Fikret Bila
CHP Parçalanmamalı
İki turda tamamlanan seçimin en önemli sonucu Cumhur İttifakı’nın adayı Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi, Millet İttifakı’nın adayı CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun kaybetmesidir.
Seçimin diğer önemli sonucu ise partilerin aldığı oylardır.
Oylarını yükselten tek parti CHP’dir. 2018 seçimlerinde yüzde 22 olan oyu, bu seçimde yüzde 25’e yükseldi. Erdoğan yüzde 52 oyla cumhurbaşkanı seçilmesine karşın AK Parti’nin oyları 2018 seçiminde yüzde 42 iken bu seçimde yüzde 35’e düştü.
MHP’nin oyu yüzde 11’den yüzde 10’e inerken, İYİ Parti de 2018’de yüzde 10 olan oyunun altında kaldı. HDP ise 2018’de yüzde 12 olan oyunun 4 puan gerisine düştü.
Saadet Partisi 2018’de yüzde 1,35 oy almıştı. Ancak bu seçimlere CHP listesi içinde girdiği için oy oranını bilmiyoruz. Aynı şekilde CHP listesinden girdikleri için Demokrat Parti, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi’nin bu seçimde ne kadar oy aldıklarını bilmek mümkün değil.
CHP’nin oyu yüzde 25, Kılıçdaroğlu’nun oyu birinci turda yüzde 44, ikinci turda yüzde 48 olduğuna ve seçimi kaybettiğine göre şunlar söylenebilir:
Gelecek Partisi ve DEVA Partisi içinden çıktıkları AK Parti tabanından umulduğu kadar oy alamamışlardır.
İYİ Parti ve HDP’nin oyları düştüğü için Kılıçadaroğlu’na beklenen düzeyde katkı verememişlerdir.
Saadet Partisi, Yeniden Refah Partisi’nin gerisinde kalmıştır.
Kılıçdaroğlu’nun yüzde 44’den yüzde 48 çıkmasından Zafer Partisi’nin desteği ve CHP liderinin sığınmacılara karşı daha sert söylem kullanması etkili olmuştur.
Son olarak…
2018 cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefet partilerinin adayları Muharrem İnce’nin, Selahattin Demirtaş’ın, Meral Akşener’in ve Temel Karamollaoğlu’nun aldığı oyların toplamının yüzde 47,23 olduğu düşünülürse Kılıçdaroğlu’nun aldığı yüzde 48’le hemen hemen aynıdır.
Aynı şekilde Erdoğan 2018 seçimlerinde de 2023 seçimlerinde de yüzde 52 oyla seçilmiştir.
Bu veriler gösteriyor ki 2018 seçimlerine göre bu seçimlerde muhalefetin oylarında ciddi bir sıçrama yoktur. Aksine CHP hariç diğerlerinin oylarında düşüş vardır ve CHP listelerinden seçime giren partilerin seçim kazandıracak kadar bir katkıları olmamıştır.
İktidarın devlet gücünü sonuna kadar kullanmasına, kolayca vatandaşlık verdiği yabancılara oy kullandırmasına, bazı bölgelerde sandık sonuçlarının değiştirildiği iddialarına karşın Kılıçdaroğlu ve diğer liderler sonuçları kabullendiler. Kılıçdaroğlu, sadece iktidarın seçim kampanyasını yalan, iftira, montaj kasetlerle yürüttüğünü, bu nedenle ahlaki açıdan meşru olmadığını söyledi, dolayısıyla hukuki açıdan meşru olduğunu ilân etmiş oldu.
İkinci turun yapıldığı 28 Mayıs 2023 tarihinden bu yana televizyonlarda sadece Kılıçdaroğlu ve CHP tartışılıyor.
Ancak CHP kadar Millet İttifakı’nı oluşturan diğer liderler ve partilerin de bir iç muhasebe yapmaları gerekir.
Kılıçdaroğlu’nun ne yapmaya çalıştığı konusuna gelirsek.
AK Parti’nin 2002 yılında tek başına iktidara gelmesinden sonraki süreçte CHP, başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet’in değerlerini oluşturan Atatürk ilke ve devrimlerini tehdit altında görmüş ve laiklik savunmasına geçmişti.
AK Parti’nin Atatürk ve laiklik karşıtı İslamcı politikalarına karşın CHP laik, Atatürkçü, cumhuriyetçi, görece eğitimli, meslek sahibi kesimlerin yaşadığı büyük kent merkezleri ile kıyı kentlerine sıkıştı, HDP oylarına, kırsal ve yoksul kesime ulaşamadı.
Laiklik ve çağdaş yaşamı savunmayı öne alan CHP’nin büyük kent merkezleri ile kıyı kentlerinde güçlenmesi sürecinde AK Parti de belediyelerin kurduğu ekonomik ağlar, yardımlar ve İslamcı söylemle ve tarikat-cemaat örgütlenmesinin desteğiyle Anadolu’ya ve kent varoşlarına yerleşti.
AK Parti, Türkiye’yi kutuplaştırma ve bu kutuplaşmadan çoğunluğun desteğine ulaşma politikası izlerken, “CHP’yi İsmet İnönü dönemindeki İkinci Dünya Savaşı koşullarında yaşanan ekonomik sıkıntıların sorumlusu, camileri bu dönemde ahıra çevirmiş din karşıtı, halktan kopuk, elitlerden oluşan, darbeci, beceriksiz, beş koyunu güdemez, proje geliştiremez, vizyonsuz” suçlamalarıyla toplumu kutuplaştırmayı başardı.
Bu politika CHP’yi 20-25 oy bandından sıkıştırdı.
CHP’nin sıkıştığı bu yerden çıkabilmesi için iki temel yaklaşım geliştirildi.
Bunlardan biri CHP’nin sosyal demokrasi çizgisinden merkeze kayması, böylece dindar kesime ulaşması, muhafazakâr kesimden oy alarak yüzde 20-25 sıkışıklığını aşması teziydi.
Diğeri böyle bir politikanın CHP’yi sağa çekeceği, siyasal İslamcı partileri taklit eden bir konuma sürükleyeceği ve laiklikten, Cumhuriyet değerlerinden ödün verme sürecine sokacağı, bu nedenle aksine sosyal demokrat kimlik ve çizgiden sapmadan, laiklikten ödün vermeden, sol çizgisini daha da belirginleştirerek yüzde 30’ları aşabileceğiydi.
Kılıçdaroğlu birinci yaklaşımı tercih etti ve “helalleşme” politikasıyla sağdan, dindarlardan oy almaya böylece bu sıkışıklığı aşmaya çalıştı.
Ancak bu politika seçimi kazanmasını sağlayamadı.
Doğal olarak Kılıçdaroğlu’nun liderliği tartışmaya açıldı. Partide istifa etmesi gerektiği yönünde bir tepki gelişti.
Yönetimin değişmesi gerektiği görüşünü dillendiren Ekrem İmamoğlu dolaylı olarak liderliğe aday olduğunu ima etti.
Kılıçdaroğlu ise istifa etmeyeceği, yerel seçimden önce kurultayı toplayacağını, belediye başkanlarının yeniden aday olmaları gerektiğini savunarak genel başkanlığa yeniden aday olacağı mesajını verdi.
Bu aşamada Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’na büyük sorumluluk düşüyor.
Kılıçdaroğlu da İmamoğlu da bu süreci CHP’yi parçalamadan yönetmelidir.
Yerel seçimler öncesinde sosyal demokratların bölündüğü 1994 seçimlerini incelemeleri gerekir.
1994 yerel seçimlerinde SHP, DSP ve CHP ayrı ayrı aday gösterdiler, İstanbul ve Ankara belediye başkanlıklarını yüzde 25 oy alan AK Parti’ye kaybettiler ve 25 sene geri alamadılar.
Bu gerçek anımsanırsa CHP’deki tartışma ve iç mücadele parçalanmaya yol açmadan demokratik ve şeffaf biçimde yürütülmelidir.