
Aytun Aktan
Linçler ve Dudaklar; ilk mesajı günahsız olan atsın!
28. İstanbul Tiyatro Festivali’nde prömiyerini yapan, Halil Babür’ün yazıp, yönettiği Linçler ve Dudaklar oyunu, gündelik yaşantılarımıza fazlasıyla dokunuyor. Sosyal medya linçleri nedeniyle insanların hayatları kararıyor, linçe uğrayanlar bir bakıyorsunuz linç edene dönüyor. Hafta ortasında, Ankara’nın, Altındağ Belediyesi’nin sokak köpeklerini toplamasına karşı çıkan, toplanan köpekler arasında kendi beslediği ve çipli köpeğinin olması nedeniyle isyan sesi daha da kuvvetli duyulan, 81 yaşındaki Ülker Güleryüz, sosyal medyada linç kampanyasına uğramış ve hedef gösterilmişti. Ve aynı gün, yaşadığı barakada çıkan yangında Güleryüz yaşamını kaybetti. Yangının kundaklama sonucu çıkma ihtimali nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvuruda bulunuldu. Yangın ve sonucunda gelişen ölüm rastlantısal mı, kasıtlı mı? Bunu bulmak yetkililerin işi ve sorumluluğu. Ancak ortaya atılan her fikir ya da yaşanan gelişmeler sonrası ortadan ikiye ayrılıp, en uçlardan, birbirine kelimelerle kılıç sallamanın tehlikesi insan hayatına mal olma ihtimaline kadar dayanınca, Linçler ve Dudaklar oyununu benim için bu haftanın oyunu oldu.
Tek perde, 110 dakika süren oyunun yazarı ve yönetmeni Halil Babür, tiyatro sahnesi kadar, kamera oyunculuğunda da başarısını kanıtlamış bir isim. 2018 yılında yazdığı ve oynadığı, HE-GO oyunuyla, Direklerarası ve Üstün Akmen Tiyatro Ödülleri’nde ayrı ayrı, Yılın Oyun Yazarı Ödül’üne layık görülmüş, 2016 yılında Kasap oyunu da Direklerarası’ndan aynı ödülle onurlandırılmıştır.
Yazar, yönetmen Halil Babür
‘‘Hayatta haklı olmak mı, mutlu olmak mı?’’ Bu soru, oyunun baş kişisi Cemal’in dilemması. Tam olarak sevemediğiniz, gri alanlarda bir karakter bu Cemal. Oyun boyunca rahatsızlık veren bu duygu daha sonra yazarın başarılı bir tercihi olarak da değerlendirilebilir. Sahnedeki oyuncular Cihat Süvarioğlu, Hare Sürel, Onur Gürçay, İlyas Özçakır ve Ceren Köse. Sahneye hızlı bir giriş yapan Hare Sürel oyununu biraz yüksekten başlatsa da ortalara doğru dengesini buluyor ya da ona alışıyoruz. Oyunu seyrettiğim güne özel belki ama eve giriş yapan her oyuncu oyununa sahnede başlıyor gibiydi. Oysa kuliste ısınmak hep daha iyi sonuçlar verir. O sebepten oyunun başı benim için biraz sancılı oldu. Oyunculuklar dakikalar ilerledikçe rahatladılar ama Süvarioğlu’nun artikülasyon sorunları, mikrofona rağmen seslerin duyulmadığı oyuncu tekniğine ait problemler biraz tadımı kaçırdı.
Öte yandan oyun, detaylı dekor kurulumu ile vadettiği gerçekliği seyircisine başarıyla sunuyor. Bir apartman dairesinde, tek mekânda geçen hikâyede, çok kısa süreliğine bir sergiye gidip geri gelinse de apartman koridorundan ve balkondan dışarıdaki hayata kapı aralanıyor. Sokağı gören balkonun olduğu pencereden içeri dolan sesler atmosferi tamamlıyor. Ama asıl Cemal’in sosyal medyada açtığı canlı yayınlar sırasında, takipçilerinden gelen yorumların ekranlar aracılığı ile seyirciye yansıtılması ile günlük yaşantılarımıza hiç yabancı olmayan saçmalıklara tanıklık ediyoruz. Seyirciler arasında farklı olaylar ya da düşünceler için benzer yorumları yazabileceklerin olması fikri aklımdan hiç çıkmıyor. Işık, efekt yerinde ve yeterince, sahnede asal unsur olmaktan çok ortamı tamamlıyor. Sinematografik bir anlatımı da içeren oyunun metni derinleştirilse, genişletilse kamera için de bir pırıltısı var diyebilirim.
‘‘Cemal kim?’’ derseniz, babasının evinde, tek yaşayan, apartmanın kentsel dönüşüme girmesi için çabalayan, komşuluk ilişkileri pek olmayan ama apartmanın kapıcısı ve kızı ile bu iletişimi kurmaya gayret eden, ‘‘Kırılgan’’ adında bir romanı yayımlanmış ama sonrasında üretkenliği devam edememiş ve sosyal medyada düşük seviye bir profile doğru kendini indirgemiş bir tutunamayan. İstanbul depreminden korkan, kendi depreminin pek farkında olmayan Cemal yaptığı iyiliklerle takdir görmek istiyor. Birilerinin hoşuna giderken diğerlerinin hiç sevmediği bir kişilik olarak beğenilerle birlikte linçlerle karşılaşıyor. Kendi yarattığı sanal dünyadaki var oluşunun altında ezilmekten, mutsuz olmaktan kendini koruyamıyor. Ailesinde yaptıkları takdir edilmeyen küçük oğul Cemal, ilişkilerinde de pek başarılı değil, yalnız ve mutsuz bir adam. ‘‘Keşke iyi bir roman yazmak yerine iyi bir evlat olsaydın Cemal. Babanı üzmeseydin, abini kırmasaydın, anneni daha sık arasaydın. Haklı olmak yerine mutlu olsaydın azıcık. Selinler, Leylalar, Recepler, kentsel dönüşümler, sokak hayvanları filan senin neyine? Kimsenin canını sıkmasaydın, sinir uçlarına dokunmasaydın. Sustursaydın şu kafandaki Cemal’i de uslu dursaydın.”
Fırsatını bulunca her şeye değinme hastalığımız bu oyunda da karşımıza çıkıyor. Hayvan hakları, kentsel dönüşüm, deprem, savaş, şehitler, muhafazakarlık, sınıfsallık, lümpenlik, yoksulluk, anne-baba-kardeş üçlemeli aile, erkek şiddeti, yardım severlik… aklınıza gelen gelmeyen her şey var oyunda. Böyle olunca her konunun üzerinde sörf yapılıp zayıf bir finalle bitiyor oyun. Oysa entelektüel göndermeleri ile metni zenginleştiren Babür’ün daha önceki işlerinde yoğunlaştığı konulardaki başarısı daha keskindi. Oyunda Ulus Baker’in Sanat ve Arzu Semineri’nden kayıt, Doubt (Şüphe) filminden söz etme, Nietzsche’nin Ecce Homo adlı kitabından alıntı ve oyunun sonunda Ghost of Tsushima video oyunu ile kurulmak istenen bağlar metne derinlik katıyor.
Klişelere metin içinde olduğu kadar oyunculuklarda da düşülmüş. Apartman görevlisinin kızı Leyla, dizilerde gördüğümüz türbanlı karakterlere oyunculuğunu dayamış, Babür’ün yazdıklarını seslendiriyor gibi. Leyla karakteriyle alışkanlıkların dışına taşma fırsatını metinde yakalayan Babür, rejide oyuncusuna bunu tam aktaramamış gibi. Evin kapısından giren her karakter, makul evlat, abi Fahri; aparman görevlisi Recep ve kızı Leyla; tesadüfen tanışıp sevgili olduğu Selin, Cemal’i tanımak için güzel fırsatlar veriyor. Cemal dışındaki herkes onun hayatına değdiği yer kadar alan kaplarken, Cemal oyun boyunca genleşiyor, dönüşüyor ve oyun sonunda aklın yolunda gitmekten yorgun düşüyor, mutsuz oluyor ve pes ediyor.
Günceli anlatan oyunlar çoğu kez seyirci tarafından kolay kabul görür ve anlaşılır. Olay ya da karakterlerle paralellikler kurmak seyirciyi rahatlatır, konfor alanında tutar. Bu oyunda da tespitler, gözlemler, duyarlılıklar tam isabet ama finaldeki boşluk tüm işi zayıflatıyor. Gündemin değişim hızı, ağırlığı hepimizi sarsıyor. Oyun yazarı olarak Babür de bu gündem zenginliğinde sarhoş olmuş gibi. Fazla sayıda konuyu metne sokmak, oyunun çatışma eksenlerinin kaymasına ve yeterli değeri görmemesine neden oluyor. Eğer yazar da bunu yapmak istemişse o zaman istediğini başarmış diyebilirim.
Linçler ve Dudaklar, festivalde açılış yapıp kendi seyircisini bulan ve sezon içinde isminden bahsettiren bir oyun. Seyircisi ve alkışı bol olsun.
Kartalkaya’da otel yangınında ölen insanları unutmadığımı, adil yargılamanın hem adalet önünde hem vicdanlarımızda yapıldığını görmeyi beklediğimi söylemek isterim. Böylesi bir felakette bile sosyal medyadaki ayrışma tam da Linçler ve Dudaklar oyununun özündeki yarılmadır. İyi seyirler, iyi haftalar.
Oyunun Künyesi;
Yazan, Yöneten Halil Babür
Sahne ve Yapım Tasarımı Günsu Sarı
Müzik ve Ses Süpervizör Ahmet Kenan Bilgiç
Görüntü Tasarımı Ali Cem Doğan
Işık Tasarımı Utku Kara
Kostüm Tasarımı İlayda Saran
Makyaj ve Saç Tasarımı Sezen Yeniçeri Can
Ses Tasarımı ve Operasyon Arın Kamiloğlu
Oynayanlar Cihat Süvarioğlu, Hare Sürel, Onur Gürçay, İlyas Özçakır, Ceren Köse