Sanatın Gölgesinde Dinlenmek

Yaz mevsiminin başlamasıyla birlikte büyük şehirlerde tiyatro sezonu kapanırken, bazı oyuncular için tatil henüz başlamadı. Onlar son sürat turnelere çıktılar. Böylece sahil bölgelerindeki seyirciler için tiyatro sezonu hala devam ediyor. Eski ustalar turneleri iki sebeple çok önemserlerdi; oyunlarını Anadolu’nun her köşesine götürebilmek ve kazanılan paralar ile yaşamlarını devam ettirebilmek. Tabi o zamanlar televizyona ya da dijitale iş yaparak para kazanmak yoktu. Gerçi turnelerin devam ediyor olması hala geleneksel sebepleri barındırıyor gibi.

Ekonomik krizin derinleştiği toplumumuzda, insanlığın ilkel dönemine ışınlanmışcasına karın doyurma, barınma ve üremeye inen beklentilerimizi elbette kabul etmiyoruz. Başta fikir hürriyeti ve özgürlükler olmak üzere çok sayıda demokratik hakkımızla birlikte kültürel alanda da insan gibi yaşam arzumuz devam ediyor. Bazen bu yazılarımı yazarken beni duyarsız olmakla itham edersiniz diye endişe etsem mevcut durumun sorumlusu ben değilim. O sebeple siyasetçilerin bizi boğduğu sığ dünyalardan çıkıp birlikte nefes alalım istiyorum.

Kültürel dönüşümleri canlı metabolizmaya benzetirim. Çünkü tüketim alışkanlıklarındaki değişimlere ayak uydururken günün sonunda en ilkel olanın en vazgeçilmez olduğu sonucuna varıyoruz. Ne mi demek istiyorum? Mesela en sağlıklı beslenmenin nasıl olması gerektiğini ararken dönüp dolaşıp avcı-toplayıcı dönemdeki soydaşlarımızın beslenmesine yakın yolların daha doğru olduğuna ikna oluyoruz. Bakın bunu tiyatroya nasıl bağlayacağım; yaz ayları geldiğinde amfi tiyatrolarda oyunlar seyretmek, konserler dinlemek bize iyi geliyor. Antik Yunan’a uzandığımızda karşımıza çıkan bu seyir alanı, avcı toplayıcı dönemin beslenmesi gibi geliyor bana; ilkel ama doğru. Teknik imkanları günümüz sahnelerine kıyasla daha kısıtlı olan açık hava tiyatroları diğer yandan çok sayıda seyirciye ulaşma imkânı veriyor. Akustik sorunu daha az ama dışarıdan gelen uyaranlara açık. Festivalleri ve ödenekli işleri ayrı bir parantezde tutarak turneler için en avantajlı oyunlar az oyunculu, minimalist dekorlu, tekniğe gereksinim duymayanlar. Fazla teknolojik, büyük dekorları olan oyunlar, prodüksiyon boyutundaki dev işler ise maliyet açısından da seyir keyfi açısından da yerinde ağır olmaya devam ediyor.

1.jpg

Yaz tatilinde izin günleri sınırlı olanlar için elbette çok daha eğlenceli seçenekler var ve tiyatro onlar için cazip bir gece etkinliği olmayabilir. Kaldı ki geçen hafta Muhsin Ertuğrul’un sözleri kulağımızda küpeyken ‘‘Tiyatro eğlence yeri değil, büyüklerin mektebidir’’ benim bu cümleyi kurmam biraz ayıp oldu. Neyse demek istediğim bu turnelerde daha çok hedef kitlenin yaz boyu tatilci olan yazlıkçılar ve o bölgelerde yerleşik yaşayanlar olması.

Özellikle pandemi dönemi ve sonrasında ekonomik sorunların ağırlaşmasıyla çıkış yolu arayan büyük şehirlilerin tercih ettiği sahil bölgelerinin yarattığı nüfus değişikliği ihtiyaçları da farklılaştırdı. Çoğu bölgede sinema salonu bile yokken pandeminin bitişiyle sosyalleşmek isteyen insanlar için kültürel sorunlar başladı. Bu gölgeleri keşfeden sanatçılar atölyeler kurarak sanat üretimini farklı coğrafyalara taşımayı sağladı. Böylece tersine göç diyebileceğimiz bu azınlıklar, o bölgelere farklı değerler kazandırmış oldular.

Turnelerin en büyük sıkıntısının salon olduğu malumdur. Çoğu zaman düğün salonlarında kimi zaman açık hava gazinolarında ya da sinemalarında tiyatro oyunları kendine sahne bulur. İyi ihtimal amfi tiyatrolar vardır. Şimdilerde az önce bahsettiğim farkındalıkların oluşmasıyla sanatçılarla, kapital sahibi sanat severlerin sinerjisi bir araya geliyor ve çok şık, butik eğitim merkezlerini de içinde barındıran sanat kompleksleri açılıyor.

Henüz deneyimleme şansım olmayan ama çok sayıda sanatçının sahne aldığı ya da eğitim verdiği ‘‘Urladam’’ bunlardan sonuncusu. Yıllardır Ayvalık, Gökçeada, Kaz Dağları, Muğla, İzmir, Antalya gibi yerleşim yerlerinde atölyeler ya da festivallerle tiyatro, yazarlık, müzik, sinema, dans, plastik sanatlar, resim gibi çok sayıda alanda sanat severler buluşmaktalar. Bu faaliyetleri halkla buluşturabilmek adına kazandıkları parayı, miras değeri olacak kolektif işlere harcayan herkese sonsuz şükranlarımı sunuyorum.

Urladam’dan kısaca bahsetmek isterim. Belki orada sahne alan oyunları seyretmek, konserleri dinlemek ya da ‘‘Başka Sinema’’ nın filmlerini izlemek istersiniz. Çeşitli atölyelerde Doktor meslektaşım ama hepimizin sanatçı kimliğiyle tanıdığı Ercan Kesal ile Semih Kadri Felek’in kuruculuğunu yaptığı bu kampüste sergi salonu, toplantı salonları, kütüphane, 550 kişilik amfitiyatro ile birlikte kafe, restoran ve konaklama için küçük bir otel var.

Kesal, Urladam için ‘İnsan hikayesi olan bir canlıdır. Hikayesi olmayan hayatın keyifsiz ve anlamsız olduğunu düşünenlerdeniz. Ne yazık ki kültür ve sanat faaliyetleri pahalı işlerdir. Seçkin ve belki herkesin rahatça ulaşamayacağı türden şeylerdir. Biz bu algıyı değiştirmek istiyoruz. Evet, işimiz seçkin ve benzersiz olsun ama bir yandan sokaktaki insanın da işine yarasın. Ana omurgasını okullaşmak, okul olmak teşkil etsin. Bir hafızanın parçası olsun, kendi hikayesini kursun. Biz de bunun yaratıcılarından biri olarak gelip geçelim buradan. Biz de buraya gelip bir zamanlar kurucusu olduğumuz bu yerde bir atölyeye katılalım. Yurt dışından gelen bir yönetmenin dinleyicisi olalım. Buradan yapılan bir yayını dinleyelim…’ diyor.

Bayramın bitişiyle tersine kavimler göçünde evine ulaşmayı başaran herkesi tebrik ediyorum. Bu yazım yaz boyu devam edecek tüm açık hava etkinlikleri için küçük bir hatırlatma olarak zihninizde kalsın isterim.

&&&

2.jpg

Bugün 2 Temmuz, Sivas Katliamının 30. yılı. İki elimiz, bu utanmazlıkla geçen 30 yılda cezasını çekmeyen herkesin yakasında. Çoğu Alevi 33 yazar, ozan, düşünür ve 2 otel çalışanını yakanlar, dumanla zehirlenerek ölmelerine sebep olanlar, orada, bizzat linçin içinde olanlar ve buna engel olmayanlar, onları koruyan, savunan herkes; kan hepinizin elinde. Lady Macbeth ‘‘Hala kan kokuyor. Dünyanın hiçbir kokusu gideremez bu küçük ellerimdeki kokuyu’’ derken tüm dünyanın kanını elinde taşıyan bir sembol olacağını bilmiyordu elbette. Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Metin Altıok, Haset Gültekin ve diğer aydınlar… aynı anda ölümde ortaklaştılar. Metin Altıok’tan ‘‘Beraberken’’ şiiriyle tüm yitirdiklerimizi birlikte analım isterim. Saygıyla, sevgiyle…

Beraberken kıymetini bilmedimdi
Elim ayağımdın sanki zora koştuğum.
Bir yetim şiir kaldı yanımda şimdi,
Kaybetmekten deli gibi korktuğum.
Bir kum saatiyim sensiz geceden gündüze
Altı durmadan üstüne getirilen.
Bu nasıl zaman ki çakılı kalmış güze,
Doğmamış çocukları evlatlık verilen.
İşte böyledir gülüm bazı şeylerin
Hiç hissedilmez varlıkları ama,
Yoklukları bir uçurum kadar derin
Baş döndürür kıyısında nasıl da.
Ey bir hüznü büyüten solgun anne!
Sen de düşün benden sana kalan ne.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytun Aktan Arşivi