Fikret Bila (p)
İktidara düşen görev
İktidarda olsun muhalefette olsun siyasi partilerin yapacağı en büyük yanlışlardan biri sandıkla inatlaşmaktır.
Seçmen, sandıkta her siyasi partiye bir mesaj verir, yol gösterir. Bu mesajı reddeden partiler bir sonraki seçimde daha fazla güç kaybederler.
Seçim sonuçlarına itiraz elbette bir siyasi haktır. Bu hakkın kullanılmasında hiçbir sorun yok. İkna edici delil varsa oyların yeniden sayılması da normaldir. Ancak sorun itiraz sürecinde ortaya çıkan çifte standarttır.
Seçim kurulları ve Yüksek Seçim Kurulu’nun, iktidar partisinin yaptığı bütün itirazları kabul edip, muhalefetin yaptığı itirazları çoğunlukla reddetmesi, seçimlerdeki yargı denetimine gölge düşürüyor. İtiraz sürecinin sorunlu yönü budur. Sandık başında şerh düşülenler hariç, nedenleri yasada çok açık biçimde sayılan geçersiz oyların yeniden sayılması ise yargının tarafsızlık ilkesiyle çelişen bir durumdur. Seçim kurullarının ve Yüksek Seçim Kurulu’nun kararlarında iktidardan yana, muhalefet karşı birçok örnek yaşanması çifte standart eleştirisini haklı çıkarıyor.
Seçmenin iktidara verdiği mesaj
İktidara düşen birinci görev, sonuçları saygıyla kabul edip, seçmenin verdiği mesajı almak ve sandıkla inatlaşmamaktır.
Seçmen, seçim kampanyası boyunca iktidarın kullandığı; sert, tehdit eden, korku salan söyleme pirim vermemiştir. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, İYİ Parti Lideri Meral Akşener’in cezaevine gidebilecekleri gibi tehdit yüklü söylem, Mansur Yavaş’a karşı yürütülen karalama kampanyası, seçilse bile görevden alınabileceği iması, muhalefetin kazandığı belediyelerin merkezi iktidarın desteği olmadan iflas edecekleri, maaşları ödemeyecekleri, yerlerine kayyım atanabileceği, muhalefeti terörist ilân etme gibi mesajlar ters tepmiştir. Bu söyleme karşın seçmen, İstanbul ve Ankara da dahil olmak üzere 10 dan fazla metropolde muhalefeti seçmiştir.
Sandıktan iktidar partisine çıkan mesaj, kutuplaştırıcı, cepheleştirici, suçlayıcı, tehdit eden bu söylemden vazgeçmesidir.
Bunun yerine kucaklayıcı, birleştirici, bütünleştirici, uzlaşmacı bir dil kullanmasıdır. Seçmen, kavgadan, gürültüden, gerginlikten, kutuplaştırıcı, suçlayıcı siyaset tarzından yorulduğu mesajı vermiştir.
Nitekim İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun, Ankara’da Mansur Yavaş’ın kullandığı kapsayıcı, kucaklayıcı, barışçı, uzlaşmacı, yumuşak söylemini takdir etmiş ve sandıktan çıkarmıştır.
Yargı reformu ihtiyacı
Yerel seçimlerdeki uygulamalar ve tartışmalar bir kez daha gösterdi ki, yargının tarafsızlığına olan güvensizlik sorunu giderek büyüyor. İktidara düşen acil görevlerden biri de yargıya güveni artıracak bir hukuk reformunu gerçekleştirmektir.
Yetkileri bir merkezde toplayan Cumhurbaşkanlığı-hükümet sistemi erkler arasındaki dengeyi yürütme lehine bozmuş durumdadır. Bu dengenin yeniden kurulması, kuvvetler ayrılığı ilkesine işlerlik kazandırılmasıyla mümkündür. Bunun için atılacak ilk adım yargının tarafsızlığını güçlendirmektir.
Türkiye, demokrasinin güvencesi olan hukukun üstünlüğü ilkesini uygulamak üzere hukuk devletini işletmelidir. Demokratik-hukuk devleti, özgürlükçü, çoğulcu, hukukun üstünlüğünün yaşama geçirildiği, devletin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi olduğu bir sistemdir. Türkiye bu sistemi işletecek ve güçlendirecek adımlar atmalıdır. Devletin hukuka bağlılığının kuşkuya yer bırakmayacak biçimde uygulandığı, yargının tarafsız ve bağımsız bir erk olarak siyasal baskı ve müdahalelerden uzak olduğu, yasaların herkese eşit uygulandığı, hak ve özgürlüklerin serbestçe kullanıldığı bir yapı kurulması Türkiye’nin en büyük ihtiyacıdır.
Hukuk devletine işlerlik kazandırmadan, yargı denetimi ve güvencesi güçlendirilmeden Türkiye’nin içinden geçmekte olduğumuz ekonomik kriz dahil sorunlarını çözmesi çok zordur.
İktidar bu ihtiyacın bilincine varmalıdır.