Ovacık Altın Madeni İle Ülkemize Saplanan Mızrak... Naci Görür: "Ben Sadece Organizatördüm"

Amerikan (SS Mining yüzde 80)- Türk ortaklı (Çalık-Lidya Madencilik yüzde 20) Anagold Madencilik firmasının işlettiği ve 13 Şubat’ta Erzincan İliç Çöpler Altın Maden sahasında 9 işçinin canına malolan çevre felaketi, altın madenciliğini daha geniş bir çerçevede tartışmayı zorunlu kılıyor.

Türkiye’nin altın madeninde siyanür kullanımından zarar gördüğü maden sahası yalnızca İliç değil.

Kanada firması Eldorado’nun kuruluşu Tüprag’ın işlettiği Uşak Eşme altın madeninden 2007 yılında yayılan hidrojen siyanürden 1800 işçi zehirlenmiş ve bunun üzerine maden Valilik tarafından bir süreliğine kapatılmıştı.

2011 yılında Kütahya Gümüş köyü yakınındaki Eti Gümüş A.Ş’ye ait gümüş madeninde siyanür içeren çamurun depolandığı üç kademeli barajının ortasındaki set çökmüştü. Madende çalışan işçilerde sağlık sorunları ortaya çıktı.

Kara Afrika kıtasında olduğu gibi dünyanın en yoksul ülkelerinde sürdürülen “sömürge madenciliği” Anadolu’nun bereketli topraklarına 1980’lerin sonunda saplandı, küresel maden şirketlerine 2005 yılında tamamlanan yasal zemin altın tepside sunuldu.

Üzerinde yoğunlaştığım bu konunun ele alınış tarzının, siyasi partilerin toplumda yarattığı “kutuplaşma” zemininin çok da uzağına düşmediğini söyleyebilirim.

Farklı görüşler ifade eden bilim insanları kamuoyuna açık bir tartışma platformunda biraraya gelip tezlerini savunmaya yanaşmıyor, gazeteciler aracılıyla birbirlerine laf yetiştirmeyi tercih ediyorlar.

Madencilik, bugün ele aldığımız konu kapsamında genelde “metal madenciliğinin”, özelde “altın madenciliğinin” yarattığı çevresel yıkım nedeniyle; mühendislik biliminin birden fazla alanına değiyor.

Açıkçası bilimsel tartışma sorumluluğu adeta gazetecilerin, TV programcıların üstüne yığılmış gibi…

Gazeteciler nihayetinde belge ve bilgi edinerek, tarihe tanıklık etmekten öte bir rolleri olamaz. Kimya ve fizik mühendisliğinden, yer – hava- deniz bilimlerine, sağlık ve doğal hayatın korunmasına kadar geniş çerçevede uzmanlık gerektiren böyle bir konuda, birbirini besleyen “bilimsel tezlerin” ortaya konulmasına ihtiyaç var.

Hele de ülkenin yüzde 70’ini maden sahası ilan eden ve son 20 yılda yaklaşık 400 bin maden arama ruhsatı veren bir iktidarın bu ortamı sağlaması boynunun borcu olsa gerek!..

Gelelim 13 Mart tarihli “Türkiye’nin ilk altın madenine ‘uygun’ raporu veren heyetin başındaki sürpriz isim” başlıklı yazımın yansımalarına…

Türkiye Bilim Akademisi kurucusu, Yüksek Jeoloji Mühendisi Prof.Dr. Naci Görür’ün yürütücüsü olduğu ve 1999 yılında Başbakanlığa sunulan “TÜBİTAK- YDABÇAG (Yer Deniz Atmosfer Bilimleri ve Çevre Araştırma Grubu) Ovacık Projesi Çevre Faaliyetleri İncelemesi ve Strateji Raporu” na yönelik eleştirilere yer verdim.

Eski zaman demeyin. Dün Yatağan termik santralında çevrecilerin açtığı ÇED muafiyetinin iptal davasına, 2004 yılındaki yasal düzenleme referans oldu.

Erzincan İliç’teki Çöpler Altın Maden sahasında içinde siyanür ve zararlı kimyasal atıklar barındıran yığma liçin kayması, siyanür borularından sızıntının olması gibi riskler, Türkiye’de faal olan 20 altın maden sahası için de geçerli.

Büyüklerimizin “Zararın neresinden dönersen kardır” lafı bugünün amentüsü olmayı hakediyor.

Özet bir hatırlatma yapayım:

Türkiye’nin ilk altın madeni, 1989 yılında ruhsat verilen Bergama-Ovacık henüz ülkenin Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) yönetmeliği bile yokken, dönemin TÜBİTAK- YDABÇAG Raporu yüzünden hayatımıza girdi.

Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği bölümü öğretim üyelerinden Dr. Enver Yaser Küçükgül, İzmir Valiliği’ne bağlı, aralarında akademisyenlerin ve ilgili bakanlıkların bürokratlarının yer aldığı dönemin “Eurogold Ovacık Altın Madeni İzleme ve Denetleme Komisyonu” üyesiydi.

ODTÜ Kimya Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Türkiye’nin ilk siyanürün çevresel etkilerini irdeleyen master tezini veren Küçükgül, TÜBİTAK-YDABÇAG raporunda yanlışlar olduğu iddiasını bir rapor haline getirip, dönemin Başbakanlık Müsteşarlığı ve ilgili bakanlıklara sundu.

Bunun üzerine Başbakanlık, aynı üniversiteye yeni bir rapor yazma talimatı verdi. Küçükgül’ün de aralarında olduğu Çevre Mühendisliği bölümünden 16 akademisyen 11 ciltlik raporu inceledi ve çok sayıda risk-sakınca saptadı.

Konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ ne taşındı. Türkiye, Bergama köylülerine tazminat ödedi.

Süreçle ilgili ayrıntıları aktarmayı burada kesip, Görür’ün ve Orhon’un benimle konuşurlarken “meslektaşlarını” küçümseyen ifadeler kullanmalarını yadırgadığımı belirtmeliyim.

Küçükgül’ün adını bile hatırlamamaları, Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türkiye Tabipler Birliği (TTB) raporlarını görmezden gelme tutumları gerçeği değiştirmiyor.

Her ikisinin de ortak paydası, hazırladıkları raporun arkasında durmaları ve Erzincan İliç faciasının kötü uygulamadan, denetim eksikliğinden kaynaklandığını söylemeleri.

Altın madenlerimizi işleten Amerikan-Kanadalı-Avusturalyalı-Alman-Fransız şirketlerinin Türkiye’yi “değneksiz köy” bellememeleri gerektiğini anlatmamız gerekiyor.

ABD ve AB kurumlarında ülkeleri için belirlenen siyanür kullanım kriterleri, atık yönetmelikleri yardımcı olacaktır.

NACİ GÖRÜR: BEN YALNIZCA ORGANİZATÖRÜM

Türkiye’ye altın madenciliğine kapı açan raporun kapağında “yürütücü” olarak imzası olan Prof. Dr. Naci Görür “Ben sadece organizatördüm, kurulda yer alan bilim insanları uzmanlık alanlarında rapor hazırladılar” diyor.

Görür’ün görüşlerini meslek etiğinin gereği olarak aynen yayımlıyorum:

*Bergama Altın Madeni ile ilgili çalışmayı Başbakanlık 1999 yıllarında TÜBİTAK’tan istemiştir. TÜBİTAK da Marmara Araştırma Merkezi (MAM) Başkanlığını görevlendirmiş ve çalışma başlamıştır. O sırada MAM başkanı bendim. Bu çalışma için belirli sayıda konusunda ulusal ve uluslararası tanınırlığı olan bilim insanları seçilmiş ve çalışma başlamıştır. Uzman kişi seçimine son derece dikkat edilmiştir. Ben yönetimde olduğum için bağımsız davranma adına ülkemizin önde gelen deprem bilimcilerinden Prof. Dr. Aykut Barka (2002 yılında vefat etti. Raporda Bergama’nın deprem bölgesinde olduğu notu düştü) ve Prof. Dr. Haluk Eyidoğan seçilmiştir.

*Konu daha çok çevre ile ilgili olduğundan bu konuda ülkemizin ileri gelen, uluslararası ortamda tanınan Prof. Dr. Derin Orhon da yer almıştır. Maden, işletme ve izabe konularında seçilen bilim adamları da son derece uzman ve seçkin kişilerdir. Her bilim adamı kendi konusunda çalışma ile ilgili inceleme ve görüşlerini bir rapor halinde ortaya koymuştur. Benim bu rapora dahilim daha çok koordinatörlük anlamında olmuştur. Elbette ki rapor sonuçları benimsediğim ve kabul ettiğim bir çalışmadır. Raporda belirtildiği gibi, araştırmaya tabii tutulan maden işletmesi ulusal ve uluslararası kalite standart ve ileri teknolojilere haizdir. Rapor tamamlandıktan sonra Ankara’ya gönderilmiş ve TÜBİTAK Bilim Kurulu’nda onaylandıktan sonra Başbakanlığa sunulmuştur.

*Son yazınızda 2004 yılında şahsıma verilen NATO bilim ödülüne değinmektesiniz. Düşündüğünüz nedir onu bilemem ama bu konuda size hakikati anlatmak isterim. 1999 Kocaeli Depremi olduktan sonra aynı yıl TÜBİTAK olarak NATO’ya başvurduk. NATO da tarihinde ilk kez deprem konusunda Marmara Denizi’nde deprem araştırmaları konusunda bizi destekledi. Belirli bir bütçe (100 bin dolar) ayırdı ve kendi üyelerine çağrıda bulunarak Türkiye’ye yardım etmelerini önerdi. Türk Deprem araştırmalarının yönetiminde TÜBİTAK adına yönetici olarak şahsımı seçti. İlk iş olarak 1999 yılında İstanbul da NATO deprem toplantısı yapıldı. Marmara Denizi’nde nelerin yapılması gerektiği kararlaştırıldı. Özellikle Fransa ve İtalya’nın yakın ilgisi ve yardımı ile araştırma konuları belirlendi. TÜBİTAK ve TÜRK DENİZ KUVVETLERİ bu çalışmalarda değişik şekillerde görev aldı. Bu çalışmaların TÜRK tarafının başkanlığını şahsım yaptı. Özellikle 2010 yılına kadar süren bu araştırma sürecinde NATO bana tarihinde ilk kez Deprem konusunda hizmetlerimden dolayı NATO BİLİM Ödülü’nü verdi.

*Benim dışımda Boğaziçi Üniversitesi’nde (Prof.Dr. Mustafa Erdik) kimi arkadaşlarım da bu ödüle layık görüldü. Ödül verildiği zaman herhangi bir tören yapılmadı ve ödül Harbiye’de ki Askeri Müzede bizim deprem posterleri önünde NATO Genel Sekreteri tarafından verildi. Benim bildiğim sadece bu. Deprem konusunda insanlarımı uyarmak, farkındalık yaratmak ve kimse ölmesin diye yıllarca çırpınmama ve çalışmama rağmen bu tür söylemlerle karşı karşıya kalmak doğrusu beni çok üzdü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serpil Yılmaz Arşivi