Kadri Gürsel
“Darbeci Sisi” ile normalleşmek
“Kendini bir çukurun içinde bulursan kazmayı bırak!”
Mısır’da Genelkurmay Başkanı El-Sisi’nin 3 Temmuz 2013’te İhvancı Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi bir darbeyle devirerek yönetime el koyması karşısında Erdoğan iktidarının darbenin hedefi kendisiymiş gibi tepki gösterip Mısır’la tüm köprüleri atması, o zaman bana bir Amerikalı hiciv ustasının bu veciz sözünü hatırlatmıştı.
Erdoğan iktidarının, özellikle de Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olduğu 2009’dan itibaren sistemli bir hal alan İslamcı ve dolayısıyla ideolojik Ortadoğu politikası, günün sonunda Türkiye’nin kendisini bir çukurun içinde bulmasından başka bir sonuç üretemezdi.
İktidar daha o zaman, 2013’te, o çukurun zaten içindeydi;
artık kazmayı bırakması gerekiyordu. Ama ideolojik körlüğü, saplantıları, korkuları ve kendisini kaptırdığı büyüklük hezeyanı nedeniyle kazmaya devam etti. Kazdıkça kazdı ve Türkiye bölgesinde derin bir yalnızlığın içine yuvarlandı.
Şu ibretlik misal yalnızlığımızın vahametini özetliyor: Türkiye coğrafyası doğu Akdeniz doğal gazının Avrupa pazarına ulaştırılması için en güvenli ve ekonomik yol iken ülkemiz, gazın üreticileri, potansiyel tüketici ve transit ülkeleri tarafından sistemli biçimde dışlandı.
2019’da kurulup 2020’de “uluslararası teşekkül” hüviyetini kazanan Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nda (kısa adıyla EastMed) bir tek Türkiye yok ama Kıbrıs olarak tanınan Güney Kıbrıs, Mısır, Fransa, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün ve Filistin var. AB ve ABD de gözlemci statüsünde.
AKP Türkiye’sinin izleye geldiği agresif dış politikanın ilgili ülkelerde yarattığı tehdit algısı ve ciddi güven kaybının sonucuydu bu dışlanma.
Doğu Akdeniz havzasında Müslüman Kardeşler’in hamiliğini üstlenen Erdoğan Türkiye’si, Arap sokağının bir kısmında bu nedenle seviliyor olabilir ama bu sempatinin götürüsü, getirisinden fazladır. Cumhurbaşkanı’nın, Arap dünyasının Müslüman Kardeşler’den tehdit algılayan kesiminde “beynelmilel İhvan’ın reisi” olarak nam salması Türkiye’ye zarar vermiştir.
Uzun yıllar sonra ve nihayet, çukurda kazacak daha fazla toprak kalmadığı birileri tarafından idrak edilmiş olmalı ki Ankara, hasmı Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve “darbeci Sisi”nin Mısır’ı ile normalleşme adımları atmak zorunda kaldı.
Ağustos ayında BAE ile üst düzey temaslarda bulunuldu. BAE ile yumuşama hamlelerinin Sedat Peker videolarından sonraya rastladığını bu vesileyle hatırlatalım. Bu arada İsrail’e yönelik diyalog arayışlarının başladığı da haber veriliyor.
Mısır ile iki ülkeden diplomatik heyetler düzeyinde ilk olarak 5-6 Mayıs tarihlerinde Kahire’de yapılan görüşmeler 7-8 Eylül’de Ankara’da devam etti.
Erdoğan iktidarı, yalnızlıktan kurtulmak için kapsamlı bir tornistan hareketi başlattı. Mamafih bu adımların içeriği hakkında iktidar medyasında bilgi yer almıyor, sadece yüzeysel habercikler görüyoruz. İktidarın bir iki köşe yazarının konu hakkında yazmışlığı var, onlar da “Adı geçen ülkelerin güçlü ve önemli Türkiye karşısında aman dileyip masaya oturdukları” minvalinde tezvirat kaleme alıyorlar.
Kolay değil tabii...
Bunca yıl meydanlarda yuhalatılanlar, yerden yere vurulup lanetlenenlerle şimdi ne oldu da görüşmeye başlanıldı?
Yola mı geldiler?
Kimin hangi pozisyondan nereye geldiğini iktidar medyasına bakarak öğrenmek mümkün değil. Mecbur, uluslararası medyaya ve bu medyanın Türkçe servislerine göz atacaksınız.
O mecralardan, normalleşme için Türkiye’nin değil Mısır’ın ön koşullar getirdiğini öğreniyoruz.
Misal, Ankara Kahire’ye “Normalleşme istiyorsan Müslüman Kardeşleri terörist örgüt olarak görmekten vazgeç” demiyor, diyemiyor. Tam tersine Kahire Ankara’ya “Normalleşme istiyorsan Müslüman Kardeşlerden desteğini çek” diyor.
Somut olarak Kahire, Ankara’dan sürgündeki Müslüman Kardeşler örgütüne ev sahipliği yapmaktan vazgeçmesini istiyor. Kahire’nin bu talebi doğrultusunda Türkiye’deki İhvan medyasının faaliyetinin tamamen durdurulduğu, çok sayıda örgüt mensubunun başka ülkelere geçmek zorunda bırakıldığı haber veriliyor.
Bu haberler Türkiye’deki iktidar medyasında elbette ki yer almaz. Ortada iktidardaki taban erimesinin nihayet sirayet ettiği İslami muhafazakâr seçmenin gururunu okşayacak bir vaziyet yok çünkü.
İktidar, İslami muhafazakâr tabanının da kendisinden uzaklaşmaması için koyu dinci bir iç politika hattına sığınırken, dışarıda Müslüman Kardeşleri adeta satıyor. Dış politikanın iç politika için yapılmasına alıştığımız AKP Türkiye’sinde yönetilmesi zor bir çelişkidir bu.
İktidarın Ortadoğu’da başlattığı çark hareketi büyüktür ama tarihsel değildir. Bu, mecbur kalınan devasa bir taktik ricattır.
İktidarın göze olumlu görünen her hareketini hayra yorma eğilimindeki bazı iyi niyet okuyucusu gözlemcilerin tevil ettikleri gibi, bu çark hareketi bir “restorasyon” değildir. Çünkü “restorasyon” sözcüğü anlamı gereği sürdürülebilirliği ve kurumsallığı öngörür. Dış politikada gerçek bir restorasyon başlatsanız da bundan verim almak için niyetinizin ne olduğu kadar yabancı muhataplarınızın da ciddiyet ve samimiyetinize güvenmesi şart. Erdoğan iktidarının en büyük engeli de bu işte: Dünyanın belli başlı bütün aktörlerinin nezdinde yitirdiği güven ve inandırıcılık. Mısır bu yüzden Erdoğan Türkiye’si ile normalleşme yolunda gereken kalıcı adımları atmakta acele etmiyor.
Erdoğan iktidarı Türk dış politikasının acil restorasyon ihtiyacını karşılamak için gereken kapasiteden yoksundur.
Dış politikada kurumsal ve öngörülebilir temelde, laik ve barışçıl karakterli, güven inşa eden, kapsamlı dönüşümünü sağlayacak olan bir restorasyon, ancak iktidar değişikliğiyle mümkündür. Türk dış politikasının restorasyonu, Türkiye’de laik ve demokratik bir hukuk devletinin kurulmasını hedefleyen geniş tabanlı bir restorasyon hareketinin parçası olmak zorundadır.