Ayşenur Arslan
ISTAKA ERDOĞAN'DA AMA "TOP" YANLIŞ!
Aşağıdaki fotoğraf, on üniversite tezine, bir alay köşe yazısına bedel. Erdoğan Türkiyesi'ni dünü bugünüyle anlatan, hatta başlı başına bir "metafor" sayılabilecek fotoğraf az bulunur.
Bilardo bilenler ne kastettiğimi hemen anladı. Bilmeyenler içinse, internette hemen karşılarına çıkacak bir bilardo kuralını yazayım:
"Bilardo iki kişi ya da iki takım olarak oynanır. Kural olarak rakiplerden biri beyaz topa diğeri ise sarı topa vurur bu iki oyunda da kırmızı topa vurulmaz."
Evet, KIRMIZI TOPA VURULMAZ!
Fotoğraf bu durumda ne anlatıyor bize? Erdoğan -en azından o sıralarda- bilardo bilmiyormuş. Bilmiyormuş ama, ıstakayı nasıl da fiyakalı tuttuğuna bakılırsa "KİTABINI YAZMIŞ" gibi bir izlenim veriyormuş.
Şimdi Reisseverler, cehaletime ve cehaletten gelen hadsizliğime vereceklerdir. Şu kadarını söyleyeyim, ben gerçekten bilardo bilmiyorum. Hiç oynamadım. Ne var ki, bu fotoğraf ve "hatırlattıkları" konusunda sayfalarca yazı / karikatür / paylaşım okudum.
Hepsi de diyor ki, KIRMIZI TOPA VURULMAZ! Ama mış gibi yapılır!! Kastettiğim; Erdoğan'ın ekonomi uzmanı, askeri deha ve stratejist, toplumun her hücresine erişim imkanına sahip ENNNN-SOSYOLOG gibi davranması.. Dahası, çevresindekilerin de buna inanıyormuş gibi görünmesi..
Hem kendisi hem de kurmayları ve Saray yazarları daha ne kadar bu rolü ciddiye alırlar, bilmiyorum.
Acaba, Erdoğan'ın tüm yetkileri üzerinde toplayıp sürekli "yanlış topa vurduğunu" görmüyorlar mı?
FETÖ'de yanıldı. Hem de yüzlerce insanın hayatı, milyonlarcasının da geleceği pahasına.
Ekonomide yanıldı. "Faiz sebep enflasyon sonuçtur" teorisi, dünyanın herhangi bir köşesindeki herhangi bir uzman tarafından onaylanmadığı gibi.. Faizi de ikna edip "düşmeye" razı edemedi!
Göçmen politikasında yanıldı. Şimdi "bu kadar insana bakamayız" diye yan çizdiğine bakmayın.. Daha düne kadar Suriyeli sığınmacıları neredeyse bu ülkenin has evlatları ilan etti. Suriye politikasının iflas ettiğini itiraf etmemek için sığınmacılara laf ettirmedi. Sonra baktı ki kendi seçmeni bile isyanlarda... Yeni yeni, "yanıldım" demese de, söylem değiştirdi.
Bölge politikasında yanıldı. Dünün düşmanları bugünlerde "kardeş" muamelesi görüyor. Daha düne kadar "ajanlarını" hapse attığımız Birleşik Arap Emirlikleri ile masaya oturuluyor.
* * *
Bu son madde, daha önceki yazılarımda altını çize çize vurguladığım U DÖNÜŞLERİ bahsinde en önemli başlıklardan.
Bir zamanlar AKP'ye hayli yakın bir isim, Nevzat Çiçek, geçenlerde Halk TV'de, Özlem Gürses'in programında bunu çok net anlattı:
"Irak'ta düzenlenen Komşu Ülkeler Zirvesi'nde Katar Emiri ile Mısır Cumhurbaşkanı Sisi uzun süre sonra ilk defa görüştüler. Aynı zamanda Katar Emiri ile Birleşik Arap Emirlikleri Devlet Başkanı görüştü. Bu önemli bir görüşmeydi. Çünkü bunlar Suriye ve İhvan meselesinde ayrılardı. O görüşme sonrası Katar Emiri İstanbul'a geldi. Yakın zaman içerisinde de büyük ihtimalle biz, Türkiye ve Suriye İstihbarat başkanlarının görüşmelerine şahit olacağız"
Neredeyse aynı sırada, Fatih Altaylı, HaberTürk'teki köşesinde, Erdoğan'ın bölge politikasına dair belki de en çarpıcı sayfayı açıverdi:
“Detayını elbette hatırlamıyor olabilirsiniz ama geçtiğimiz yıllarda Türkiye'de önce 2 ardından 1 Birleşik Arap Emirlikleri casusunun yakalandığı haberleri hafızanızın bir köşesinde kalmıştır. Bunlardan ilk ikisi 2019 yılı Nisan ayının ortalarında Milli İstihbarat Teşkilatı'nın ve İstanbul Emniyeti'nin ortak bir çalışması ile yakalanmış, 19 Nisan günü çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklanmışlardı. Tutuklandıktan sonra Silivri Cezaevi'ne koyulan iki BAE ajanından Zeki Yusuf Mübarek, 10 gün sonra, 29 Nisan günü öldü. Rapora göre cezaevindeki hücresinde kendisini havlu ile tuvalet kapısına asmıştı.
2020 yılında da bir başka Birleşik Arap Emirlikleri ajanı yakalandı. Ahmet Mahmud Ayesh Al Astal, ifadesinde gazeteci olduğunu, Birleşik Arap Emirlikleri'nin kendisini maaşa bağladığını söylemiş “Ben gazetecilik faaliyetinde bulundum. Ajanlık yapmadım. BAE'nin bana maaş vermesi benim ajanlık faaliyeti yaptığımı göstermez” diye kendini savunmuş ancak o da tutuklanıp cezaevine koyulmuştu."
Türkiye'nin oradan oraya savrulan gündeminde küçücük haberlerdi bunlar. Ya görülmedi.. Ya da unutuldu gitti..
Şimdi yeniden gündemde. Peki neden? Fatih Altaylı'ya göre, çok yakın geçmişte düşman sayılan iki ülke, şimdi barışa yürüyor:
"İktidara yakın ve kamu geçmişi bulunan bir isim aradı. Birleşik Arap Emirlikleri ile Türkiye'nin yeniden başlayan ve hızla samimileşen ilişkilerinden söz etti ve şunu söyledi: 'Türkiye Sedat Peker'i Emirliklerden getirmek için uğraşıyor. Bunun için de geçmişte Türkiye'de yakalanan Birleşik Arap Emirlikleri ajanlarını koz olarak kullanmak istiyor. İki ajanın Emirliklere iadesi karşılığında Sedat Peker'in Türkiye'ye verilmesi teklifinde bulundular.'"
Fatih Altaylı, Birleşik Arap Emirlikleri'nin Sedat Peker'i vermeyeceğini düşünüyor. Ben de aynı kanıdayım.
Zaten geçenlerde Medya Mahallesi programında da dile getirdiğim gibi, Sedat Peker, iktidarın hesaplarında çok küçük bir mesele.
İktidarın, yani Erdoğan'ın asıl hesabı / sıkıntısı / dönüşü çok daha büyük bir mesele: MÜSLÜMAN KARDEŞLER MESELESİ!
* * *
Fatih Altaylı'nın yazısında kaybolup gitmiş olabilir. Oysa, Birleşik Arap Emirlikleri ve genel olarak Arap Dünyası ile asıl sıkıntı MÜSLÜMAN KARDEŞLER bahsinde yaşandı.
Hatırlayın, Müslüman Kardeşler Sisi'nin iktidarı gelmesiyle Mısır'dan sürüldü, hatta "temizlendi". Müslüman Kardeşler, bunun üzerine karargahı Katar'a taşıdı. Ne var ki, Katar da Arap dünyasının ve ABD'nin baskısına dayanamadı. Ve Müslüman Kardeşler Türkiye'ye gelip İstanbul'a yerleşti.
Fatih Altaylı'nın yazısındaki bilgiler, Erdoğan'ın bu "örgüte" nasıl cansiperane sahip çıktığını teyid ediyor:
"Al Astal'a yöneltilen suçlamalar arasında “Türkiye'deki muhalif Arapları izleyerek hakkında bilgi toplamak ve rapor hazırlamak, Müslüman Kardeşler'in Türkiye'deki faaliyetlerine gazeteci kimliği ile sızmak ve bağlantılarını ortaya çıkarmak" vardı."
* * *
Müslüman Kardeşler'in Türkiye'deki faaliyetlerini araştırmak "casusluk", dolayısıyla ağır suç olmuş!
Sevgili dostum Hüsnü Mahalli, yıllardır yazıyor. Müslüman Kardeşler'in İstanbul'da ekonomiden medyaya nasıl örgütlenip büyüdüğünü... İstanbul'un büyük otellerinde, uluorta konferanslar düzenleyip sesini duyurmaya çalıştığını... Arap Dünyası ile Türkiye'nin arasının, en çok da bu nedenle bozulduğunu anlatıp duruyor.
Aslında "di'li geçmiş" ile kurmam gerekiyordu bu cümleleri. Zira, Hüsnü SUSTURULDU. Saçma sapan davalarla, Silivri yollarıyla, ekran yasaklarıyla susturuldu!
Yeni Şafak'tan Türkiye Gazetesi'ne, ne kadar doğru olduğu kanıtlanan yazıları için ne suçlamalar getirilmedi.. Neler yazılmadı ki!
Elbette en ağırı, ya da en komiği, Hüsnü'nün önce Gezi sonra da 15 Temmuz'u planlayıp organize ettiği (iddia diyemeyeceğim) "saçmalığıydı".
Onlardan sadece birini paylaşsam ne demek istediğimi anlayacaksınız:
"Hüsnü Mahalli kapsamlı planını hazırlıyor.. Siyasi Parti mensupları ve eski milletvekillerinin isimlerini BAE'ye bildiriyor ve irtibata geçtiğini/geçeceğini söylüyor. (Bu isimler elimizde) Hızını alamayan Hüsnü Mahalli, İstanbul'da Stratejik Araştırma Merkezi kurmayı da teklif ediyor. Planı kabul gören Hüsnü Mahalli'ye hemen 15 bin dolarlık ön ödeme yapılıyor. Ön ödemeden para transferinin devam edeceği anlaşılıyor."
Yazık! Kulağına fısıldananlarla bunu kaleme alan şahsın parayla ilişkisi benden bile kötüymüş. 15 bin doları para zannediyor! Karşılığında, Google'daki herhangi bir aramada önünüze onbinlerce sayfanın döküleceği eski milletvekili isimlerinin de casusluk malzemesi olduğuna inanıyor!
* * *
ABD, bölgede "yenilenmiş" planını uygulamaya koyuyor.
Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Suudi Arabistan... Hepsiyle barışacağız. Muhtemelen, SİYASAL İSLAM'IN İFLASIYLA ZATEN İŞLEVİ KALMAYAN MÜSLÜMAN KARDEŞLER'İ BİZ DE KAPININ ÖNÜNE KOYACAĞIZ.
Erdoğan çoktan ilk adımı attı. BAE Güvenlik Konseyi danışmanını Saray'da ağırladı. Her açıklamasının satır aralarına da "dahası var" işaretlerini yerleştirmeye başladı.
"KURALLARI YENİDEN YAZARIM.. DÜNÜN DÜŞMANIYLA KOLKOLA GİRERİM.. EYY DİYE KÜKRER SONRA GEREKENİ YAPARIM.." diye düşünüyor herhalde.
Istaka kendisinde diye her şeyi bildiğine, her şeyi yapabildiğine, her şeye gücünün yettiğine inanıyor olmalı.
Heyhat! Top yine yanlış!!!