Gidion’un Düğümü, çocukluk askıya alınan bir masumluk hâli değil, hızla masumluğu kaybetme hâlidir!

Aytun Aktan

Bu hafta İBB Şehir Tiyatroları’nın, 5 Şubat’ta prömiyerini yapan yeni oyunu, Gidion’un Düğümü konuğum. Amerikalı yazar Johnna Adams’ın, 2012 yılında yazdığı bu çağdaş metin, Amerika Eleştirmenler Birliği Ödülü ve Çağdaş Amerikan Tiyatrosu Festivali’nin Seyirci Ödülü’ne sahip. Oyunun rejisi Ersin Umulu’ya ait. İki kişilik bu oyunda, seyretmekten büyük keyif alacağınız oyuncular ise Özge Özder ve Özgür Kaymak.

Müze Gazhane Meydan Sahne’de seyirciyle buluşan oyun için bilet bulmak biraz el çabukluğu gerektirecek. Sandalye sayısının az olması dezavantajına karşın, meydan sahnenin, oyunların atmosferine olan katkısı tartışmasız çok farklı. Oyuncular ve yönetmen için zorlayıcı yanları olan bu sahne yapısı, olabilecek en doğru şekilde kullanılmış.

Yönetmen Ersin Umulu, Şehir Tiyatroları’nda müzikal, vodvil, klasik eserler yönetiyor. Oyunculuk kariyeri dışında, eğitmen ve uzun yıllardır Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri’nde jüri üyesi. Umulu, Şehir Tiyatroları bünyesinde yönettiği ve devam etmekte olan Oscar ve Maviydi Bisikletim oyunlarından sonra Gidion’un Düğümü oyununda, farklı bir rejiyle seyircisini selamlıyor.

Yönetmen Ersin Umulu

Gidion’un Düğümü için sahne bir ilkokul dersliğine, fuaye de okulun koridoruna dönüştürülmüş. Seyirci için oyun, tiyatro binasının kapısından girmesiyle başlıyor. Koridorda çınlayan öğrenci seslerini duymak, duvarlarda çocukların çizdiği resimleri görmek, kapı girişinde derslik numarasının olduğu tabela, sahneden geçerek yerine oturmak seyirciyi az sonra yaşanacaklara hazırlayan, iyi planlanmış bir ön oyun. Siyah renkli oturma düzeninin arasına serpiştirilmiş rengarenk sınıf sandalyeleri, sahne ortasında altıgen masa ile kenarlarda öğretmen ve öğrencilerin masaları, panolar, ödevler, tavanda asılı düğümler ve kilitler, oyuna hizmet eden, seyircinin yakalamaktan keyif alacağı çok sayıda detay ile artık bir tiyatroda değil, az sonra gerçekleşecek öğretmen veli görüşmesinin olacağı, 418 numaralı sınıfın içindesiniz. Ve zil sesi ile oyuncular sahneye girer, Gidion’un hikayesi de başlar. İyi seyirler.

Oyun tek perde olsa da onu fazlara ayırmak gerek. Başlangıçta seyirci için karakterleri anlamak adına türlü ipuçları veren gündelik, sıradan, hatta tekrarlı diyaloglar, boşa düştüğü sanılan cümlelerle dolu süre seyircinin oyuna ısınma bölümü. Bu kısım, iyi yazılmış oyunlarda, dikkatli seyirciyi en çok yoran, diğerlerini ise sıkan bölümdür aslında. Dakikalar ilerledikçe her cümlenin tamamlanacağı, yeni anlamlar üreteceği, şaşırtan, hayran bırakan kurgusallığın temelleri burada atılır. Ya da düğümler. Bu oyunun özelinde sona yaklaştığımızda atılan düğümler çözülmekten çok seyircinin kucağına çok sayıda soru ve sorunu yumak halinde bırakıyor. Oyun bir rahatlama vaadinin aksine büyük rahatsızlıklarla ilerliyor ve sonunda seyirciler arasından hıçkırıklara boğulanları duymak kaçınılmaz oluyor. Oyun için 16 yaş sınırı olduğunu tam da yeri gelmişken hatırlatayım. Fuayede acaba çocuk oyununa mı geldim diye aklından geçiren kim varsa fena yanılır. Bir de telefonlarınızı kapatın anonsu yok, sorumluluk seyircide.

Oyuncu Özge Özder

Bu derece kuvvetli bir metin iyi çalışılmış dramaturgiye (Hatice Yurtduru) ve incelikli bir rejiye ihtiyaç duyuyor. Ve tabii ki sahnede bu zorluğun üstesinden gelecek deneyimli oyunculara. Öğretmen Heather Clark (Özgür Kaymak) ve veli/anne Corryn Fell (Özge Özder) oyun boyunca suçluluk/suçsuzluk sarkacında sürekli yer değiştirerek, tek bir duyguya asılı kalmadan, seyirciyle sıfır mesafesinde çok zor bir işin içinden başarıyla çıkıyorlar. Oyunun ana çatışmasının merkezine eğitim sistemini koysak da yan çatışmaları çok daha kuvvetli. Zorbalık, ifade özgürlüğü, sansür, ebeveynlik, çocukluk, masumiyet, aşk, öfke, korkaklık, sorumluluk, yaratıcılık, sosyal medya, pornografi, şiddet, eşcinsellik… Eserlerinde genellikle etik meseleler, insan psikolojisi ve toplumsal sorunları ele almasıyla tanınan yazar metinlerarasılıkta oldukça başarılı. Orta çağ şiirlerine, mitolojik tanrılara, hikâyelere metin içinde yer veren yazar oyunun isminin yarısını Gordion Düğümü efsanesinden almış. Ve oyunun belli aşamalarında bu düğümü çözmek ya da kesmek metaforuna başvuruyor. Ama öğrencilere verilen ödev bir taraf tutmayı içermiyor. Meraklısı için yazımın sonuna bu efsaneyi ekliyorum.

Öğretmen masasının arkasındaki panodan Hint ve Yunan mitolojisine ait tanrılar sınıfı gözetlemekte. Corryn, ‘‘Atalarımızın bu ülkede kilise ve devletin birbirinden ayrılması uğruna öldüğünü sanıyordum.’’ diyerek ABD’de seküler eğitime, Stalin portresi beklentisiyle eğitim sisteminin despotizmine göndermelerini sıradan cümleler gibi sözlerinin arasına sıkıştırıyor. Mitoloji dersi için asılı olan tanrılar arasından Corryn, Şiva’yı seçiyor. Tabii ki bu seçimin tesadüfi olmasını beklemek saflık olur. Bu tanrı, yok edici ama aynı zamanda dönüştürücü olarak bilinir. Corryn en dramatik anlarda öyle sözler söylüyor ki bu ustalık gerektiren anlar Özge Özder tarafından seyircinin hafızasına kazınıyor. Özder, karakterine sıkı sıkıya bağlı, onun en acılı anlarda bile nasıl öyle durabildiğine şaşıyorsunuz. Kartalkaya’daki yangın faciasında hayatını kaybeden çocuklarının hakkını arayan annelerinin duruşuna aklım gidip gidip geri geliyor.

Oyuncu Özgür Kaymak

Lafı uzatma ustalığımla, anlatmalara doyamayarak devam ediyorum. Corryn’in 11 yaşındaki oğlu Gidion, okuldan uzaklaştırma cezası alır. Çocuğunu yalnız büyüten, orta çağ şiiri üzerine eğitim veren bir edebiyat profesörü olan anne, bu cezanın ardından gelişen trajedinin sorumlularını arar, olanları anlamaya çalışır. Ve daha önceden planlanmış veli, okul görüşmesi randevusuna, hiç beklenmemesine rağmen gelir. Öğretmen Heather oyun başladığında oldukça sıkıntılı ve üzgündür. Bunun sebebi oyunun sonuna doğru daha iyi anlaşılır. Sorumluluğumuzdaki canları her anlamda fazla beslemenin sonuçları, oyunun sonunda olağanüstü bir incelikle bağlanır. Bilgi, kültür, sevgi, yemek iyi niyetle de sunulsa, ölçüsüz ve zamansız her şey sonuçları öngörülebilir ya da beklenmedik zararlara sebep olabilir.

Peki Gidion neden okuldan uzaklaştırma cezası almıştır? Oyunda uzunca bir süre anne Corryn gibi seyirci de bu sorunun yanıtını bulamaz. Eğitim sisteminin kalıplara sokmaya çalıştığı (Corryn’in tanımlamasıyla kutulara soktuğu) öğrencilerden farklı bir yaratım dünyası olan Gidion, yazdığı ve öğrenciler arasında dolaşan bir hikayesi nedeniyle okuldan uzaklaştırma cezası almıştır. Sonrasında da anlaşılmamak, zorbalık ve daha birçok sebeple, annesine “Şairlerin safında savaşmaya gidiyorum.” notunu bırakmıştır. Corryn için, Heather’ın okuduğu, oğlunun el yazısı ile kaleme aldığı metin olağanüstü bir edebiyat eseri iken, öğrencilerini korumaktan sorumlu olduğuna inan öğretmeni için Gidion bir sosyopattır. Tıpkı Marquis de Sade gibi. Yaratıcılık, sanat kalıplara sığar mı? Yazarın entelektüel bağlantıları, seyirciyi zorlasa da benim okurlarım için bunlar önceden çalışılıp, anlaşılması keyifli anlara dönecektir. Yazımın sonuna Sade ile ilgili ek yapıyorum.

İşte bu ikilem içinde çocukların masumiyeti tartışmaya açılır. Duymaya hazır olmadığınız buz gibi cümleleri Corryn karakteriyle Özder haykırır; ‘‘Çocukluk askıya alınan bir masumluk hâli değil. Hızla masumluğu kaybetme hâlidir.’’ Çocuklar çok acımasız olabilecekleri gibi fiziksel ve duygusal şiddete maruz kalma konusunda da açık hedeflerdir. Özellikle sosyal medya üzerinden yaşanmış bu zorbalık hikayesi, metne daha 2012 yılında girmişse de üzerinden geçen on üç yılda gelinen durumun vahametini siz düşünün. Yani ebeveyn olmak da eğitimci olmak da çocuk olmak da çok zor.