Kadri Gürsel
Anti-Erdoğanizmi aşmak için
Türkiye’de bugün toplumsal tabandaki en güçlü cereyan “anti-Erdoğanizm”dir ve bu karşıtlık hali, neredeyse kendisi kadar güçlü olan bir siyasal değişim arzusuyla iç içe geçmiştir.
Anti-Erdoğanizmi herhangi bir muhalif grup, parti, örgüt ya da “dış güç” yaratmamıştır. Anti-Erdoğanizm, bizatihi AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yıllardır izleye geldiği siyasetin eseridir.
Bu siyasetin ve kendi tabanındaki karşılığının adı “Erdoğanizm”dir. Türkiye’yi bugün içinde bulunduğu tam teşekküllü sistem krizine Erdoğanizm sürüklemiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bundan sonra ne yaparsa yapsın “Anti-Erdoğanizm”i aşamayacaktır. 2010’dan bu yana adeta “yakıp yıkarak” yol alan Erdoğanizm, neden olduğu tam teşekküllü krizden Türkiye’yi iktidarda kalarak çıkarmanın hemen tüm imkanlarını kendi elleriyle yok etmiş bulunuyor.
Türkiye’ye, çözümsüzlük batağında ve krizler içinde debelendiği bir geleceği vaat etmek de imkânsız, çünkü artık Erdoğanizmin toplumdaki değişim talebine karşı uzunca bir süre direnmek için yeterli siyasi sermayesi yok.
Erdoğanizm özetle şunları yaparak kendisini çıkmaza soktu ve “Anti-Erdoğanizm”i üretti: Eski ortağı Fethullahçı örgütün 2016’daki başarısız darbe girişimini fırsat bilen iktidarın Türkiye’ye dayattığı ucube siyasi sistem, süreklilik arz eden bir ekonomik kriz üretti. Türk Lirası’nın 2018 yazındaki ani değer kaybı ile başlayan kriz dalgalı bir seyir izlerken Türkiye artan işsizlik, hayat pahalılığı, enflasyon ve yoksullukla karşı karşıya. Ülke tarihinde ilk kez bir iktidar ekonomik krizden çıkış için somut, kapsamlı ve güven veren bir program sunmaktan aciz görünüyor ve bu hal üç yıldır sürüyor.
Gelir dağılımındaki adaletsizliğin derinleştiği Türkiye’de, iktidarın büyük ve küçük mensuplarının ve kamu kaynaklarından beslenen, iktidara bağlı tufeyli takımının hayatlarındaki kaynağı müphem şatafat ve aşırı lüks, medya özgürlüğü olmasa bile halk tarafından fark edilmekte ve bu incitici çelişki “Anti-Erdoğanizm”i beslemektedir.
Erdoğanizm, ekonomide serbest rekabeti ve girişim özgürlüğünü gücü yettiği oranda ortadan kaldırmıştır. Yerine konan, çarpık, adaletsiz ve keyfi bir kumanda ekonomisidir.
Bu dejenere düzen bir tarafta iktidarın oligarklarını, diğer tarafta da bu küçük azınlıkla kıyaslanamayacak kadar büyük bir mağdurlar kesimini yarattı.
Erdoğanizm, Fethullahçı örgütün kendisine karşı düzenlediği 17-25 Aralık 2013 operasyonlarından itibaren, bekası için çareyi olağanüstülük halini sürekli kılmakta gördü ve bu amaçla hukuku ve anayasayı askıya aldı. “Olağanüstülük hali” Fethullahçı örgütün 2016’daki darbe girişiminden sonra bir “müesses nizam”a dönüştürülmek istendi.
Medya özgürlüğü alabildiğine budandı. Anayasal hak olan düşünce ve toplanma özgürlüğü neredeyse kullanılamaz hale getirildi.
İktidarı rahatsız eden her türlü eleştiri, “darbecilik”, “hainlik” ve “bölücülük”le eş tutuldu ve kovuşturmaya uğratıldı.
Demokrasinin olmazsa olmazı siyasal muhalefet adeta şeytanlaştırıldı. Sanat ve sanatçılar baskı altına alındılar.
İnsanların çeşitli biçimlerde farklı olma ve farklılıklarını yaşama hakları inkâr edildi.
Yaşam tarzlarına küstahça müdahale edildi ve “kasaba muhafazakârlığı” bir norm olarak tüm topluma dayatılmak istendi.
Bütün bunların yapılması için de yargı bir silah olarak kullanıldı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasının silinmek istenmesi, kadın haklarında ve eşitlikte geriye gidiş, laiklik başta olmak üzere cumhuriyetçi değerlerden sistemli biçimde uzaklaşılması, bazı kesimlerde zaten var olan Erdoğan karşıtlığını daha da güçlendirdi.
Ezcümle, normale yakın bir ülkede yaşama isteğinin haksız ve yapay gerekçelerle reddi, geniş toplum kesimlerinde anti-Erdoğanizm reaksiyonunun doğarak kök tutmasına neden olmuştur.
Mamafih, tabandaki bu anti-Erdoğanizm siyasal değişim talebiyle birlikte bugün muhalefeti bir korse gibi ittifak çerçevesi içinde tutmaya hizmet etse de Türkiye’nin demokrasi hedefi açısından sakıncalıdır.
Mottosu “Erdoğan gitsin de kim gelirse gelsin” olan bir “anti-Erdoğanizm” sonunda “Erdoğansız Erdoğanizm”e hizmet edebilir diye korkarım.
Erdoğan iktidarı, evet, bir tek adam rejimi ama Erdoğan’dan ibaret değil. Devleti ele geçirmiş, halktan toplanan vergilerden oluşan kamu kaynaklarını dilediği gibi, Meclis’e hesap vermeden dağıtmış ve kullanmış büyükçe bir maddi menfaat ağı... Bekasını demokrasi ve hukukun yokluğuna borçlu olan bu zümre sisteminin bürokrasi içinde de güçlü ortakları var.
Bu nedenle, Türkiye’nin sorununun bir şahıstan öte o şahsın adıyla anılan bir sistem olduğu kabul edilmelidir.
Geniş bir toplum kesiminin zihnindeki anti-Erdoğanizm tezahürü, Türkiye’nin tüm meselesinin Erdoğan’ın şahsına indirgenmesi ve Erdoğan’ın siyaset sahnesinden çekilmesiyle her şeyin düzeleceğinin sanılması olabilir mi? Öyle ise bu anlayış bir sistem olarak Erdoğanizmin ya da sistemin güçlü unsurlarının demokrasi ve hukukun hilafına siyasi ömürlerini uzatmasına fırsat sunabilir.
Bu ihtimallerin ortadan kaldırılması için toplumsal muhalefetteki en güçlü cereyan olan anti-Erdoğanizmin şimdiden aşılması gerekiyor. Bunu başaracak olan da siyasal muhalefetten başkası değil.
Siyasal muhalefet, ya da somut ifadesiyle Millet İttifakı toplumdaki değişim talebini şahıs değişikliğinden alıp rejim değişikliği eksenine taşımadıkça potansiyel demokrasi engeli olan anti-Erdoğanizm nötralize edilemez.
Millet İttifakı’nın, güçlendirilmiş parlamenter demokrasi, hukuk devleti, laiklik ve barışçı dış politikayı hedefleyen bir ortak program açıklayarak siyasi söylemini bu doğrultuda biçimlendirmesi “Erdoğansız Erdoğanizm” tehlikesinin savuşturulması için de gerekiyor.