki olarak seyirciyi içine alacak anlar ise bayağı bir koreografi ve kötü çalışılmış dansçılarla maalesef olumsuzluklar listesine eklendi. Halı konusu ise detayda kaybolmayacak kadar beceriksiz bir tercih olmuştu. Solistler ve orkestra tarafı eserin en günahsız kısımlarıydı sanırım, öyle ki detone olunan anları seyirci olarak duymazdan geldik. Yan koltuk komşumun ‘buna da şükür’ demesi, bizlerin opera sanatına bu kadar hasret bırakılmamızın ironisi gibiydi.

Siz bu yazıyı okurken halihazırda sergilenmiş diğer opera ise La Traviata. Yazar Alexandre Dumas’ın Kamelyalı Kadın romanından yola çıkarak librettosunu Francesco Maria Piave yazdığı eserin bestecisi ise çok sayıda opera eserinin de yaratıcısı olan Giuseppe Verdi. Eser festivale ilk kez katılan İzmir Devlet Opera ve Balesi sanatçıları tarafından sahnelendi. Ünlü rejisör Carlos Vilán’ın sahneye koyduğu La Traviata bana biraz soluk aldırdı. Nihayet büyük opera salonunda, görkemli kostümler ve dekor ile karşımıza çıkan eserle az biraz mutlu hissetmişken ışık teknik ekibi biz de varız dediler ve takip ışığını bir türlü solistler üzerinde odaklayamayarak oyun boyunca tüm dikkatimizi dağıttılar. Ve gene bazı sahnelerde yanlış renk tercihleriyle etkiyi azalttılar. Sahnesinin bazı noktaları akustik için tam bir kara delik gibiydi. Sanatçılar o noktalara geldiğinde seslerini duymak neredeyse olanaksızdı. Konuk ekibe İDOB orkestrası eşlik etti. Nihayetinde dırdırcı bir seyirci olamamak için buna da şükür dedim.

Bu pazar yazıyı okuduğunuzda eğer bilet bulabilirseniz festivalde seyredebileceğiniz iki eser daha var. Biri İtalyan besteci Umberto Giordano'nun eseri Andrea Chenier operası. Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından sahnelenen eserin rejisörlüğünü ve dramaturjisini Recep Ayyılmaz üstlenmiş. İlk kez seyredeceğim bu eseri merakla bekliyorum.

Ve mini festivalin kapanış AKM Büyük Opera Salonunda Ankara ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürlüklerinin ortak sahneleyecekleri ve Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün en büyük prodüksiyonlarından biri olan İtalyan besteci Giuseppe Verdi’nin Aida operası ile olacak. AKM’nin ‘erken’ açılış eseri de olan Aida’yı bir kez daha seyretmekten şikayetçi olamayacağım sanırım. Bilet bulursanız bu görkemli yapımı seyredin derim.

Her şey bir yana bir de operaya gelme kararlılığını gösteren seyircilerden bazılarının o şahane saatleri telefonlarıyla kayda alarak, yerli yersiz her şeyi alkışlayarak, konuşarak, kafasına estiğinde eserin orta yerinde salondan çıkarak ve daha bir sürü saçmalıkla biz diğerlerine eziyet etmesinin sonu gelmeyecek korkarım. Giderek fenalaşan seyirci adabsızlığından belki başka zaman bahsetmek daha doğru olacaktır.

Dilerim yeni sezonda AKM’de birbirinden kaliteli opera ve bale eserleriyle buluşma şansımız olur. Ve İstanbul’a yakışır, gerçekten uluslararası olacak opera festivalinin 15.sinde 4 eserle, değil yurtdışından da katılımlarla çok sayıda eserle operaya doyarız ve artık ‘çok şükür’ deriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytun Aktan Arşivi