İktidarın Son Gürlüğü

Ben gün saymadan bekliyorum.

Beklerken, Fehmi Bey’in bundan 13 yıl önce, 9 Ocak 2010’da Yeni Şafak’ta neşrolunan makalesini hatırlıyorum. Başlığı, “Beklemesi bile heyecanlı” idi. Ne yalan söyleyeyim, esaslı başlıktı.

Ben de onun 13 yıl önce yaptığı gibi heyecanla bekliyorum.

Neyi mi?

Eşikteki büyük değişimi...

Bir uğurlama yazısıydı Fehmi Bey’inki.

“Eski rejim”i uğurlama yazısı.

AKP ve Gülenci örgüt koalisyonu, eski yerleşik düzeni tasfiye etmek üzereydi ve Fehmi Bey bahsettiğim yazısını, “Yeni Türkiye” sloganıyla kodladıkları bu değişimi selamlamak için kaleme almıştı.

Tabii o zamanlar, devleti bütünüyle ve kalıcı olarak ele geçirmek için hamle üzerine hamle yapanlar, paradigmalarının demokrasi olduğuna içeride ve dışarıda bazı gafilleri ve kullanışlı aptalları inandırabilmişlerdi.

Neyse, şimdi konu bu gafiller ve aptallar değil, konumuz heyecanla beklediğimiz değişim.

Fehmi Bey de kendince bir “demokrasi paradigması”nın izleğine oturtmuştu söylemini.

Yazısının son paragrafı, o zamanki bağlamının dışında okunduğunda bugün için yazılmış olduğu intibaını veriyor; tükenmiş, müflis siyasal İslam’ın çoktan eskimiş sözde “yeni Türkiye”sinin mukadder değişim karşısındaki kıvrandırıcı çaresizliğini anlatıyor gibidir:

“Giderek gücü tükenen bedenin sonuç alması imkânsız çırpınışlarına, eskiler ‘son gürlüğü’ derlerdi. Şu sıralarda yaşananlar gücünü iyice yitirmiş eski dönemin son çırpınışlarıdır. Bununla da istediği siyasi sonucu alamadığını gördüğünde ‘eski dönem’in demokrat ve müreffeh yeni Türkiye’ye yol açmak üzere ruhunu huzur içinde teslim etmesini bekleyebiliriz.

Heyecanla bekleyelim.”

Eski dönemin son çırpınışları

İşte, sadece şu son iki gündür görüp işittiklerimiz, giderek gücü tükenen bedenin sonuç alması imkânsız çırpınışlarının neler olduğunu anlatmak için kâfidir...

Mesela, Türkiye’yi devasa bir cari açık ve dış borç yüküyle yüz yüze bırakan iktidarın, ülkeye 300 milyar dolarlık yatırım ve finansal destek getireceğini söyleyen muhalefete cevabı: “Baybay Kemal Londra’nın tefecilerinden 300 milyar dolar getirecekmiş. Baybay Kemal böyle atmakla olmuyor. Esrar, eroin kaçakçılarından para getireceksin, yok böyle bir şey ya...”

Yani bir karar verilsin değil mi, Kılıçdaroğlu 300 milyar doları nereden bulacak? Tefecilerden mi, eroincilerden mi?

Mesela, “Faiz sebep, enflasyon netice” hikayesi...

Faizi indirdi, doları fırlattı.

Neticesi, patlayan enflasyon oldu.

Tek sorumlusu iktidardı.

Ve bu iktidar ortaya enflasyonla mücadele konusunda kapsamlı ve ciddi herhangi bir program koyabilmiş değil.

Erdoğan, neden olduğu enflasyonun sorumluluğunu “aşırı fiyat artışlarının gerisindeki açgözlüler”e yükledi önceki gün. Seçim vaatlerinin arasında “açgözlülerden hesap sormak” da vardı.

Son sığınak gerçek dışılık

Hikayesini, vaadini, çarelerini, enerjisini, insan kaynağını tüketmiş, yarattığı sorunlarla yüzleşme kapasitesi olmayan, böyle bir kapasiteyi inşa etme potansiyeli de bulunmayan bu iktidarın kendi gerçeklerinden kaçmak için gerçek dışılıktan başka sığınacağı yer kalmamış.

Tabii bu arada bazıları, iktidarın çaresizlikten değil de “hakikat sonrası siyaseti” (post-truth politics) bilinçli olarak tercih ettiği için siyasal iletişimini neredeyse tamamen gerçek dışılık üzerine bina ettiğini ileri sürebilir.

Soğan fiyatının 30 lirayı gördüğü bir Türkiye’de hiçbir hakikat sonrası siyaset teorisi, bu iktidarın gerçek dışılığa çaresizlik ve tükenmişliği neticesinde sığındığı gerçeğinin üzerini örtmeye yetmez.

İktidarın seçim meydanları, gerçek dışılığın en gerçeküstü tezahürlerine tanık oluyor.

Misal, Erdoğan önceki gün Kılıçdaroğlu’nun “Apo’yu hapisten çıkaracağım” dediğini iddia edebildi. Daha da ileri gitti, “Meral (Akşener) Hanım, o da söylüyor” dedi.

23 Nisan’da Millet İttifakı’nı kastederek, “Bunlar utanmadan sıkılmadan ne diyor? Gelince Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kaldıracaklarmış (...) Siz ne hayasızsınız” diyebildi.

Apo’yu hapisten çıkarmak ya da Diyanet’i kapatmak... Muhalefetin ağızından böyle sözlerin çıkması vaki değil.

Homofobik seçim kampanyası

Bir de şu LGBT’cilik iddiası var...

İktidarın söylemi, statlarda fanatik taraftarın hakemler ve rakip takımın oyuncuları aleyhindeki cinsiyetçi tezahüratını andırır oldu.

Erdoğan her fırsatta tekrarlıyor: “Bunlar LGBTC’ci, İYİ Parti, HDP, CHP LGBT’ci.”

Sanırsınız eşcinsellik bu topraklara yabancı; gelmek için Erdoğan’ın gitmesini bekliyor.

Türkiye’de homofobi daha önce bir seçim kampanyasının öğesi haline hiç getirilmemişti.

Şimdi, giderek gücü tükenen bedenin sonuç alması imkânsız çırpınışlarıyla, bu da oluyor.

Erdoğan, iktidarın parmaklarını arasından kayıp gitmekte olduğunu hissediyor ve dahası artık kendi seçmenine de güvenmiyor.

Güvense, önceki gün Bursa’da yaptığı konuşmada seçmenine tam sekiz defa “14 Mayıs” çağrısı yapmazdı:

“14 Mayıs’ta sandıkları patlatmaya var mıyız?”

“14 Mayıs’ta sandığa sıkı sıkıya sahip çıkmaya var mıyız?”

“14 Mayıs’ta bu 7’li masayı gömelim...”

Tekrarlıyor, tekrarlıyor...

Korkuyor ve seçmeni de korksun istiyor.

Kendisinden emin olan bir muktedir, hiçbir zemin ve şartta muhaliflerinin iktidara gelmek için artık gün saydığını söylemez.

Oysa bakın Erdoğan ne diyor:

“Sizler de görüyorsunuz. 7’li koalisyon ülkemizin tüm kazanımlarını yok etmek için artık gün sayıyor. Onlarla berber gün sayan başkaları da var.”

İktidar da gün sayıyor, belli.

Demokrat ve müreffeh bir Türkiye’nin özlemi içinde olanlar için ise beklemesi bile heyecanlı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kadri Gürsel Arşivi