Onur Alp Yılmaz
AK Parti’nin Hegemonyası (2): Minnet Ekonomisi ve İki Ulus
2023 seçimlerini 2018 seçimlerinden ayıran en temel farklardan biri de şüphesiz iktisadi koşullardı. 2023 seçim sürecinde dış yatırımcıların, seçmenin ve medyanın muhalefete bu seviyede şans tanımasının başat nedeni de ekonomideki kötü gidişattı. Ancak iktidar, ekonomik krizi de yaşam tercihleri ve tüketim alışkanlıkları açısından farklılaşmış, adeta “iki farklı ulus” biçimini almış mevcut toplumsal yapıda kendi seçmenleri lehine yönetmekte başarılı oldu. Bunun iktisadi hayatı aşan bir boyutu da vardı: kendi yandaşlarına “suç işleme özgürlüğü”nü sağlayan, onları “ulusun saygın parçası” içine dahil eden pozitif kayırmacı yaklaşımdı. Ancak bu, bir de iktisadi politikayla desteklenmişti. İktidar, kent ve kır, orta sınıf ve yoksul, seküler ve muhafazakâr gruplarda ilk sırada sayılanlarla ikinci sırada sayılanların bir kesişimini yaratıp ikinci sıradakileri konsolide edecek bir iktisadi politika benimsemiştir. Bu, iktidarın kutuplaştırma politikasının iktisadi alana uyarlanmış halidir.
Bunun nedeni, iktidarın orta sınıftan oy alamadığı ön kabulüyle bir iktisadi politika uygulamasıdır. Diğer bir beyanla, refah ve kriz de iktidar tarafından seçmen davranışına göre dağıtılmıştır. Buna göre iktidar, orta sınıf ve alt gelir grupları arasındaki gelir dağılımı makasını daraltmak pahasına bir iktisadi politika izlemiştir. Bunun sonucunda enflasyonist politikaların etkisi her gelir grubu tarafından aynı oranda hissedilmemiştir. Her şeyden önce büyükşehirlerin dışında kalan bölgelerde kira ve ulaşım gibi büyükşehir seçmeninin en büyük gider kalemlerini oluşturan hizmetlere erişimin maliyeti görece daha düşüktür.
Bununla bağlantılı bir diğer neden de yaşam tercihleridir. İktidarın aleyhine bir iktisadi politika izlediği orta sınıfın, tüm dünyada olduğu gibi tüketim sepeti çok daha çeşitlidir. Bu sepette yaz tatili ve alkollü içecek gibi mal ve hizmetler yer almaktadır. İktidar, bahsi geçen mal ve hizmetlere ortalama fiyat artışlarından çok daha yüksek zamlar uygulayarak bütçe açığını kendi seçmeni olarak kodladığı ve konsolide etmeye çalıştığı kitleleri en az etkileyecek şekilde kapatmaya çalışmaktadır. Bunun çarpıcı sonuçlarından biri, Adamor’un Temmuz 2023 tarihli Türkiye Endeksi raporunda görülmektedir: Yaz tatili yapmak, maddi imkânsızlıklar nedeniyle günden güne bir orta sınıf alışkanlığı olmaktan üst sınıf alışkanlığı olmaya doğru gitmektedir.
Dolayısıyla iktidar, yaşam pratikleri, sosyal sınıf, yerleşim bölgesi ve paylaşılan değer setleri bağlamında adeta iki ulus yaratmakta başarılı olmuş ve uyguladığı iktisadi politikayla kendine ait toplumsal parçanın yaşanan krizden en az şekilde zarar görmesini sağlamıştır. Öyle ki renklendirilen kümelerde asgari ücretli oranı arttıkça Erdoğan’ın oy oranı da artmaktadır.
Çizelge 1: İstanbul Mahallelerinin SES Düzeylerine Göre Kemal Kılıçdaroğlu ve Recep Tayyip Erdoğan’ın Oy Oranları (Cumhurbaşkanlığı Seçimleri 2. Tur)
Not: A+ En Yüksek, E ise en düşük Sosyo Ekonomik Statüyü (SES) gösterir.
Çizelge 2: SES’e Göre Mahalle Nüfus Dağılımı (İstanbul)
Not: A+ En Yüksek, E ise en düşük Sosyo Ekonomik Statüyü (SES) gösterir.
Çizelge 1-2’de de görüldüğü gibi iktidar, İstanbul’da dahi C, D ve E gruplarında kümelenen yaklaşık %55’lik seçmen grubunda çoğunluğun oyunu almaktadır. Şüphesiz bunun bir nedeni de sosyal yardımlar vasıtasıyla bu gelir gruplarının desteklenmesidir. İktidarın yoksulluğu arttırarak yönetmeye dayanan iktisadi politikasının temelinde yaşam pratikleri, sosyal sınıf, yerleşim bölgesi ve paylaşılan değer setleri bağlamında yarattığı iki ulusun kendine ait parçasını büyütme düşüncesi yatmaktadır. Bu vasıtayla iktidar: i) Kendisiyle özdeşleşen bir kavram olan “İslami hayırseverlik” algısını güçlendirerek seçmeniyle bağını kuvvetlendirmekte, ii) Şeffaflıktan uzak bu kaynak dağıtım vasıtasıyla vergi yükünü yıktığı orta sınıflar ile alt sınıflar arasındaki gelir makasını kayıt dışı bir biçimde daraltmaktadır.
Hayırseverlik ağlarına dayanan bu kayırmacı iktisadi politikaya literatürde “minnet ekonomisi” denmektedir. Bourdieu ve Mauss gibi önemli yazarların ilgisine mazhar olan bu ilişki, cömert bir veren ile minnet duyan bir alıcıya dayanır. Mauss, “Armağan Üzerine Deneme” adlı eserinde bu ilişkinin kendini sürekli ürettiğini belirtir: Bu tarz bir hayırseverlik ilişkisi; i) Alınan malın yerine geçecek bir karşılık verme arzusu, ii) Grup içi dayanışma ağları, iii) Karşılıklılık ve yükümlülük yaratır. Bu anlayışa göre, hediye kendini her tekrar ettiğinde aynı zamanda bir karşılık da bekler. İktidarın yaptığı gibi kapitalist sistem içinde hayırseverlik ve İslam’ın harmanlanmasıyla beraber de “minnet ekonomisi” teolojik olarak kurumsallaşır.
Cemaat ve tarikat ağları vasıtasıyla örgütlenen bu tip “hayırsever” kurumsallaşmaların 20. yüzyıl boyunca Ortadoğu’da İslamcı partileri iktidara getirdiği bilinmektedir. Mauss, hayırseverliğin toplumsal yapıyı yeniden inşa ettiğini söylerken bunun üç temel çıktı ürettiğini ifade eder: i) Toplumu eşitsiz biçimde yeniden kurar. ii) Bir hiyerarşi kurarak güç farklılıklarına hem rıza üretir hem de kurumsallaştırır. iii) Bu da tartışılmaz ve kudretli bir yöneten kişi/kişiler rejimine meşruiyet sağlar. Nitekim Singer de İslami bir terminoloji olan sadaka biçiminde isimlendirdiği bu ilişkinin ürettiği çıktının bağımlılık, şükran ve itaat olduğunu belirtir.
İktidarın yukarıda açıklanan mantığa dayanan sosyal yardımlarının yarattığı karşılıklı muhtaçlık ilişkisinde verilen yardımların oy olarak geri dönmemesi durumunda yardımların tekrar etmeme ihtimali oldukça yüksektir. Yardımların sürekli tekrar etmesinin önüne geçebilecek bir diğer faktör de elbette iktidarın kaybedilmesidir. İktidarın, muhalefetin sosyal yardımları keseceğine dair yaptığı propagandanın sebebi de seçmeniyle arasında kurduğu bu karşılıklı bağımlılık ilişkisi ve sosyal ağlara dayanmaktadır. Bu propaganda, aslında iktidarın sosyal yardımlara muhtaç hale getirdiği seçmenlerine aralarında varoluşsal bir ilişki olduğunu hatırlatmasıdır.
Nitekim iktidar partisinden uzaklaşan seçmen iktidarın temsil ettiği aşırılıktan daha da büyük bir aşırılığa yönelmektedir. İstanbul’da iktidarın en baskın olduğu mahalle kümeleri olan C, D ve E’den Türkiye genelinde aldığı oy oranının üstünde oy alan YRP’ye dair bu veriler ayrıca iktidardan uzaklaşan seçmenin aynı blok içinde kalma kaygısını da göstermektedir. Bunda, sosyal yardımlar vasıtasıyla seçmenlerin yöneten kişinin tartışılmazlığına ürettikleri rızanın da ciddi payı vardır.
Bu bağlamda iktidarın bu alandaki hegemonyasının nasıl aşılacağı, bir sonraki yazının tartışma konusu olan lider kültünün tartışılmazlığıyla beraber tartışılacaktır.