
Şahin Aybek
“Önce eğitimciler eğitilmelidir!”
“Eğitimdeki olgusal sorunların çoğunun çözümü eğitsel olmaktan daha çok siyasaldır. Okullar çıkar öncelikli kuruluşların sofrasından kurtarılırsa kaynaklara erişimde adalet, bölüşümde bolluk kolaylıkla sağlanabilecektir.”
“İdeolojik gündemler yerine eğitsel ihtiyaçlara öncelik veren çerçevelere odaklanmalıdır. Eğitim reformlarını siyasi baskılardan koruyarak önermek, geliştirmek, uygulamak, denetlemek ve değerlendirmek için bağımsız kurumlar oluşturmalıdır. Ülkemizde bunun tam tersi bir durum söz konusudur.”
Boğaziçi Üniversitesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Baykal ile eğitim sorunlarımızı konuştuk.
Güncel gelişmeler ve oluşumlar bağlamında eğitimde hangi sorunları önemsiyor ve önceliyorsunuz?
Ben eğitsel sorunları iki büyük kümede çerçevelerim. Birincisi “olgusal sorunlar” ikincisi de “düşünsel sorunlar”.
Olgusal sorunlar eğitsel tasarım, uygulama ve değerlendirme sürecinin tamamındaki yapısal ve işlevsel sorunlardır. Önce çıktılardan başlayalım: Hedefler kapsamında gerçekleşmeyen beklentiler… Yüksek ve yaygın başarısızlık, yerleşik ve sürekli yılgınlık… Kaygı, gerilim ve tükenmişlik örnekleri vb.
Gerekli girdilerin zamanında ve istenen nitelikte ve nicelikte olamaması… Öncelikle eğitim bütçesinin yetersizliği. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak karnı aç öğrenciler, yılgın ve kırgın öğretmenler, Liyakatle değil talimatla çalışan yöneticiler…
Eğitim sisteminin bağışıklığını sarsan olumsuz girdiler: Corona Virüs, enflasyon, düzensiz ve denetimsiz göç, hele hele giderek artan uyuşturucu…
Ansızın beliren sistemi sarsıcı girdiler: Robotlar, Yapay Zekâ, akıllı telefon vb.
Girdi ve çıktı arasındaki süreçte sorunlu oluşum ve etkileşimler: Fiziksel ortamların yetersizliği, bakımsızlığı, verimsizliği…
Toplumsal dokunun uyuşmazlığı, uyumsuzluğu, dağınıklığı… Okulun kurum kimliğinin oluşamaması… Paydaşların okula ait olma duygularının oluşamaması, oluşan kimliğin kolayca aşınması, zedelenmesi…
Eğitim teknolojilerinin üretim teknolojilerinin gerisinde kalması, öğrenme, öğretim ve iletişim teknolojilerinin kaynaşması ve ayrışmasında, bütünleşme ve çeşitlenmesinde ekonomik ve pedagojik yetersizlikler…
Öğretimde bildirici yöntemlerin buldurucu yöntemlere direnci, öğretmenin anlatıcı ve aktarıcı işlevinden paylaştırıcı ve yönlendirici işlevlere dönüşememesi… Asgari ücrete mahkûm öğretmenlerden girişimci liderlik beklentisi…
Ölçme ve değerlendirmede araştırmacı yaklaşımın yargılayıcı anlayışı aşamayışı… Göstermelik ve hormonlu notlarla ölçme sisteminin sahte veri üretmesi…
Sistemin her bileşeninde ve sürecin her aşamasında imkân eşitsizliği ve fırsat yetersizliğinin süreğen yıpratıcı etkileri…
Sıraladığınız bu olgusal sorunların her biri tek başına ele alınması gereken kocaman konular… Bunların çözümüne ilişkin ipuçları verebilecek misiniz?
Eğitimle ilgili olgusal sorunlardan kastettiğim, zaten herhangi bir yolla çözülebileceği bilinen sorunlardır. Bunları çözümünün önündeki engel ekonomik çıkarcılık ve politik despotluktur. Yani eğitimdeki olgusal sorunların çoğunun çözümü eğitsel olmaktan daha çok siyasaldır. Okullar çıkar öncelikli kuruluşların sofrasından kurtarılırsa kaynaklara erişimde adalet, bölüşümde bolluk kolaylıkla sağlanabilecektir.
Eşitlikçi Finansman Modelleri ile kaynakların öğrenci ihtiyaçlarına göre tahsis edilmesi sağlanarak eşitsizliklerin giderilebileceği kanıtlıdır. Geri bırakılmış bölgelerde öğretmen eğitimi ve niteliğine yapılacak yatırımlar, eğitimin çıktılarını önemli ölçüde iyileştirebilir. Öğretmen yeterlikleri arttıkça öğrenci edimlerinin de ivmelendiğini biliyoruz.
Güncel teknolojiye ve çevrimiçi kaynaklara erişim sağlanması, eğitimdeki uçurumu kapatır. Koşulları yetersiz okulları dijital araçlarla donatmayı hedefleyen programlar, öğrencilerin geçmişlerinden bağımsız olarak nitelikli eğitime erişmesini sağlayacaktır. Teknolojiye yatırımın aracıların cebini dolduran bir iş olmaktan çıkarılması politik bir çözümdür…Bu çözümün elbette pedagojik katkılarla tamamlanması gerekir.
Tarikatların değil yerel toplulukların ve ebeveynlerin eğitime dahil edilmesi, öğrenmeyi destekleyen ortamların oluşturulmasını sağlar. Bu katılım, okul sonrası ders destekleri ve okullar ile yerel işletmeler arasında ortaklıklar gibi etkinlikler içerebilir. Yani eşit eğitim erişimini önceleyen güçlü hükümet politikaları esastır. Yasama çabaları, tüm öğrencilerin ait oldukları toplumsal katmanlardan bağımsız olarak başarılı olma fırsatına sahip olmalarını sağlamaya odaklanabilir. Bu, burs programları ve ekonomik anlamda engelli gruplara yönelik yardımlar demektir. Kısacası fırsat eşitsizliği ve eğitimde güncelin gerisinde kalan içerik gibi olgusal sorunların ele alınması, politika reformları, topluluk katılımı ve kaynaklar ile teknolojiye stratejik yatırımları içeren çok yönlü bir yaklaşımı gerektirir. Bu alanlara odaklanarak, eğitim sistemleri tüm öğrenciler için eşit fırsatlar sunmaya yönelik çalışabilir ve sonuçta daha kapsayıcı ve yetkin bir toplumun oluşumunu destekleyebilir.
Düşünsel sorunlar denilince akla öğrenmeyi etkileyen bilişsel, duygusal veya psikolojik durumlarla ilgili zorluklar geliyor. Disleksi, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu gibi öğrenme güçlükleri, geleneksel öğrenmeyi zorlaştırabilir. Ya da ruh sağlığı ile ilgili zorluklar: stres, kaygı, depresyon ve travma, öğrencinin odaklanma, bilgiyi hatırlama ve uygulama becerilerini engelleyebilir. Motivasyon eksikliği, düşük özgüven ya da öğrenmeye dair anlam arayışı olmaması, öğrencilerin eğitimleriyle ilgilenmelerini engelleyebilir. "Düşünsel sorunlar" öğrenme sürecine odaklanır. Eğitimin düşünsel sorunları derken öğrencilerin psikolojik ve düşünsel durumlarının eğitimi nasıl kolaylaştırdığı ya da zorlaştırdığını mı kastediyorsunuz?
Haklısınız. “Düşünsel sorunlar” deyiminin bunları çağrıştırması çok doğal. Ama ben “düşünsel sorunlar” deyimiyle sadece öğrencilerin değil eğitimle ilgili herkesin “düşünsel sorunlarını” kastediyorum. Eski dille söylersek: “zihniyet sorunları” …
Eğitimle ilgili "düşünsel sorunlar" derken kastettiğim, eğitim paydaşlarının (öğrenciler, öğretmenler, politikacılar, yazarlar, çizerler, ebeveynler, kamuoyu vb.) yanlış inanışları, önyargıları, efsaneleri, yanlış anlamaları, sloganları, söylentileri, asılsız bilgileri gibi ögeler; popülizm, fırsatçılık, demagoji, hesaplı çıkarcılık, kurnazlık vb. tercihleri.
Eğitimde "düşünsel sorunlar" kavramı yanlış inanışlar, söylenceler, dogmalar, anlam çarpıtmaları vb. zorlukları görmek için bir büyüteçtir. Bu kavramın, eğitimin yalnızca somut sorunlarının değil, paydaşların algıları, inançları ve ideolojik etkilerini de göstermeye yarar.
Eğitimde “düşünsel sorunlar” paydaş yanılgıları, batıl inançları, safsataları, ideolojik saplantıları, takıntıları olarak düşünürken, bunları birkaç farklı kümede derlemek de olasıdır.
• Yanıltıcı Benzetiler: “Ağaç yaşken eğilir” kestirme yargısı, öğretmenin usta yontucu, bilgi çeşmesi, seyyar kütüphane olması… Çocuk beynini beyaz sayfaya, boş kovaya, bilgisayara benzetmeler…
• Tek tip öğrenme modeli: Her öğrencinin aynı öğretim yöntemine en iyi şekilde yanıt vereceği veya testlerin sadece ezber ölçtüğünü, seçme sınavlarının şans ölçtüğünü, açık uçlu yazılı sınavların tek çözüm olduğuna ilişkin basma kalıp ısrarlar. Davranışçı ve yapılandırmacı yaklaşımdan birine hayran ötekine neredeyse düşman olmak…
• Zekâ/Yetenek hakkındaki söylenceler: Zekânın sabit olduğu veya yalnızca STEM alanındaki başarıyla tanımlanabileceği gibi yanıltıcı anlayışlar, yaratıcılığı, duygusal zekâyı veya mesleki becerileri ya göz ardı eder ya da baş tacı!
• Eğitim reformlarıyla ilgili söylentiler: Örneğin, ilerici veya bütüncül eğitim fikirlerini (kapsayıcı cinsel eğitim veya eleştirel düşünme gibi) müfredata dahil etme girişimlerinin gereksiz yere olumsuz tepki çekmesine neden olan korkular. Karma eğitime direnç…
• Popülizm: Sistemik eğitim sorunlarını ele almadan yalnızca hızlı ve popüler çözümlere ağırlık vermek, örneğin sanat gibi “gereksiz” programları kesmek veya öğrencilerin ihtiyaçlarından çok seçmenleri memnun eden politikalara öncelik vermek.
• Fırsatçılık: Eğitimi, kişisel veya siyasi kazanç amacıyla bir platform olarak gören politikacılar veya paydaşlar; bu, kısa vadeli politika dalgalanmalarına ve müfredatta istikrarsızlığa yol açar.
• Demagoji: Eğitim zorluklarını, ideolojik gündemleri zorlamak için fazlasıyla basitleştirilmiş, duygusal terimlerle çerçevelemek; örneğin, korku temelli bir retorik kullanarak kamuoyunu etkileyip müfredatı siyasi ideolojilere göre sınırlamak (örneğin, kitap yasaklamak veya tarihi yeniden yazmak).
• Düşünsel Yanılgılar: Nedenselliğin istatistiksel ilişkiye indirgenmesi, eksik ya da yetersiz verilerle ilişkisel savlar ileri sürme, sosyal veya ekonomik eşitsizlikleri göz ardı ederek daha iyi test puanlarının daha iyi eğitime eşit olduğunu varsaymak gibi eğitim sonuçlarını yanlış yorumlama. Fırsat eşitsizliğinin tek ve mutlak nedeni olarak seçme sınavlarını suçlama… Bu örnek tek başına birden çok düşünsel yanılgıyı içeriyor. Örneğin, eğitimde fırsat eşitsizliğinin en yaygın, en etkin olduğu aşama okul öncesi eğitimi aşamasıdır ve bu aşamadaki seçme işlemi sınavla değil görüşme ile yapılır. Bu görüşmelerde nelerin ölçüldüğü hiç dile getirilmez ama herkes bilir.
• Yanıltıcı İkilemler: Reformları gerçekleştirmek için yalnızca tek bir yol olduğu fikriyle tartışmak (örneğin “genel eğitim ile mesleki eğitim” gibi bir siyah-beyaz karşıtlık) ve çeşitli, ihtiyaca uygun yaklaşımlar düşünmek yerine dar bir bakış açısına hapsolmak.
• Yanlış Bilgi Döngüleri: Eğitim standartları, reformları veya uluslararası kıyaslamalar hakkında doğrulanmamış iddialar yaymak (örneğin, bir ülkedeki test puanlarının otomatik olarak diğerinden "daha iyi" sistemlere işaret ettiği söylencesi).
Bu tür "düşünsel sorunlar," eğitimi derinden yaralayabilir:
• Güven Aşınması: Efsaneler, yanlış anlayışlar ve ideolojik çarpıklıklar, eğitimcilere, kurumsal çerçevelere ve kanıta dayalı eğitim uygulamalarına olan güveni azaltabilir. Örneğin, popülist "başarısız okullar" iddiaları, ebeveynlerin sistem kısıtlamalarını anlamadan devlet eğitimine olan güvenini sarsabilir.
• Reformlara Direnç: Safsatalardan etkilenen paydaşlar, geleneksel modelleri zayıflatacağı korkusuyla kapsayıcı veya eşitlikçi uygulamaların genişletilmesine direnirler.
• Politika Tıkanıklığı: Fırsatçı veya popülist karar alma süreçleri, rakip gündemler yaratır; bu da tutarsız politikalara ve uzun vadeli ilerlemenin engellenmesine yol açar. Eğitim, toplumsal iyileştirme aracı yerine siyasi bir savaş alanına dönüşür.
"Düşünsel sorunların” nasıl somutlaştığına dair gerçek hayattan bazı örnekler:
• Müfredat Reformlarının Siyasallaşması: Türkiye’de son 20 yılda yapılan “program geliştirme” çalışmalarının hepsinin açıkça “Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Devrimcilik ve Laiklik ilkelerine” karşı olması eleştirel düşünme becerilerini kazandırmak için yapılmış olamaz.
• "Beceri Açığı" Söylencesi: Siyasetçiler veya iş liderleri, otomasyon ya da öğretmen eğitimi finansmanı gibi daha geniş ekonomik etkenleri göz ardı ederek okulları öğrencileri hazırlamakta başarısız olmakla suçlayabiliyorlar.
• Test Odaklı Kültür Efsanesi: Daha yüksek test puanlarının daha iyi okullara layık olduğu inancı, test odaklı sistemleri şekillendirirken bütünsel eğitim hedeflerinin ihmal edilmesine yol açıyor.
Bütün bu örneklerden “önce eğitimciler eğitilmelidir” sonucunu çıkarıyorum. Eğitimin “düşünsel sorunlarını” eğitimcileri incitmeden gündeme nasıl getirebiliriz?
• Okullarda ve toplum genelinde, eğitimle ilgili savları eleştirel bir şekilde değerlendiren programlar geliştirilebilir. Bu, ebeveynlerin, öğrencilerin ve politika yapıcıların, eğitim söylemini yönlendiren efsanelere, safsatalara ve ideolojilere karşı sorular sorabilmelerini sağlayacaktır.
• Popülist söylemler yerine araştırma ve verilere dayalı kararların vurgulanması. Eğitim reformları hem uzmanların hem de toplulukların katılımıyla tartışılmalıdır.
• Hedefler, yöntemler ve reformların nedenleri hakkında eğitim paydaşları ile genel kamuoyu arasında açık ve saydam bir iletişim kurulmalı ve sürdürülmelidir. Bu güvensizlik ve kitle dalkavukluğunu (demagoji) en aza indirebilir.
• İdeolojik gündemler yerine eğitsel ihtiyaçlara öncelik veren çerçevelere odaklanmalıdır. Eğitim reformlarını siyasi baskılardan koruyarak önermek, geliştirmek, uygulamak, denetlemek ve değerlendirmek için bağımsız kurumlar oluşturmalıdır. Ülkemizde bunun tam tersi bir durum söz konusudur.
• Çeşitli paydaşlar arasında iletişim teşvik edilerek, taşkın sözcülere karşı suskun anlayışların dile gelmesi sağlanabilir. Bu, yukarıdan aşağıya, basitleştirilmiş çözüm yaklaşımları yerine, aşağıdan yukarıya çözümler geliştirerek fırsatları ele alır.
"Düşünsel sorunlar" kümesinde eğitimin göz ardı edilen yönlerini gösteriyorsunuz. Eğitimcilerin hem sorunları, zorlukları saptama hem de çözümleri geliştirme görevi var. Bu sorunlarla başa çıkmak, tekil, soyut reformlardan öteye geçmeyi ve eleştirel diyaloğu, kanıta dayalı politikaları ve kapsayıcılığa değer veren bir kültürel değişimi gerektiriyor. Saydığınız bütün bu “düşünsel sorunları” bir önem ve öncelik sırasına koyabilir misiniz?
Bu sorunların bir sıra düzeni (taksonomi ya da hiyerarşi) var mıdır? Varsa bu nasıl ortaya konur konusunda hazırlıklı değilim. Ancak benim 1985 yılından bu yana kalemime ve dilime pelesenk olan düşünsel sorun “yanıltıcı ikilemler” dizisidir. Bazı zıt görünümlü nitelikleri kutupları karşılaştırma ve birbirine üstün tutma eğilimimizin sayısız örnekleri var. Oysa bu zıtlıklardan bir bütün oluşturmayı seçmek daha doğru olabilir. Bir niteliği başarmak için karşıtı gibi gözükeninden vazgeçmek zorunluluğu duyuyoruz. Örneğin, mesleki eğitim-genel eğitim, kuram-uygulama, esneklik-sağlamlık, özgürlük- disiplin, amaç-araç, nitel-nicel, bütünlük-çeşitlilik, sonuç-süreç, kaynaşık-ayrışık ve daha onlarca örnek verilebilir… Çoğu zaman, eğitim ve genel olarak tüm yaşam süreçleri, bu tür ikilemleri birbiriyle bağdaşmaz karşıtlıklar olarak ele alıyor. Oysa bu kavramlar gerçekte çoğu zaman daha karmaşık bir bütünün tamamlayıcı unsurlarıdır. Sorunlara “kırk katır mı kırk satır mı" seçenekleriyle çözüm aramak zaman ve kaynak yitimine yol açmaktadır. “Ya şu/ya bu" biçimindeki tartışma eğilimi, "hem şu/hem bu" bakış açısının katma değerinden yoksun bırakıyor. Daha dengeli, uyumlu uzlaştırıcı sistemler ve yöntemler geliştirme yetimizi, yeteneğimizi sınırlıyor.
Bazı örneklere daha yakından bakalım. Bu ikilemlerden bazıları nasıl birbirlerine karşıt olmaktan ziyade nasıl bir arada var olabilir veya birbirini tamamlayabilirler?
• Mesleki eğitim mi yoksa genel eğitim (entelektüel) eğitim mi?
Mesleki eğitim çoğunlukla kısa erimli gereksinimlere, yarara ve işe odaklı olarak görülürken, genel eğitim daha soyut bilgi, kuram ya da kavramların kazanımı olarak kabul edilir. İlki, bazen daha az saygın olarak görülürken, ikincisi "seçkinler" için bir uğraş olarak yüceltilir.
Ama gerçekte kuram ve uygulama, bilgi ve beceri dolayısıyla mesleki ve entelektüel eğitim birbirine bağımlıdır. Özellikle çağımızda uygulama için gerekli beceriler kuramsal temellere bağımlıdır. Entelektüel uğraşlar genelde yaşamsal uygulamalarla tam değerini bulur. Örneğin bir oto tamircisi fizik ilkelerini kullanırken, bir filozof öğretmenlik veya danışmanlık gibi mesleki görevlerde felsefesinin önemini sergileyebilir. İkisini de kaynaştıran eğitim daha entegre eder.
• Kuramsal mı yoksa uygulamalı mı? Yukarıdaki örneğin bir başka biçimi olarak kuram ve uygulama işlevlerini zıtlaştırmak da yaygın bir tartışma konusudur. Kuram genellikle soyut ve "kullanışsız" bir şey olarak görülürken, uygulamada ise gerçek yaşam kolaylaştırması ile yüceltilir. Bu karşıtlık, kuramsal bilgiyi önemsememenin ya da küçümsemenin yolunu açar.
Oysa kuram uygulamayı yönlendirir ve biçimlendirir. Uygulamalı deneyimler ise kuramın geçerliğini sınar ve geliştirir. Kuramsal yaklaşımın doruğu olan kuantum fiziği günümüzdeki MASER, LASER ve GPRS gibi uygulamalarla günlük yaşamın parçası olmuştur.
• Esneklik mi-Sağlamlık mı? Bir otomobil lastiği esnek olmazsa ne olur? Sağlam olmazsa ne olur? Bir gökdelen gereğince sağlam olmazsa yıkılır ama yeterince esnek değilse de yıkılır. Bir lastik conta esnek olmazsa musluk su sızdırır ama sağlam olmazsa da işe yaramaz. Bir öğretim tasarımının hedeflerinin eğitim bütün bileşenlerinin yeterince sağlam olabildiği kadar esnek olması gerekir. Esneklik sistemlerin uyum ve gelişimi için sağlamlık da sürekliliği ve yerleşikliği için zorunlu niteliklerdir. Bu tür niteliklerin teknolojik ve biyolojik sistemlerden örnek alınarak eğitime uyarlanabileceğini düşünüyor ve belirtiyorum.
Özgürlük ve disiplin esneklik ve sağlamlığın öğretim sistemlerindeki toplumsal dokusuna bir yansımasıdır. Özgürlük olmazsa katılımcı katkısı, disiplin olmazsa öğretmen verimi düşer. Esneklik yaratıcılık, kendini ifade ve özerklikle ilişkilendirilirken; disiplin de katılım ve denetimin verimini sağlar. Esneklik gevşekliğe ya da disiplin sert bir baskıya dönüşürse sistem çöker. Her iki uç noktadan birsinin aşırı vurgulanması sorunlara neden olabilir; aşırı özgürlük anarşi, aşırı disiplin de yabancılaşma veya tükenmişlik ile sonuçlanacaktır.
• Bütünlük mü ve Çeşitlilik mi? Bütünlük ve çeşitliliğin doğal örneklerini doğada yapay örneklerini de teknik sistemlerde görebiliriz. Canlıların tek hücrelilerden omurgalılara kadar çeşitlenmesi ama hepsinin aynı eko-sisteme bağımlı olması genel kapsamlı bir örnektir. Mandalina, portakal, greyfurt ve turunç meyvelerinin benzerlikleri bütünlüğün, biçim, koku ve lezzetlerindeki biriciklik de çeşitliliğin dışavurumlarıdır. Öğretim sistemini oluşturan fiziksel ortam, toplumsal doku, öğretim donanımları, eğitsel süreçlerin hem kendi içlerindeki hem de kendi aralarındaki farklılıklar çeşitliliğin gözle görülür örnekleridir. Günümüzün cep-telefonları da çok çeşitli iletişim ve ölçme araçlarını bütünleştiren teknolojik bir örnektir. Kısacası bütünlük çeşitlenmeye engel değildir.
• Kaynaşma mı yoksa ayrışma mı? Sistem bütünlüğü kaynaşmayı çağrıştırır. Farklı bileşenlerden oluşan her sistemde kaynaşma daha göze görünür bir özelliktir. Ancak her parçanın kendine özgü varlık nedeni vardır. İnsan bedenindeki organların (beyin, yürek, akciğer, böbrek, göz, kulak, damar, sinir, kas vb.) kesintisiz bir iş bölümü ve sürekli iş birliği içinde olduklarını görüyoruz. Toplumsal kurumlar arasındaki özerklik ve karşılıklı bağımlılık örnekleri de ortadadır. Ulusal bütünlüğün (kaynaşma) de ancak yasama, yürütme ve yargının güçlerinin özerkliğine (ayrışma) dayanması gerektiği de aklı başında herkesin anlayabileceği bir durumdur. Yapay (teknolojik) sistemlerde de kaynaşma ve ayrışmanın eşlenik olmasının sayısız örnekleri vardır. Bir otomobilin motoru, kaportası farları, direksiyonu, tekerleri birbirlerine metal sinirlerle ve plastik damarlarla kaynaşıktır. Ama her bir parçanın kendine özgü bir varlık nedeni vardır. Bu örnekler eğitsel tasarım için esin kaynağı olabilir. Bir ders işlenirken her tür eğitim donanımı biri biriyle kaynaştırılabilir. Ancak kaynaştırma aynı işin her birinin diğerinden bağımsız olarak tekrarlanması değildir. Televizyonun resimli radyo olarak kullanılması, bilgisayarın elektronik sayfa çevirici olarak kitabı taklit etmesi ya da projeksiyon aygıtıyla birlikte tepegöz gibi kullanılması olumlu kaynaşma örnekleri değildir. Her bir bileşenin kendine özgü niteliklerinin işe koşulması teknolojik bütünleşmenin teknolojik ayrışımla desteklenmesi demektir. Her dersin her konunun aynı araçlarla, aynı yöntemlerle öğretilmesi yerine araçların ve süreçlerin her amaca özgü örüntülerinin tasarlanması kaynaşma ve ayrışmanın iyi anlaşılmasıyla olasıdır.
Karmaşıklığı ikili terimlerle sadeleştirme eğilimi işleri kolaylaştırdığı, rekabetçi ikilikler daha ilginç olduğu için "Hangisi daha iyi?" sorusu daha kışkırtıcıdır. Dahası politikacılar, eğitimciler, şirketler vb. özel veya tüzel kişiler yanıltıcı ikilemleri kendi gündemlerini dayatmak için kullanırlar. Bunun yerine bu eşlenik nitelikler birbirini nasıl tamamlayabilir, geliştirebilir veya dengeleyebilir diye sorgulayarak işe koşmak gerekir.
Umarım eleştirdiğim “düşünsel yanılgılardan” birine düşmemişimdir.
Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...