Mustafa K. Erdemol

Mustafa K. Erdemol

İklim krizinden sorumlu mekanlar oralar değil Müzeyi, galeriyi bırak firmayı bas

Almanya’da sözde iki iklim aktivistinin, resim sanatının en büyüklerinden Claude Monet'nin Les Meules (Tahıl Yığını) adlı tablosuna patates püresi, İngiltere’de Just Stop Oil adlı protesto grubunun üyelerinin de Londra'daki Ulusal Galeri'de bulunan Van Gogh'un Ayçiçekleri tablosuna çorba fırlatmaları tartışmalara yol açtı.

Her neye dikkat çekilmek isteniyorsa bunun başarılı olup olmadığından çok bu tür eylemlerin doğru olup olmadığı üzerinde yoğunlaştı bu tartışmalar. Bendeniz amacın doğruluğunun her zaman her eylemi haklı kıldığına inananlardan olmadığım için yapılanı doğru bulmuyorum elbette. Bu tür protestolar kitleleri bir davadan uzaklaştırma riski taşır çünkü.

Koruyucu cam bulunduğu için tabloların zarar görmediği biliniyor. Muhtemelen eylemciler de biliyordu bunu. Ancak, insanlığının evrensel kültür miraslarının, zarar görmeseler bile, birer eylem aracı haline getirilmesi ne derece doğru? Doğa manzaralarının da en iyi ressamı Van Gogh’un tablosuna saldırabilecek bir iklim savaşçısını aklım almıyor, kusura bakılmasın.

Yüzyıl önce de işe yaramadı

Bu tür eylemlerin atası/anası yirminci yüzyılın ilk on yıllarında müzelerde gerçekleşen iki siyasi protestodur sanırım. Biri, döneminin en önemli süfrajetlerinden (kadın hakları savunucusu) Mary Richardson'ın 1914 yılında Londra'daki Ulusal Galeri'de Velazquez'in Rokeby Venüsü tablosuna saldırması, diğeri de 1921 yılında Ulusal İşsiz İşçiler Komitesi Hareketi (NUWCM) tarafından Liverpool'daki Walker Sanat Galerisi'nin basılarak işgal edilmesi. Yani müzelerde tablolara saldıran aktivistler, protesto tarihinin bu en bilinen örneklerini tekrarlamış oldular.

Tekrarlanan sadece bu eylemler değil. O dönem gösterilen tepkilerle bugün yapılan eylemlere yönelik tepkiler de birbirine benziyor. Aradaki onca yıla rağmen “amaca desteğe evet, tablo saldırılarına hayır” tutumu dün olduğu bugün de mevcut.

Bu eylemlerle mesaj iletilmek istenen kitlenin, aktivistlerle kuracakları “duygusal bağın” güçlü olduğunu sanmam. Bu bağın zayıf olması eylemcilerin kendi davalarına zarar verdiği anlamına gelir. Öyle protesto eylemleri vardır ki, amacı anında gayrimeşru hale getirir. Tanığı olmuşumdur bunlardan birinin. 1984 yılında İngiltere’deki büyük madenci grevinde, bir destekçi olarak görevler almıştım. Grevcilere, Thatcher hükümetinin emek düşmanı uygulamalarına karşı olan halktan da büyük bir destek vardı. Birkaç madencinin bir sokaktaki telefon kulübesini tahrip etmeleri, inanılır gelmeyebilir biliyorum, madencilere verilen desteği geriletmişti. Madencilerin efsanevi lideri Arthur Scargill’in eylemden ötürü defalarca özür dilediğini hatırlıyorum. Kamunun ortak kullanım aracına saldırının egemenlere bir zararı olmaz ama emekçiye olur. Tepkilerin odağındaki gerekçe buydu.

Baz istasyonu ne güne duruyor?

Kamu dikkatini çekmek için yapılan eylemlerde “amaç-mekan birlikteliği” hayli önemlidir. G8 eylemleri sırasında genç aktivistlerin “az gelişmiş ülkelerin borçları ertelensin” talebiyle kendilerini Dünya Bankası’na ait binalara kelepçelemeleri bu birlikteliği en güzel örneklerindendir. Bir iklim aktivistinin yeri müze değil, bir baz istasyonu olabilirdi pekala.

Bakın dünyadaki iklim krizinden sorumlu 100 büyük firma vardır. Bu firmalar sera gazı emisyonlarının yüzde 71'inden sorumludur. Bunların hepsi enerji ya da maden şirketleridir. En azından biri yanı başımızda bunların. Gazprom’undan tut Shell’ine kadar, Exxon’undan tut BP’sine kadar, Chine Coal’undan tut, Saudi Aramco’suna kadar. Bendeniz, gençken bunların binalarının önünde yapılan gösterilerde hazır bulunmuşumdur. Cam falan da kırdım tabii ama kimseye zarar vermeden anlattık derdimizi gelene gidene. Hiç birimizin aklına National Gallery’yi basıp Chagall tablosunu parçalamak gelmemişti. 100 tane firma dururken müze ya da galeri basmak pek bir tuhaf.

Eylem amaca uymalı

Stephen Gough diye biri vardı bir ara İngiltere’de. Dünyada başka dert kalmamış gibi, çıplak dolaşma hakkı için kendini yollara, dağa bayıra vurmuştu adam, çırılçıplak hem de. Görüldüğü yerde tutuklanırdı tabii. Ama bir keresinde ayaklarında bot, içinde çorap, kafasında şapka, sırtında çantasıyla alt tarafı tamamen çıplak olarak İskoçya’ya gitmeyi başardı nasıl becerdiyse. Katılırsınız, katılmazsınız ama o protestosunu sadece alt tarafı çırılçıplak halde yürüyerek yapıyordu. Yani protesto edeceğim diye gidip de giyinik tek kişiye saldırdığı yoktu adamın.

O galeriyi basan aktivistlerin amaçlarından çok eylemlerine yoğunlaşan, onları topluma canavar olarak gösteren bir medya var. Bu da hesaba katılmalıydı elbette. Medyaya göre davranılsın demiyorum ama kendilerini anlatma fırsatı bulamadan başkalarının anlattığı kişiler durumuna düşmesin eylemciler. Van Gogh protestosunu haber yapan Daily Mail gazetesi eylemi “isyankar eko-zealotlar" tarafından yürütülen "kaos kampanyasının bir parçası” sözleriyle duyurdu okurlarına. Bir Shell istasyonu basılsaydı yine berbat laflar edilirdi ama amacın ne olduğunu hiç bir gazete gizleyemezdi.

Eylem kendini anlatabilmeli

Acı olan şu; bu eylemlerde ilgi konuya değil eylemcilerin ne yaptığına yöneldi. Eylemi başarısız kılan öğelerden en önemlisidir bu. Bizim Burak Tatari eylem yapan grubun sorumlularından biriyle konuştu. Burak’a söylenenler arasında şu da vardı:

"Yaptığımız şeyden keyif almıyoruz. Resme zarar vermek istemedik. İnsanlara zarar vermek istemedik. Günlük hayatı aksatmak istemedik. Ama bu bir zorunluluktu."

Eylem kendisini anlatabilseydi sorumlu zat bu tür açıklama yapma ihtiyacını duymayacaktı.

Bazı protesto biçimleri vardır ki yapanların ayrıca dipnot düşmeleri gerekmez. Tamam, bu iki eylemde tablolar zarar görmedi, (daha önce yapılan eylemlerde zarar gören tablo olmuştu bu arada). Görmedi ama müzeleri, sanat galerilerini iklim krizinden sorumlu mekanlarmış gibi gösterdiler. Girişlerin hiçbir güvenlik bariyerine takılmadığı mekanlardır buralar. Müzelerin, sanat galerilerinin ziyaretçilerine olan güvenin kötüye kullanılmasıdır aynı zamanda bu tür eylemler.

Almanya’dakilere bir şey diyemem ama Londra’daki eylemcilere dilerlerse tam da bastıkları National Gallery’nin arka sokağında iklim krizinin en büyük sorumlularından biri olan firmanın adresini verebilirim.

Camını kırdığım yerlerden biri de orasıdır, o nedenle iyi biliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mustafa K. Erdemol Arşivi