Mustafa K. Erdemol
Brezilya ordusu demokrasiye tehdit
Her kademede asker var
Dünden devam edelim. Brezilya, bölgesindeki diğer ülkelerin aksine bağımsızlığını savaşarak değil sömürgesi olduğu Portekiz’le müzakere sonucu kazanmış bir ülke. Genellikle savaşa başvurmak gibi tutumu yok. Bir zamanlar kendisine bağlı olan Urugay’ı kaybettiği Cisplatine Savaşı (1825-1828) ile çok sayıda Brezilyalının ölümüne yol açan, Paraguay’ın da yetişkin erkek nüfusunu neredeyse tamamen yok eden Paraguay Savaşı (1864-1870) dışında tabii.
Brezilya cuntası: Bir model
Brezilya ordusunun profesyonelleşmesinin bu son savaşla birlikte başladığı söylenir. Ancak bu profesyonellik orduyu siyaset dışında tutan bir özellik değildi. Aksine ordu sosyal sınıflar ile siyasi örgütler arasındaki çatışmaları bastırmak amacıyla siyasete müdahale etmeyi hep sürdürdü. 1964'te ABD tarafından hem siyasi hem de maddi olarak desteklenen darbe sonucu iş başına gelen askeri cunta hem Güney hem de Orta Amerika’da kurulan diğer diktatörlükler için bir model olduğu gibi onlara destek de verdi. Hatta Brezilya cuntası Şili, Arjantin, Uruguay, Guatemala gibi ülkelerde dikta rejimlerinin kurulmasında doğrudan rol da aldı. Hem özgür seçim talep eden halk hareketleri hem de ekonomik krizin etkisiyle yirmi bir yıllık iktidarın ardından sona eren cunta yıllarını anlatmak uzun sürer.
Sivil yönetime geçilirken cunta ordunun kurumsal özerkliğini, bütçesini, istihbarat yapılarını garanti altına aldı. Sadece bu değil, ordu, içişlerine müdahale etme, düzeni garanti altına alma, her federal eyalette askeri polisi muhafaza etme hakkını koruyarak siyasi kurumlar üzerinde daimi bir vesayet uygulamaya da devam etti.
Lula döneminde istikrar
Bunun en yeni, en çarpıcı örneği 2016’da solcu Dilma Roussef’e yönelik darbedir. Luiz Inácio Lula da Silva'nın iki dönem işbaşında kalan İşçi Partisi hükümeti döneminde (2003-2011) sivil-asker ilişkilerinde göreceli bir istikrar dönemi yaşandığı bir gerçektir. Silahlı kuvvetler siyasi katılımını sadece kamu güvenliği ile ulusal güvenliğe tehdit olarak gördüğü alanlarla sınırlandırdı. Barış içinde bir arada yaşamayı amaçlayan bir anlaşmanın parçası olarak Lula, askeri aygıtı tehdit edebilecek herhangi bir önlem almadı, silahlı kuvvetler de sivil otoriteye tabi olmayı kabul etti. Ancak Rousseff hükümeti döneminde (2011-2016) sivil-asker ilişkileri giderek kötüleşti.
Sadece bir kadın değil, aynı zamanda 1964 diktatörlüğüne karşı savaşmış eski bir gerilla olan Dilma gibi bir başkomutana sahip olmak ordunun değerlerine bir hakaret olarak algılandı. Ordu, hükümetin silahlı kuvvetleri diktatörlük döneminde işledikleri suçlardan sorumlu tutmayı amaçlayan Ulusal Hakikat Komisyonu'nun kurulmasına da karşı çıktı. Bu süreç ordunun sola karşı düşmanlığına daha da artırdı. Ordunun Haiti'deki Birleşmiş Milletler İstikrar Misyonu‘na katılımı, Amazon'daki askeri varlığının genişletilmesi, Brezilya'daki Dünya Kupası, Olimpiyatlar vb. mega spor etkinliklerinde oynadığı rol gibi diğer faktörler de silahlı kuvvetlerin siyasi olarak yeniden örgütlenmesine katkıda bulundu.
Parlamento-sermaye darbesine ordu desteği
2016 yılında Dilma Rousseff'e karşı gerçekleştirilen darbe, iş dünyası, parlamento ile yargı güçlerinin işbirliğiyle yapılmıştı. Ordu kamuoyu önünde ihtiyatlı davransa da perde arkasında sivil darbecilere destek verdi. Silahlı kuvvetler, Başkan Dilma'nın devrilmesinden sonra iktidara gelen Michel Temer hükümetini (2016-2018) gözetim altında tuttu, yargı başta olmak üzere devlet kurumlarına sürekli baskı yaptı. Bolsonaro'nun 2018'de seçilmesi, aşırı sağ için bir fırsat penceresi açan siyasi, sosyal, ekonomik krizlerin bir araya gelmesinin bir ürünüydü. Ordunun bazı kesimleri Bolsonaro'nun kampanyasını yürüttü, ordu Temer yönetiminden Bolsonaro yönetimine geçiş sürecinin başından itibaren kendisini hükümetin teknokrat kanadı olarak sundu.
Askerin siyaset merakı
Ordunun siyasi makamları giderek daha fazla işgal etmesi Brezilya demokrasisi için her zaman ciddi bir tehdittir. Bolsonaro'nun eski savunma bakanı, 2016 darbesine katılan bir grup subayla ilişkili olan General Azevedo e Silva, ülke genelinde seçim sürecini denetlemekten sorumlu federal mahkemenin genel müdürlüğüne aday gösterildi. Militarizasyon sadece yürütme düzeyinde değil, aynı zamanda yasama ile yargıda da güçlü bir biçimde gerçekleşmişti. Sadece 2010-2020 yılları arasında 25 binden fazla asker, seçimlerde aday oldu. Bunların yüzde 87'si sağ partilere mensuptu. Aralarından bin 860'ı seçilebildi. Askeri personelin siyasi makamlara akın etmesi, diğer sonuçlarının yanı sıra halk mücadelesini suç sayan Terörle Mücadele Yasası'nın kabul edilmesine yol açtı.
Militarizasyon sadece devlet yapıları içinde gerçekleşmiyor; Brezilya, dışarıda barışçıl bir tutum sergilerken içeride savaş yürüten bir ülke durumunda. Ülke, dünyanın en şiddet dolu 50 şehrinden 17'sine, yani yüzde 34'üne ev sahipliği yapıyor. Bugün Brezilya, insan hakları savunucuları için dünyadaki en tehlikeli ikinci yerdir. Artan militarizasyon bağlamında, Başkan Bolsonaro ile paramiliter gruplar ya da milisler arasında güçlü bağlar olduğu sır değil. Bu paramiliter gruplar, çoğunlukla Bolsonaro ailesinin siyasi beşiği olan Rio de Janeiro eyaletindeki bölgelerde hakim olan suç pazarlarında faaliyet gösteren kamu güvenliği ajanlarından oluşan ölüm mangalarıyla ilişkilidir. Bolsonaro'nun tabanındaki kesimler silahlı darbe yapmak için gerekli koşullardan yoksun olsalar bile darbe yapmaya hevesliler. Son Meclis baskınında görülenler bunlardı.
Yani askerin açık bir darbe yapıp dünyayı karşısına almaya gerek yok. Zaten siyasetin içinde, siyaseti düzenleyen bir güç. Lula’nın sermaye ile ordu için tehdit olmadığı da düşünülürse bir darbe için zemin yok. Eğer olursa bu askerin çıldırdığı anlamına gelir.
Lula’nın işi gerekten çok ama çok zor.