Mustafa K. Erdemol

Mustafa K. Erdemol

"Haram Olsun" Demeden Bakalım: Depremzede Neden Böyle Yaptı?

Kendi adıma -kısa bir süre umutlanmanın dışında- sonucun ne olacağına ilişkin hep karamsardım zaten. Dolayısıyla çok büyük bir sürpriz olmadı seçim sonuçları benim için. Siyasi ortamı herkesten çok daha iyi okuduğumdan değil tabii ki, dikkatli bakan görürdü benim de gördüğümü. Memleket insanında tuhaf bir inanış vardı uzun bir zamandır. “Evrene olumlu mesaj gitsin“ diye kötü düşünmemek gibi bir huy edindi. Bu, tedbiri, planı, programı ihmal etmek demek. “Yolla evrene enerjiyi, sonra bekle“ tutumu hayli tuhaf. Etrafımdakilerden bilirim.

Ben de severim, inanmak da güzel tabii ama “Her şey güzel olacak“ tekerlemesi fena dolandı dillere. Görülüyor ki evrene giden bir mesaj yok, anlaşılsın artık. En az mezar ötesi anlayışlar kadar saf bir inanç bu da.

Çalıp, çırpma etkilemez

Mesele çetin, ülke dinamikleri ortada. Yolsuzluk, hırsızlık, adam kayırma bu ülke insanının büyük bir çoğunluğu için dert edilecek meseleler değil. Hiçbir etkili/yetkili yapıp etmelerinden, eğer yaptıysa çalıp çırpmalarından sorumlu tutulmaz bu memlekette. “Bal tutan parmağını yalar“ diye bir atalar sözü vardır ülkemizde. Yemeye, çalıp çırpmaya kültürel onay veren bunun kadar güçlü bir cümle biliyor musunuz?

Büyük felaketin vurduğu afet bölgelerinden, deprem illerine felaket sonrası yardım/hizmet götürmede iflas etmiş iktidara bu kadar çok oy çıkması şaşırtıcı elbette. Daha mikrofonları görür görmez çadırsız, susuz kaldık diye yakınan binlerce depremzededen bölgedeki sorunlara çözüm bulamamış iktidara oy akışını “Ettiğimiz yardımlar haram olsun“ diyerek eleştirmenin son derece densizce olduğunu belirterek sonucun neden böyle olduğunu anlatmayı deneyeyim.

Beş nedeni var

Şu, “Kurban, katilini sever“ tespiti, benzeri her durumda kullanılan bir klişeye dönüştürülmüştür ama sanki depremzedenin tutumu biraz bu klişeye uygun gibidir. Birinci neden bu olabilir belki. Desteklese de desteklemese de kendi üzerindeki iktidarın gücüne hayranlık da ikinci neden olabilir pekala. Yaşadığı sorunları, altında ezildiği, o sorunların asıl yaratıcısı iktidarın çözebileceğine olan inancı da üçüncü neden saymak gerekir. Dördüncüsü, meydan okumak yerine iktidarın yanında durmanın daha kolay olduğu gerçeği. Beşincisi, belki de en belirleyici olanı körü körüne bağımlılık tabii ki.

Benzetme hoş görülsün, Soykırım felaketine maruz kalan Yahudi kurbanlar üzerinde çalışan sosyal psikologlar kurbanların bu durumu yaşamasında “kör itaatin“ de etkili olduğuna inanırlar. Otoriteye koşulsuz itaat denince soykırım vahşeti örnek olarak gösterilir. Tabii depremzedenin itaatkarlığının baskıyla doğrudan ilgisi yok. Tamamen gönüllü bir itaatkârlık bu. Din, etnisite, kültür ortaklığının getirdiği doğal bir bağımlılık yani. İcraatlarının sonucu ne olursa olsun, kendi değerlerinin temsilcisi olan güce her koşulda destek vermek bu itaatkarlığın özelliği. Bir depremzedenin, hem de yemek kuyruğundayken “Akrabalarımın hepsi de ölse oyum reise“ demiş olması fantazi değil gerçekmiş. Anlaşıldı işte.

Bir modern toplum gerçeği

İtaatın yaygınlığın “geçmiş çağlara“ özgü olduğunu sanmak da herhalde doğru değil. Çünkü otoriteye itaat modern toplumda daha çok yaygın. Denir ki yasalara, ebeveynlere, diğer otorite figürlerine itaat olmadan modern toplumun ayakta kalması zordur. Ben sosyal psikolojinin yalancısıyım.

Kör itaatkarlığı yok etmek için terapiste gidelim demiyorum. Gitsek de kolay halledilir bir mesele değil bu.

Çünkü bu itaat kültürüyle yetişiyoruz. Küçük yaşlardan başlayarak itaat etmemiz gereken o kadar çok otorite figürü var ki.

AKP Genel Başkanı’nın “Benim halkım soğan, sarımsak için liderini bırakmaz” dediğinde zamları, pahalılığı kabul ediyor ancak yine seçmenini fedakarlığa çağırıyor diye düşünüp “bu sefer ters teper” demiştim. Yanılmışım. İktidarın halk karşıtı attığı her adım, önceden gerçekleştirdiği “rıza üretimi” sayesinde bizzat halk tarafından benimseniyormuş, gördük.

Dünya tepesine de çökse, yedi kat enkazın altında da kalsa daha önce “merkez dışı” bırakılmış olmanın acısını derinden hisseden kitleler “soğan, sarımsak” için liderlerini bırakmadı. Kendilerini merkez dışı bırakanın CHP olduğunu Erdoğan’ın sürekli CHP’yi şeytanlaştıran üslubuyla her defasında anımsadılar. CHP’nin, kul değil vatandaş olduğumuzu unutup “helalleşme” çağrıları yapması da CHP’nin günahlarının kabulü gibi göründü. O günahların bedelini ödeyecek her fırsatı değerlendirmesi bu yüzdendir AKP seçmeninin.

Ranttan beslenen, AKP’ye çıkar bağıyla bağlananlar hariç, çoğunluk 22 yıl önce ele geçirdiği “toplumsal rövanş” fırsatını kaçırmak istemiyor. Aşama aşama giden bir rövanş alma sürecidir yaşadığımız.

Başına taşlar yağan depremzedenin oyunu AKP’ye vermesinin başka nasıl izahı olabilir?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mustafa K. Erdemol Arşivi