Reisçilerin kriz toleransı nereye kadar?

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son birkaç ayda kendi başına alıp uygulattırdığı tuhaf kararlar bir ekonomik kriz şokuna yol açtı; Türk Lirası görülmemiş ölçüde değersizleşti, enflasyon da patladı.

Erdoğan’ın ideolojik saplantısının ürünü olan “Faiz sebep, enflasyon netice” şeklindeki sloganı, uygulamada tersinden doğrulandı: Enflasyon oranının çok altına düşürülen faiz, çok yüksek enflasyon üretti; hayat pahalılığı kısa sürede muazzam boyutlara tırmandı.

Uzmanlar ekonominin 2022’de durma riskiyle karşı karşıya olduğunu söylüyorlar; resesyon ise mukadder görünüyor.

Artık en fanatik Reisçi bile ekonominin bu haline bakıp “Kriz yoktur” diyemez.

Kriz büyük ama bu krizin siyasi sonuç doğurucu etkisi şimdilik o kadar da büyük değil.

Çünkü Reisçi tabanın ağrı eşiği diğer kesimlere nazaran yüksek.

Türk ekonomisindeki aşağıya burgu hareketi son bir iki aydır alabildiğine güçlenmiş olsa da Erdoğan partisinin uzun zamandır yerleşik bir trend haline gelmiş olan oy kaybında benzer bir tempo artışı ölçülemiyor.

Ülkenin acı veren gerçekliği ile Reisçilerin algısı arasında ağrı kesici bir duygu tamponu inşa edilmiş sanki. Reel politika açısından bu bir başarı olarak görülebilirse, puanı Erdoğan’ın hanesine yazmak gerekiyor.

Ülkedeki krize dair bir süredir Reisçi bireylerle AKP’nin kalelerinde yapılan sokak röportajlarını, özellikle de Medyascope’unkileri izleyerek bu sonuca vardım.

Türkiye’nin değişik şehirlerinde kendilerine mikrofon uzatılan Reisçilerin söylediklerini beş ana başlık altında özetlemek mümkün.

Birincisi: Kriz vardır ama bu kriz Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen dış güçler ve onların içerideki uzantılarının oynadıkları bir oyundur.

İkincisi: Bir tek bizde değil ki bütün dünya krizde. Kriz her yerde var. “Dolar dünyanın her yerinde 15 TL”.

Üçüncüsü: Benim dolarla işim yok. Dolar isterse 20 lira olsun.

Dördüncüsü: Reis bu krizi çözer. Gerekirse soğan ekmek yeriz.

Beşincisi: Kılıçdaroğlu gelse ne yapabilir ki? Nasıl çözecek? Çözemez.

Bu beş kümede yer alan söylemler bazıları tarafından ilk bakışta cahilane bulunabilir. Bana göre ise Reisçileri bu şekilde yargılamak insafsızlıktır.

Dikkatle incelendiğinde Reisçilerin yukarıda sıraladığım görüşlerinin nesnellikten tamamen uzak, fevkalade duygusal argümanlar olduğu görülecektir.

Reisçi taban, kendisine iktidar medyası tarafından servis edilen akıl dışı argümanları benimsiyor; duygusal olarak bunları kabule hazır, doğru olup olmadıklarını sorgulamıyor. Bu argümanlar, tabanının “Reis”i sevmeye ve ona oy vermeye devam etmesi için gerekli.

Bu taban Recep Tayyip Erdoğan’ın duygusal hegemonyası altında. Erdoğan ve partisi Türkiye’de kültürel ve ideolojik hegemonya kuramadı, bu iktidar sanatlarda hiçbir varlık gösteremedi. Dolayısıyla kaybettiler. Türkiye’nin şartlarına uyarlanmış bu özgün İslam devrimi denemesi tarihsel bir başarısızlığa uğradı.

Lakin paradigması çoktan iflas etmiş bu mütegallibe sınıfı hala iktidarda çünkü “Reis” ve örgütü bir konuda çok başarılı oldu: Kırsal, az eğitimli ve dar gelirli geniş bir muhafazakâr kitleyi adeta efsunladılar, bu insanların iktidardaki Erdoğan’ın şahsında kendi suretlerini görmelerini sağladılar.

Erdoğan ve lideri olduğu İslamcı hareket, bu muhafazakâr kitlenin kendi iktidarları öncesinde yaşadığı sınıfsal mağduriyet duygusunu kültürel kimlik alanına başarıyla transfer etti ve orada bu insanlara kendilerini “laik cumhuriyetin kurbanları” olarak görmeyi öğretti.

Bu kurbanlaştırılmış grup, kendisini “muktedir Erdoğan”la özdeşleştirmesi sayesinde ülkenin hâkimi ve devletin sahibi olma duygusunun hazzını yaşadı, hâlâ da yaşamaktadır.

Popülist İslamcı Erdoğan, eğitim ve kültürle tabana yayılmak istenen Cumhuriyet modernleşmesini tersine çevirmek istedi, tabanındaki kasaba muhafazakarlığını bir norm olarak tüm ülkeye empoze etmeye girişti. O bunu yaptıkça kırsal muhafazakâr tabanın Erdoğan hayranlığı daha da arttı. Çünkü kendi değerleri Türkiye’ye hâkim kılınmak isteniyordu.

Çok güçlü bir duygu hali olarak Reisçilik böyle doğdu.

Bu yazıda “AKP seçmeni” tabiri yerine “Reisçiliği” kullanmamın nedeni bu.

Reisçilik, “politik endorfin” gibi bir şeydir. Etkisi, beyin tabanındaki hipofiz bezinin salgıladığı çok güçlü bir doğal ağrı kesici olan endorfin hormonunun etkisini andırıyor.

Reisçiler de bu feci ekonomik kriz ortamında her gün zihinlerinde ürettikleri “politik endorfin” sayesinde kendilerini herkesten daha iyi hissediyor, daha az acı çekiyorlar. Tabii, şimdilik kaydı ile.

Reisçiliğin “politik endorfin” etkisi yüzünden krizden çıkış için gereken siyasi sonuçların doğması çok daha maliyetli olacak, çok daha fazla zaman alacak. Çünkü çok daha yüksek olan “ağrı eşikleri” Reisçilerin krize doğru siyasi tepkiyi vermelerini önlüyor ve bu kaygısızlık halinin Erdoğan’a sunduğu siyasi güvence ülkedeki tahribatın büyümesine neden oluyor. O “siyasi endorfin” elbette ki belirli bir süre sonra etkili olmamaya başlayacak ve Reisçiler uykularından uyanacaklar ama bu arada Türkiye’nin uğradığı kayıp artacak.

Dolayısıyla muhalefet daha fazla zaman geçirmeden, “Kılıçdaroğlu gelse ne yapabilir ki? Çözemez” diye özetlenebilecek Reisçi söylemini etkisizleştirip “siyasi endorfin” duvarında gedikler açmak için krize ciddi ve etraflı çözüm formüllerini kamuoyuna anlatmakla işe başlayabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kadri Gürsel Arşivi