İsmail Pehlivan
Örgütlü Alevilik mücadelesinin tarihi
İsmail Pehlivan
Anadolu’da Aleviler kendi içlerinde bölgeden bölgeye, gelenekten geleneğe ve hatta ocaktan ocağa bir takım farklılıkları bünyelerinde barındırır. (Kentlerde ise sınıfsal ayrışmalar inanç alanında farklı algılamalara ve yorumlamalara neden olmuştur.) Bu farklılıkları erkannamelerde görmek olasıdır. Her ocağın erkanamesinin farklı içeriği olması batıni Alevi öğretisine aykırı bir durum değildir. Farklılıklar ayrılık değil; zenginlik olarak görülmüştür.
Pir Sultan Abdal inancın mayasını şu ayetle çalmıştır:
“Özü öze bağlayalım
Sular gibi çağlayalım
Bir yürüyüş eyleyelim
Tevekkel tü Teâlallah”
Alevi toplumu içinde temel ve ortak özellikler mevcuttur. Gülbank, nefes, deyişlere atfedilen önem, temel olarak ilham ve keşfin bilgi kaynağı olarak kabul edilmesine ve pratik hayatta bunun diğer bilgi kaynaklarına öncelenmesine dayanmaktadır.
Gülbanklarda, deyişlerde “Üçler” olarak anılan “Hakk, Muhammed, Ali” kabulü, Alevi nitelemeli ocak ve grupların esası olarak kabul edilir. Hatta Alevilik; Hakk Muhammet Ali Yolu’dur şeklinde tanımlanır. Bu kalıp ifadede yer alan “Hakk”, Allah’ı, Allah’ın varlığını ve birliğini; “Muhammed”, Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve son peygamber olduğunu; “Ali” ise, Hz. Ali’nin velâyet makamının nuru, Pir’i olduğunu ifade eder.
Türkiye’de, özellikle 1950’li yıllardan itibaren çeşitli nedenlerle başlayan köyden kente göç hareketliliği, toplumda sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik bir değişime de neden olmuştur. Bu değişimden Alevi toplumu da payına düşeni almıştır. Bu tarihten itibaren yoğunluklu bir göç ile kentlere gelen Aleviler, tarım ve hayvancılık işleriyle meşgul olduğundan, işkolu anlamında uzmanlık alanıyla ilgili sıkıntılı bir süreç yaşamıştır. Lakin kısa sürede entegrasyonunu tamamlamasını da bilmiştir.
Aleviler, genel hatlarıyla “boy-soy-aşiret sistemine” dayalı bir toplumsal varlıktır. Dini yaşamlarını daha çok batıni-felsefi öğreti ekseninde tarikat hayatı içinde sürdürmektedir.
Alevilik, Anadolu coğrafyasında Sinemilliler, Üryan Hızırlılar, Dede Garkınlılar, Ağu İçenler, Baba Mansurlular, Keçeci Babalılar, Kureyşanlılar, Hubyarlılar, Tahtacılar, Abdallar, Çenpniler vb. söz konusu toplulukları ifade etmek üzere bir üst kimlik olarak 19. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlandı.
Ülkemizde Alevilik, kapalı köy ekonomisine dayalı hayat tarzıyla 1900’lü yıllardan itibaren (korunma içgüdüsüyle) dışa kapalı olarak kullanılırken; 1990’lı ve takip eden yıllardaki gelişmelere bağlı olarak diğer toplum kesimlerine gerçek kimliğini açıklama cesareti göstermiştir.
Alevi toplumu tarihin akışı içinde uğradığı mezalimlerden sonra 1990’lardan itibaren gereksinimden kaynaklı örgütlenmeye başladı. Kent koşullarında Alevi örgütlenmesi, başlangıçta Anadolu Alevi inancını yaşamaktan ziyade kültürel anlamda “farklılık” ve “farkındalık” yaratma üzerine oluşmuştu. Sonraki yıllarda demokratik hak arayışıyla siyasi bir hüviyete de dönüştü.
Alevi örgütlenmesi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi’nde ifade edilen kuralların hak ve özgürlükler çerçevesinde oluşması ve özellikle din ve vicdan özgürlüğü alanında, 1982 Anayasası’nın 10, 12. 17, 24 ve 25. maddeleriyle de devletin güvencesinde olması gerekirken, örgütlenmeye siyasi iktidarlar marifetiyle yasaklar getirilmiştir.
Ülkemizde Uluslararası İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve T.C. Anayasası ile güvence altına alındığı halde, herkesin inanç özgürlüğünün koruma altında olması gerçek anlamda sağlanamamıştır.
Alevi aydınlanmasının sağladığı bilinç, toplumun örgütlenmesini gündeme taşımıştır. Alevi öncüleri, “Alevi” ve “Cemevi” sözcüklerinin devlet tarafından yasaklanması nedeniyle Alevi ulularının, evliyalarının, Hakk aşıklarının isimlerinin ardına “kültür”, “eğitim”, “dayanışma”, “turizm”, “tanıtma” ve “araştırma” sözcüklerini ekleyerek dernekler kurdular.
Bu isimlendirme zorunlu idi. Dönemin devlet aklı ile siyasi iktidarları Aleviliğe düşmanca bir tutum içindeydi ve “Alevi”, “Cemevi” sözcükleri yasaklıydı. Bu nedenle yasakçı zihniyete karşı böyle bir ara geçiş yol tercih edilmiştir. Lakin günümüzde de Alevi demokratik kitle örgütlerinin bir kaçı hariç kuruluşunda kullandıkları adlarla varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Hatta o dönemde kurulan Cemevlerinin bazılarının ünvanlarında da “Cemevi” yerine “kültür”, “dayanışma” sözcükleri varlığını korumaktadır.
- 1960- Ankara Ozanlar Derneği
- 1965- Hacıbektaş Kültür ve Turizm Derneği (Ankara)
- 1969- Karacaahmet Sultan Kültürünü Tanıtma ve Yaşatma Derneği
- 1979- Şahkulu Sultan Külliyesini Yaşatma ve Tanıtma Derneği (1994 Şahkulu Sultan Külliyesi Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Araştırma Eğitim ve Kültür Vakfına dönüştü)
- 1988- Pir Sultan Abdal Kültür Derneği
- 1989- Sücaaddin Veli Kültür ve Turizm Derneği (Eskişehir)
- 1991- Hacı Bektaş Veli Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Derneği (Eskişehir)
- 1993 Semah Eğitim ve Kültür Vakfı (1999 yılında Alevi Bektaşi Eğitim Kültür Vakfı olarak değiştirildi)
- 1993- Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Derneği (2000’li yıllarda Alevi Kültür Derneği olarak adını değiştirmiştir.)
- 1993- Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı
- 1994- Garipdede Türbesini Yaşatma ve Koruma Dermeği (2014’de Garipdede Kültür ve Cemevi Derneği, 2021’de Garipdede Dergahı Vakfı olarak isim değişikliğine gidildi)
- 1995- Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı (Cem Vakfı)
- 2001- Hüseyin Gazi Kültür ve Sanat Vakfı (Ankara)
- 2002- Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği
Görüldüğü gibi onlarca dernek ve vakfın ünvanında ne “Alevi” sözcüğü, ne de “Cemevi” sözcüğü mevcut değildir.
Türkiye’de Alevi inancı çevresinde kurulan dernek veya vakıflarının tüzüklerinde Alevi inanç alanını ifade eden ibareler bulunmamaktaydı. Tüzüğünde “Alevi inancını araştırma ve tanıtma” ibaresi olduğu için kapatılma davası açılan Semah Eğitim ve Kültür Vakfı uzun yıllar verdiği hukuk mücadelesi sonucu bu hakkı 1989 yılında kazandı ve “Alevi” sözcüğü tescillendi. Bu bir ilkti. Sonraki yıllarda kurulan dernek ve vakıfların tüzüklerinde ve ünvanlarında “Alevi” sözcüğü yer almaya başladı. 1989 yılı öncesi derneklerin ve vakıfların inanç alanlarıyla ilgili olduğunu ancak logolarında kullandıkları sembollerinden anlayabiliyorduk.
Alevi toplumu tarihin akışı içinde ve özellikle cumhuriyet döneminde yaşadığı zorlu ve acımasız süreci sağduyu ve soğukkanlı bir anlayışla karşıladı. Hak mahrumiyetlerini ve haksızlıkları gidermek için demokratik kanalları kullandı. Şiddetin ve terörün yanında olmayarak Türkiye Cumhuriyeti devletinde “eşit yurttaş” olma talebini her dönem yüksek sesle dile getirdi. Lakin devlet ve siyasi iktidarlar hiçbir zaman Alevilere karşı sağduyulu olmadı.
Tam burada bunca sıkıntıya rağmen Aleviler hep yan yana kaldılar ve kendi özlerini korudular demeliyiz. Ancak bu yan yana oluş, yayılmacı, asimilasyoncu ve çoğulcu anlayışa aykırı olmadı. Bu nedenle de Alevilerin bunca mücadelesine 'siyasal Alevilik' kimse diyemez. Hele ki ağzında gümüş kaşığı ile yaşayanlar asla... Haftaya bu konuyu daha detaylı işleyeceğiz.