
Aytun Aktan
Kutsal incirin tohumu, baskı ve direnişin alegorisi
Aytun Aktan
Kutsal İncirin Tohumu (Dâne-ye anjir-e ma’âbed, The Seed of the Sacred Fig), İranlı yönetmen Mohammad Rasoulof’un bol ödüllü, 2024 yapımı filmi. İKSV Filmekimi’nde Türk seyircisiyle tanışan film, iki hafta önce vizyona girdi. Fransa, Almanya ve İran ortak yapımı olan filmin dünya prömiyeri ise 2024 Cannes Film Festivali’nde gerçekleştirildi. Cannes’dan Özel Ödül alan film, FIPRESCI Ödülü, Ekümenik Jüri Ödülü, François Chalais Ödülü ve Fransa Sanat Sinemaları Birliği Ödülüne de layık görüldü. Ayrıca İzleyici Ödülü kategorisinde 2024 San Sebastian Uluslararası Film Festivali’nde En İyi Avrupa Filmi ve 2024 Sidney Film Festivali’nde En İyi Uluslararası Film ödüllerini kazandı. Ve 2 Mart’ta gerçekleşecek 97. Akademi Ödülleri’nde En İyi Uluslararası Film dalında Almanya’nın resmi adayı olarak yarışacak.
Kutsal İncirin Tohumu Film Afişi
Neden bu filmi size anlatmak istediğimi, sabırlı okurlarım, yazı ilerledikçe daha iyi anlayacak. Avrupalı izleyiciden bu derece övgü alan film, tanıdık kültürel kodlarıyla, tarihi olayları ile bizi sarmalarken, kendi ülkesinde yani İran’da YASAK! Rasoulof, İran hükümetine yönelik eleştirileri nedeniyle bu filminden önce de birkaç kez tutuklanmış, pasaportuna el konulmuş bir sanatçı. Şu anda Almanya’da, sürgünde yaşıyor. Yönetmenin senaryosunu da yazdığı Kutsal İncirin Tohumu’nun çekimleri İran’da gizlilik içinde yapıldı. Filmde anlatılanlar kadar filmin çekim, gösterim süreci ve Rasoulof’un yaşadıkları da oldukça etkileyici. Ve tabii ki hepsinden bahsedeceğim.
1972 yılında, İran’da doğan Rasoulof ödüllü bir sinema yönetmeni olmasının yanı sıra senarist ve yapımcı. Politik ve toplumsal eleştirileriyle bilinen Rasoulof, özellikle sansür ve baskıcı rejimlerin bireyler üzerindeki etkilerini irdeleyen filmleriyle uluslararası alanda tanınıyor. Yönetmen 2002 yılında ‘‘The Twilight’’ adlı filmiyle ilk kez dikkatleri üstünde toplar. Uluslararası alanda tanınması ve İran hükümetinin radarına girmesi ise 2011 yılında çektiği ‘‘Goodbye (Be Omid-e Didar)’’ filmi ile olur. İran rejiminin baskıcı politikalarına yönelik eleştiriler içeren bu filmi aynı yıl Cannes Film Festivali’nde ödül kazanır. Rasoulof’un filmlerinin kendi ülkesinde gösterimi yasak olsa da dünya tarafından kabul görür. Yönetmenin en çok bilinen filmi ise 2020 yapımı ‘‘There Is No Evil (Şeytan Yoktur)’’, İran’daki idam cezasını ele alan dört hikâyeden oluşur. Bu filmi ile yönetmen 2020 yılında Berlin Uluslararası Film Festivali’nin en prestijli ödülü olan, Altın Ayı Ödülü’nü kazanır ama ödülü almaya gidemez. Çünkü Rasoulof, İran’da sanatı ve dünya görüşü nedeniyle birçok kez tutuklanmış, pasaportuna el konulmuş ve ülkeden çıkışı yasaklanmıştır.
Rasoulof, hayata dair meselelerini, sinema sanatı yoluyla dünyaya anlatmaya devam ediyor. Bu onurlu direnişi biraz daha anlatmak istiyorum. Sanatçı, güce teslim olan değil, düzene muhalif olandır. Sanat, en güzel direniştir. Baskıcı yönetimlerde bu hiç kolay değildir ama etkisi çok daha kuvvetlidir. 2010 yılında Rasoulof sette tutuklanır ve izinsiz çekim yapmakla suçlanır. Önce 6 yıl hapis cezasına çarptırılır sonra 1 yıla düşürülür. Daha sonraki yıllarda pasaportuna el konularak ülke dışına çıkışı yasaklanır. A Man of Integrity adlı filmi nedeniyle 2019 yılında ‘‘Ulusal güvenliğe karşı toplanmak ve gizli anlaşma yapmak ve sisteme karşı propaganda yapmakla’’ suçlanır. Rasoulof mahkemeye giderken, ona ve avukatına en ünlü İranlı film yapımcılarından bazıları eşlik eder. 2020’ye geldiğimizde Rasoulof, ‘‘sisteme karşı propaganda’’ olarak kabul edilen üç filmi için bir yıl hapis cezasına daha çarptırılır. Yetmez, cezasına iki yıl boyunca film yapma yasağı da eklenir. 2022 yılında hükümet, Abadan kentinde çöken 10 katlı bina nedeniyle sokağa dökülen protestoculara orantısız güçle, hatta ateş açarak müdahale eder ve Rasoulof bunu eleştirir ve TUTUKLANIR.
Yönetmen Mohammad Rasoulof, Cannes Film Festivali’ne gelemeyen oyuncularının fotoğraflarıyla
Baskıya direnme hali ömrü boyunca sürecek olan yönetmenin Kutsal İncirin Tohumları adlı filminin serüvenine gelelim. Filmin 2024 Cannes Film Festivali’ndeki ana yarışmaya seçildiğinin açıklanmasının ardından, oyuncu kadrosu ve ekibi İranlı yetkililer tarafından sorgulanır, ülkeyi terk etmeleri yasaklanır ve Rasoulof’a filmini festivalden çekmeye ikna etmeleri için ekibe baskı yapılır. Rasoulof’un avukatı, Mayıs 2024’te yönetmenin sekiz yıl hapis cezasının yanı sıra kırbaç, para cezası ve mülküne el konulduğunu duyurur. Rasoulof, cezasına itiraz eder ve 28 gün sürecek İran’dan çıkış planını yapar. Rehber eşliğinde yürüyerek İran’da bir sınır köyüne gider ve burada ülkeden çıkmak için uygun zamanı bekler. İran’ı geçip güvenli eve nakledilir, orada uzun süre bekler. Daha sonra Alman konsolosluğu olan bir kasabaya geçer. Pasaportuna İran hükümeti tarafından el konulduğundan, kimliği daha önceki Almanya girişlerindeki parmak izi ile doğrulanır ve sanatçı sürgün hayatına Almanya’da devam eder. Bu serüvenin sonunda Cannes’da filminin gösterimine katılır ve ödül töreninde yanında olamayan oyuncu arkadaşlarının fotoğrafını taşır.
Kaçışının ardından Rasoulof, The Guardian gazetesine verdiği söyleşide durumu şöyle anlatır: “Görevim İran’da neler olup bittiğini ve İranlı olarak sıkışıp kaldığımız durumları aktarabilmek. Bu, hapishanede yapacağım bir şey değildi.” İşte böyle meşakkatli bir sürecin ifadesi olan Kutsal İncirin Tohumu son derece iyi yazılmış bir senaryoya sahip. Rasoulof, Cannes Film Festivali’nin basın toplantısında kendisini ve ekibini ‘‘sinema gansterleri’’ne benzetir. Rasoulof, filmlerinde minimalist bir tarz benimser. İran toplumundaki bireylerin günlük yaşam mücadelelerini ve ahlaki ikilemlerini, çarpıcı bir gerçekçilikle işler. Siyasi ve toplumsal eleştiriler, yönetmenin sinema dilinin temel taşlarıdır.
Nihayet Kutsal İncirin Tohumu filminin konusuna gelebilirim. Hikâyenin merkezinde Tahran’daki Devrim Mahkemesi’nde soruşturma hâkimliğine terfi eden İman vardır. İman’ın (Missagh Zareh) siyasi muhalifleri doğrudan yargılama yetkisi kazandığı dönem oldukça önemlidir. Eylül 2022’de başörtüsünü uygunsuz bir biçimde taktığı için, baskıcı rejim tarafından gözaltına alınan ve bu süreçte ölen Mahsa Amini’nin ardından öğrenci eylemleri ile başlayan ve İran’ın tamamına yayılan protestolarla eş zamanlı olarak İman muhalifleri yargılayacağı makama yükselmiştir. Film, İman ve ailesinin olayları yorumlayış biçimleri üzerinden ataerkil bakış açısını iki taraflı sorgular. İman, ülkedeki artan siyasi protestolar ve kendi silahının gizemli kayboluşu nedeniyle paranoya ve güvensizlik içinde bir döngüye girer. Çehov gönderisi diyebileceğimiz sahnede görünen silahın ne zaman patlayacağı, filmin sonuna kadar seyirciyi tedirgin etmeye devam eder. İman’ın silahının kendi evinin içinde kaybolması, yalnızca mesleki hayatını değil, ailesiyle olan ilişkilerini de derinden etkiler. Film boyunca İman’ın gücün yozlaştırıcı etkisiyle vicdanı arasındaki çatışması seyirciye, yönetmen ve oyuncu tarafından başarıyla aktarılır. Film, aile, toplum ve otorite arasındaki gerilimleri işlerken, İran’daki mevcut politik atmosferin güçlü bir metaforunu sunar. Protesto görüntüleri ve İman’ın bireysel hikâyesi iç içe geçerek, bireyin sistem karşısındaki çaresizliğini gözler önüne serer.