“Siyasi olarak çaldınızsa çaldınız, olmadıysa hukuki olarak yolsuzluk yaptınız…!”

 İstanbul seçimlerine 4 gün kala  bir anda fırtına gibi esmeye başladı Recep Tayyip Erdoğan yani sayın Cumhurbaşkanı. Çünkü işler yolunda gitmiyor; çünkü eski genel müdür, eski bakan, eski başbakan ve eski meclis başkanı Binali Yıldırım işleri yüzüne gözüne bulaştırdı.

Aslında Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanlığına geldiğinde bir yemin etmişti. Anayasanın 103. Maddesinde yer alan tarafsızlık yemininde şu satırlar vardı;

“Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim”.

Ancak tabi ki yemin dediğiniz nedir ki; dün yine meydanlara çıktı ve kendi partisine rakip partinin adayına gereken ayarı şöyle verdi;

“Seçimden sonra da bunun hesabını vereceksin dur bakalım bitmedi iş”.

Peki bitti mi burada…!

Henüz bitmedi; bir gün önce yine namusu ve şerefi ve üzerine yemin etmiş bir Cumhurbaşkanı olarak Ekrem İmamoğlu’na yine ayar verdi. Seçilse bile o koltukta oturamayacağını açık bir şekilde ima ederek;

“Benim milletimden, başta Ordu valimiz olmak üzere özür dilemedikçe böyle bir adaylığa bırakın layık olmak, böyle bir makama gelemez”.

Şimdi siz haklı olarak; bir başkanın bir koltukta oturma koşulunun sandıktan çıkmak olduğunu düşünecekseniz ama böyle değil…!

Cumhurbaşkanının; İstanbul büyükşehir belediye başkanlığına aday olma, adaylığını sürdürme, seçilip o koltuğa oturmakla ilgili bütün ön koşullarını yerine getirmeniz de gerekir. Peki nedir bu koşullar derseniz yanıtı çok açık;

“Sayın Cumhurbaşkanını keyfi neyi istiyorsa…!”

Ayrıca;

Yerseniz…!

Ha söylediği çok önemli bir söz var ama o gerçekten çok enteresan.

Sayın Cumhurbaşkanı bir gönüllü hukukçu olarak mı olaya el koydu yoksa deneyimli bir siyasetçi olarak mı tam anlaşılamadı ama deneyimlerine güvenerek her ikisi de diyebiliyoruz. Sözleri aynen şöyle;

“Çaldılar denildi ya beyefendi rahatsız olmuş. Binali Yıldırım kardeşimin rakibine söylüyorum. 'Çaldılar' ifadesi hukuki değildir ama siyasidir. Hukuki usulsüzlüktür ama usulsüzlüğün yanında bunun da bir siyasi ifadesi vardır o da yolsuzluktur. Burada hem yolsuzluk var hem hırsızlık var”.

Şimdi Binali Yıldırım’ın Ekrem İmamoğlu ile karşılaştığı o geceden sayın Yıldırım’ın sözleriyle anlatayım; “Diyelim ki yolda gidiyorsunuz biri cüzdanınızı çaldı siz de polise gittiniz ne diyeceksiniz. Cüzdan yer değiştirdi mi diyeceksiniz. Yoksa hukuki olarak bu hırsız kardeş cüzdanımı alarak yolsuzluk yaptı mı diyeceksiniz. Yoksa; hukuki olarak bir şey diyemem bu hırsız kardeş siyasi olarak cüzdanımı çaldı biçiminde mi suçlayacaksınız”.

Olmazsa hırsızı hem yolsuzluk hem hırsızlıkla suçlayabilirsiniz ki Cumhurbaşkanına göre bu mümkün…!

Peki İstanbul’da 31 Mart seçimlerinde YSK dahil bir tek Allah’ın kulu “oylar çalındı” diyebiliyor mu…!

Hayır…!

Ama siyasi olarak çalmış olabileceğiniz gibi , hukuki olarak da yolsuzluk yapmış olabilirsiniz…!

Kafanız karıştı değil mi…!

Benim de öyle…!

Yerseniz…!

Ama sayın Cumhurbaşkanının siyasetteki deneyimine güvenmek durumundayız…!

Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu 7 Mart 2019’da Aydın’da düzenlediği mitingde şöyle demişti;

“Bay Kemal olmak için oğluna telefon açıp ‘Oğlum paraları sıfırladın mı‘ dememek lazım…!”

Şimdi buradaki “sıfırlama” sözcüğü siyasi mi, hukuki olarak mı yorumlanmalı…!

Mesela 17-25 Aralık olayında dönemin içişleri bakanı Muammer Güler’in oğlunun Ritz Carlton’daki lüks evinde baskına gelen polisler 1 milyon liraya (eski parayla 1 trilyon lira) el koymuşlardı. Şimdi Barış Güler’in evinde bulunan bu para siyasi midir, hukuki midir…?

Hayır bu da beni ikna etmedi derseniz;

Sizi Amerika’ya götüreyim. Rıza Zarrab davasına yani. 8 Eylül 2017 tarihli Evrensel gazetesi Reuters’e dayandırarak verdiği haber şöyle;

 “ABD’de tutuklu yargılanan Reza Zarrab davasına ek iddianameyle eski AKP’li bakanlardan Zafer Çağlayan da sanık olarak eklendi. Mahkemeye sunulan 53 sayfalık ek iddianamede Çağlayan’ın kod adı, Türkçe ‘Abi’ olarak yazıldı. İddianamede, Çağlayan’ın bakanlığı sırasında Zarrab’tan on milyonlarca dolarlık nakit ve mücevher rüşvet aldığı, İran devleti lehine hizmet sunduğu öne sürülüyor”.

Şimdi mahkeme kayıtlarına geçen bu iddia siyasi mi, hukuki mi…?

Bütün bu olanlar;

“Yolsuzluk mu, hırsızlık mı…!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Ertürk Arşivi