Fikret Bila
Danıştay kararının anlamı
Danıştay 10. Dairesi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmasını hukuka uygun buldu.
10. Daire, bu kararını, Danıştay Savcısı’nın, Erdoğan’ın yasama yetkisi kullanamayacağı, bu nedenle tek imzayla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararının iptal edilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmesine rağmen aldı.
Erdoğan’ın imzasını onaylayan Daire Kararı hem hukuka aykırı hem siyasi bir karardır.
Hukuka aykırı yönünü Türkiye’nin değerli hukukçuları açık biçimde kamuoyuna anlattılar. Cumhurbaşkanı’nın bir kanunu tek imza ile ortadan kaldıramayacağını, bunun anayasaya aykırı olduğunu söylediler.
10. Daire, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendini yasama organı yerine koyup kanun da çıkarabileceği kanun da iptal edebileceği gibi garabet bir karara imza atarak tarihe geçti.
Danıştay 10. Dairesi’nin bu kararı sosyal ve siyasal olarak ne anlama geliyor?
Sosyal açıdan baktığımızda bu karar kadına şiddetin onaylanması anlamı taşır. İstanbul Sözleşmesi, kadına ve çocuğa şiddetin önlenmesi, şiddet uygulayan erkeğe karşı korunmasını sağlayan bir uluslar arası sözleşmeydi.
İstanbul Sözleşmesi’ne kimler karşıydı?
Kadını ikinci sınıf gören cemaatler, tarikatlar ve onlarla aynı görüşleri paylaşan İslamcı siyasiler.
Erdoğan; cemaatlerden, tarikatlardan ve yüzde 1 bile olsa oyuna muhtaç olduğu partilerden gelen baskı ve “oy vermeyiz” çıkışı karşısında, büyük bir övünçle Başbakan olarak imza attığı sözleşmeden Cumhurbaşkanı olarak Türkiye’yi çıkardı.
Cemaat ve tarikatlar bu Sözleşme’ye neden karşıydı?
Çünkü Sözleşme, kadını erkekle eşit görüyor, erkeğin kadına şiddet uygulamasını reddediyor, kadının beyanını esas alıyor ve yeterli görüyordu.
İşte cemaat ve tarikatlar bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını savunuyorlardı.
Bu Sözleşme, eşlerine, kızlarına, kadınlara istedikleri gibi şiddet uygulamalarını, kadınların bu şiddeti sineye çekip evlerinde oturmalarını önlüyordu. Kadınlar Sözleşmesi’nin güvencesiyle karakola gidip şiddet uygulayan eşlerinden şikâyetçi olabiliyorlar ve kadın koruma evlerine sığınabiliyorlardı.
İşe itiraz bunaydı.
Tartışmalar içinde “40 yıllık karımıza bir fiske vuramayacak mıyız, bir tokat attık diye karakolda hesap mı vereceğiz” diye itiraz eden, yaşını başına almış erkek şikâyetçiler vardı.
Kararın siyasi yönüne gelince.
Danıştay 10. Dairesi, iktidarın beklediği yönde karar verdi. İktidar, Cumhurbaşkanı’nın, tek imzayla, kanun niteliği kazanmış İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını bekliyordu. Karar da ö yönde çıktı.
2’ye karşı 3 üyenin oyuyla Erdoğan’ın imzasını onaylayan bu kararda, 3 oydan biri kadın üyeye ait. Bu üyenin de daha AK Parti döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi hukuk bürosunda görevli olduğu bilgisi kamuoyuna yansıdı.
İnsanlık tarihinin en eski ve en acımasız tahakkümü erkeğin kadına tahakkümüdür. Bu tahakküm kadının öldürülmesine kadar varır. Erkek egemen toplumlarda erkeğin kadını öldürmesi, hele namus adına yapılmışsa onaylanır, hatta yüceltilir.
Namus olgusu erkekler tarafından üretilmiş ve toplumsal hayatı biçimlendirecek güçte bir kurucu yasa olarak kullanılmıştır. Amacı; erkeğin, kadını her yönüyle kullanmasını hak olarak tanımak, toplumu erkeğin cinsel, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal çıkarlarına göre düzenlemektir.
Böyle de olmuştur.
Toplumların adil, eşit, özgür, medeni bir aşamaya ulaşmaları için önce erkeğin kadına tahakkümüne son vermesi ve feodal yapıdan gelen “erkeğin üstünlüğü” kabulünü terk etmesi gerekir.
Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’yle bu yönde önemli bir adım atmışken, iktidarın cemaat ve tarikatları memnun etmek için bu Sözleşme’den hukuka aykırı biçimde çıkması çok ciddi bir geri adımdır.
İktidar değişikliğinde yapılacak ilk iş İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe sokulması olmalıdır.