Haldun Solmaztürk
Demokrasi Bir Başka Bahara III ‘Mat’
Satranç, yarısı beyaz, yarısı siyah otuz iki taşla oynanır. İki oyuncu vardır. Bu kadar taş ve farklı hamlelerle, sonsuz denebilecek sayıda ‘oyun’ geliştirilebilir. Oyunun hedefi rakibinizi mat etmektir. Bunu tek bir taş vermeden yapmanızla, elinizde kalan son iki taşla yapmanız arasında bir fark yoktur. Oyunu, ‘mat eden’ kazanır, çok taş alan değil, ‘mat olan’ hiç değil..
Muhalefet—Millet İttifakı—mat olmuştur. Bunun tevili mümkün değildir.
AKP puan kaybetmiştir, ama hem Cumhur İttifakı’nın adayı ‘cumhurbaşkanı’ olmuş, hem de Meclis çoğunluğunu kazanmışlar, oyunu almışlardır. Demokrasi kaybetmiştir..! Tabandaki isyanın nedeni, bu salt gerçeğin, hala çarpıtılmaya çalışılmasıdır..
Sosyal yardımlar, seçim rüşvetleri, af vaadi, hepsi rol oynadı. Cemaatler, tarikatlar, aşiretler, bürokrasi, hatta valiler, kaymakamlar, rektörler—ve ‘asker’—iktidara açıktan destek verdiler. Medya, TRT, Anadolu Ajansı, muhalefete ambargo uyguladı. Ama yine de muhalefetin, bu kadar uzun süre, bu kadar kötü yöneten iktidar karşısında, çok daha başarılı olması beklenirdi.
CHP yönetiminin, Atı alan Üsküdar’ı geçtikten—ve İyi Parti başka limanlara yelken açma temayülüne girdikten—sonra ‘Millet İttifakını’ ve hayati önemini nihayet keşfetmiş olması, ‘ders alma’ söylemi olumludur, ama yeterli değil.. Genel başkan yardımcısı “gerekli dersleri çıkarmak için üç koldan analiz yapacağız” diyor. Örgütler, seçimlerde örgütlenme ve çalışma yöntemleri konusunda arzu edilen noktada değiller-miş. Genel Merkez ve ‘liderlikten’ hiç bahis yok.. ‘Sağduyulu’ kadrolardan, ‘sağduyulu’ siyaset anlayışından söz ediliyor. Ama maksat ve hedef hala kayıp.. Seçim sürecinde olduğu gibi..
Bir türlü odaklanılamıyor.. Meydanlara ‘daha çok’ insan toplamanın ötesinde seferber olunamıyor. Medyanın kullanımı bir felaket.. Söylemler, Genel Merkez’le İnce arasında da, CHP ile diğer ‘müttefikler’ arasında da bir türlü senkronize edilemiyor. Dört parti, ‘Seçimden sonra kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti ve demokrasiyi inşa etme konusunda irade birliği içinde olduklarını” ortak deklarasyonla açıklıyorlar. Ama ‘parlamenter sistem’ vurgusu yapılamıyor..
İletişim—dil, üslup, içerik—ayrı bir felaket.. Bir elin parmakları kadar bile olmayan ‘dost’ medyayla—ve onlar üzerinden—kavga ediliyor. Heyecanlar aklın üstüne çıkıyor.
Muhalefetin, ilgi çeken, düşündüren hikayeleri yok.. Seçim kampanyasına muğlak sloganlar hakim.. ‘Bir yiğit memleketi kurtarır’, CHP’nin geleneksel tabanında heyecan yaratıyor, ama asıl etki yaratması gereken grupta itici etki yapıyor, ittifakın diğer üyelerini dışlıyor. ‘Barışacağız, büyüyeceğiz, hakça bölüşeceğiz’ de güzel bir slogan.. Ama kritik grubun duymayı beklediği daha farklı, daha somut, daha anlamlı şeyler.. Barışmak, büyümek, hakça bölüşmek için demokrasiye ihtiyaç olduğu anlatıl(a)mıyor. Demokrasi söyleminden, güçlü bir demokrasi vurgusundan niçin ‘kaçınıldığını’ anlamak ve açıklamak çok zor..
Kürtlerle PKK/YPG’nin ayrı tutulması ve sorunun varlığının teslim edilmesi aklın gereği.. Ama, utangaç bir tavırla, çözüme esas alınacak parametreler, sınırlar, kırmızı çizgiler muğlak bırakılıyor. Sorunun çetrefilli yönleri ‘kurnazca’ yok sayılıyor. Ucu açık bir ‘müzakere’ sürecine girilebileceği izlenimi, zaten endişeli olan hedef kitleyi daha da ürkütüyor.
Eski ABD Adalet Bakanı Michael Mukasey ve eski New York Belediye Başkanı Rudolp Giuliani’nin, Zarrab’ın avukatları olarak ‘gizlice’ Türkiye’ye gelip, Tayyip Erdoğan’la ‘diplomatik çözüm’ pazarlığı yapmalarını, davanın Amerika’daki hakimi ‘tuhaf’ buluyor, ama buradakiler öyle bulmuyor ki hiç gündeme getirmiyorlar.
Ortadoğu’daki kaos, parçalanan ülkeler, İsrail’in saldırgan politikaları, İran’a yönelik hukuk dışı tehditler, 4 milyonu Türkiye’de yaşayan sığınmacılar, Suriye’de ABD himayesinde kurulan ‘Rojava’, PKK/YPG’den temizlenen alanlarda yerleşen cihatçı gruplar, Kıbrıs, işgal altındaki adalar, velhasıl tüm Türk dış politikası, 20 uçakla Kandil’e yapılan hava taarruzları, Menbiç ‘devriyesi’ ve ambargo konmuş 1 adet F-35 uçağına indirgeniyor. Seyrediliyor..!
Kılıçdaroğlu, “Suriyelilerin evini, yolunu, parkını, hastanesini [herhalde bizim vergilerden] yapacağız. ‘Buyrun kardeşim, gidin’ diyeceğiz. Bu kadar basit..” diyor. Erdoğan da aynı şeyi söylüyor, üstelik o yapıyor—yine bizim vergilerden.. Ama ikisi de sonrasını anlatmıyor. İnce, ‘Şam’la ilişkileri tekrar tesis edeceğiz’ derken, anlaşılmaz bir şekilde, ‘Rusya kuşatıyor’ deniyor.. Büyük Orta Doğu Projesi’nden, Suriye’nin, Irak’ın geleceğinden hiç bahis yok..
Avrupa Birliği ile ilişkiler 12 yıldır askıda, Avrupa Konseyi Türkiye’yi tekrar izleme sürecine almış.. Sadece ‘ilişkileri geliştireceğiz’ gibi muğlak ve anlamsız bir beyan, o kadar..!
Şehirlerde, kırsalda, her gün bir başka silahlı çatışma, baskın, suikast, cinayet.. 19. yüzyıl Amerikası’ndaki vahşi Batı’dan beter.. Trafik kazalarında ölenler terör kurbanlarından kat be kat fazla.. Bunlar hiç gündemde yok, ne CHP’nin, ne İnce’nin.. (Belki biraz CHP’nin..) “Dediydi, yok demediydi, oynat bakalım, başa al, dur orada..!” Orta oyunu..!
İnce, başlangıçta güçlü bir heyecan yaratıyor. Söylemleri ilginç, dikkat çekici.. Ama giderek kendini tekrar etmeye başlıyor, ‘karşı mahallenin’ ilgisi azalıyor. Meclis kürsüsünde, iki ayda bir, 4-5 dakika hazırlıklı konuşma yapmakla, yoğun bir propaganda döneminde her gün iki-üç konuşma yapmak elbette aynı şey değil.. Çok zor.. Yoğun tempoda, yoruldukça daha çabuk sinirleniyor. Eleştiriye, öneriye tahammülsüz, dinlemeye sabırsız.. Sabitlenmiş zihni haritaları duygusal zekasını olumsuz etkiliyor. Kritik konularda, ayak üstü ve çabuk hükümler, demeçler veriyor. CHP gibi, onun da basınla ilişkileri pek sağlıklı değil..
Çok fazla ‘Ben’ diyor.. Takım çalışmasına yatkın, istekli değil.. Aynı lider ‘tipini’, aynı liderlik yöntemini, yönetim iklimini, üslubunu temsil eden bir Erdoğan zaten var.. İkinci bir Erdoğan ilgi çekmiyor.. Ezcümle, İnce henüz liderliğe hazır değil..
İlk işaret “Amerikalılar beni aradı” çıkışıyla geliyor. Düzeltilemiyor, belki de düzeltilmiyor. Tam aksine, ısrar ediyor, sürdürüyor: “Bugün ABD’liler tekrar beni aradılar. Dediler ki..” Sonunda Kılıçdaroğlu, “..bazı usûl eksiklikleri var, ama çok hayati eksiklikler değil. Bu dosyalara göre Amerika’nın Gülen’i bize iade etmesi lazım” deyiveriyor. Sonun başlangıcı..!
Ve ‘geliyorum’ diyen felaket geliyor..
31 Mayıs 2018, Malatya’da bir ‘iftar’.. Türkiye (!) Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu düzenliyor. Konfederasyon başkanının oğlu AKP Malatya milletvekili adayı.. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı da orada, Ankara’dan gelmiş.. Duvarlarda, sahnede, salonun her yerinde, devasa ‘AK Parti’ ve ‘Erdoğan’ seçim sloganları, posterler, logolar. Erdoğan, yine de “Her şeyden önce Malatya’daki iftar, parti iftarı değil” diyor.. Aslında bu, ‘iftar’ bile değil..
AKP Genel Başkanı uzun bir propaganda konuşması yapıyor. Bir yerinde, “Esnaf kardeşlerim şunu çok iyi bilirler, çırağa dükkan teslim edilmez” diyor, konfederasyon başkanına da, “Öyle mi?” diye soruyor. Başkan Bey önünü ilikleyor, ayağa kalkıyor, teyit ediyor. Belli ki bu bir mizansen.. “Bendevi Bey öyle dediğine göre öyledir—çırağa dükkan teslim edilmez. Siyasetin çıraklarına da Türkiye emanet edilmez” diyor. Muharrem İnce’yi kastettiği açık.. ‘Bravo’ sesleri ve alkışlar; alkışlayanlardan biri de 2nci Ordu Komutanı. Üniformasıyla protokol masasında.. Gülüyor, alkışlıyor, yanında oturan TOBB Başkanı’na da ‘hissiyatını’ aktarıyor.
Erdoğan, “Siyasette hiçbir başarısı, hiçbir tecrübesi olmayanlara ülkenin yönetimini asla veremeyiz” diye devam ediyor. İnce, ertesi gün, ayak üstü verdiği bir demeçte, “30 Ağustos’ta ilk emekli edeceğim general, o general.. Onun apoletlerini sökeceğim” diye tepki veriyor. Ve—düzelteceğine—birkaç gün daha ısrarla aynı söylemi sürdürüyor.. Yine düzeltilmiyor..
Erdoğan, ellerini ovuşturarak, “Muharrem İnce, millet sana Metin Temel Paşa’nın apoletlerini sökecek fırsatı hiçbir zaman vermez, ama seni sandığa öyle bir gömer ki..” diyor. Ayrıca, “Tüm şehir protokolü gibi elbette 2nci Ordu Komutanımız da oradaydı. Üstelik bizim Metin Paşamız’la Zeytin Dalı harekatından gelen çok yakın bir hukukumuz var” diye ilave ediyor.
İsimlerinin başında ‘Türkiye’ olan iki büyük meslek kuruluşu AKP propaganda etkinliği organize ediyorlar. Birinin başkanının oğlu AKP adayı, seçime giriyor.. Tüm ‘devlet’ protokolü, tam kadro açıkça seçim toplantısı yapılan mekanda, AKP’lilerle yanyana, içiçe.. Ordu komutanı biri.. İnce, hala neler olduğunun ve olayın nerelere gittiğinin farkında değil.. O ‘alkışa’ takılmış.. Sanki, general alkışlamadan otursa problem yok, herşey normalmiş gibi.. İş, “Sen söktüğün apoletleri FETÖ’ye mi taktın?” abukluğuna gidiyor. ‘Seninki benden kara’ gibi.. Söylenecek o kadar çok şey varken.. Genelkurmay Başkanı’nın (şimdi Milli Savunma Bakanı) cumhurbaşkanı aday adayı Gül’e helikopterle yaptığı ‘özel’ ziyareti bile anmıyor..
Ve sonunda “Adam kazanıyor.."
Hemen Erdoğan’ı arayıp kutluyor, bütün olanlar ve söylenenlerden sonra.. Bir başka ülkede, bir başka dönemde, bir başka siyasetçi elbette kutlanabilir, kutlanmalıdır da.. Ama, İnce’nin mevcut koşullarda Tayyip Erdoğan’ı tebrik etmesi, yaşanan her şeyi—ve hatta bundan sonra olacakları—normal kabul etmek, meşrulaştırmak anlamına geliyor. Bu basit bir siyasi nezaket veya onu seçenlere saygı meselesi değil.. İnce bunun da farkında değil.. (Bugün de değil..!)
AKP, hemen “Muharrem İnce, CHP’nin doğal lideri oldu” diyerek devreye giriyor.. İnce de “Diğer muhalefet parti üyeleri çok düşük oy aldı. ..10’un üzerinde oy alsalardı, seçim ikinci turdaydı zaten.. Umduğum gibi olmadı ne yazık ki..! diyor, hemen ertesi gün.. Burada hiçbir öz eleştiri yok.. Bu gerçekçi değil, adil de değil, doğru da.. Siyasette sonucu ‘umduğunuz’ değil, yaptığınız—ve yapamadığınız—belirler.. Ama önce aynaya bakmayı bilmelisiniz.
Bir de ‘ahde vefa’ var..! “Ben buradayım. Bana derlerse yürü önümüzden, ben yürümeye hazırım” diyor. “Bir daha asla Kılıçdaroğlu’na karşı aday olmam” diyen de kendisi.. Kılıçdaroğlu, “Çalıştı, mücadele etti, hepsi doğrudur. ..Ama beklentinin altında kaldı—kendi ifadesi..” diyerek, hiç de sandığı kadar başarılı olmadığını ihsas ediyor. Aslında haklı..
Oturup yüzyüze konuşmuyorlar, tam bir hafta..! Sonra, bir aile yemeğinde biraraya geliyorlar. Heyecanların yatıştığı, eşlerinin de katkısıyla sağlıklı bir iletişim başlatabilecekleri umulurken tam aksi oluyor.. İnce, ertesi sabah erkenden basının karşısına çıkıyor, ayak üstü, “Kendisine onursal başkanlık teklif ettim. Yarış içinde olmayacağımı söyledim. ..ama ‘Hayır’ derse örgüt kendisi çözecektir bu işi” diyor. Kılıçdaroğlu, “Özel bir yemekti, bağlamından koparılması nezaketsizlik” diyor, nezaketle.. İnce’nin basına açıklaması nezaketsizliğin (!) üstüne bir de tüy dikiyor..!
CHP’de, ‘lider’ değil, kangren haline gelmiş bir ‘liderlik’ sorunu var.. Ama, İnce beklenen ‘Mesih’ değil.. Bu sorun mesihlerle (!) çözülebilecek bir sorun da değil.. Aynı yönetim, aynı kafayla hiç değil.. Sorun ‘kişilerden’ çok siyaset ve siyaset yapma tarzı, kültür sorunu.. Bunu elbette kişiler düzeltecek, ama ‘kuyruksuz aslanlar’ değil.. 21. yüzyılda çözümler, ortak akıl ve ortak iradede, ‘memleketi kurtaracak yiğitlerde’ değil.. Ama mutlaka halkla, tabanla..
CHP böyle ne kokar ne bulaşır tutumla devam edemez, kitlelere heyecan veremez, veremiyor. Bir danışman, ‘inandırıcılık’ krizine ve ‘parti liderliğinin’ siyaset yapma tarzının sebep olduğu ‘hayal kırıklığına’ vurgu yaparak, görevinden ve partiden istifa ediyor. “Vatandaşlara söyleyecek sözümüz kalmadı” diyor. Daha ne desin..? Ne denebilir..!
CHP’nin bir amaca, hedefe, bir ‘davaya’ ihtiyacı var. Davasız bir CHP, her oyunda mat olmaya mahkumdur. Demokrasiyi amaç değil, ‘tramvay’ olarak görenlerin davası ortada.. CHP, kurucu ideallerine dönmeli, Atatürk Cumhuriyeti’nin ‘davasına’, demokrasi projesine sahip çıkmalıdır. Ve mutlaka büyük demokrasi koalisyonunu hedeflemelidir.
CHP ‘demokrasiyi’ içselleştiremez, demokrasiye, insanların daha mutlu, daha müreffeh, daha özgür ve daha güvenli yaşamaları için mutlak ihtiyaç olduğunu kitlelere anlatamazsa, ikna edemezse uzunca bir süre bu alacakaranlık kuşağında kalabiliriz.
Dava adamlarına, aklın ve sağ duyunun sesine, cesarete—ve eyleme—şimdi, bugün ihtiyaç var.. Yarın daha da geç ve çok daha zor olacak.
Ferman padişahın,
Dağlar bizimdir..