İpek Özbey
Keşke oğlum ölseydi, mezarına çiçekler götürseydim!
Sovyetler Birliği’nin çöküşündeki en büyük etkenlerden biri olan ve 15 bin’e yakın Sovyet askerinin ölmesine, on binlercesinin yaralamasına, Afganistan tarafında da çok büyük kayıplara yol açan Sovyet-Afgan Savaşı 1979 ile 1989 yılları arasında 10 yıl sürdü.
Savaşlar başlar, biter…
Bakmamız gereken arada yaşananlar, kayıplardır. Bazen sadece hayatını kaybetmezsin, yaşayan bir ölü olarak acıyla nefes almayı sürdürürsün. Anne-babalar evlat acısı çeker, çocuklar babalarının sağ salim eve dönmesi için yol gözler.
Savaş boyunca insan öldürmüş gencecik askerlerin kabuslarında artık sadece o an vardır, öldürdüğü an/anlar…
Yani, “Devletler arasında hiçbir zaman siyasi diyalog veya diplomasi kesip atılamaz” dediğinizde ve barışa adım attığınızda hayat bazıları için güllük gülistanlık değildir artık…
İşte 2015 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Svetlana Aleksiyeviç’in önemli eserlerinden ‘Çinko Çocuklar’, SSCB-Afgan Savaşı sırasında ve sonrasında yaşananlara dair etkileyici bir sözlü tarih çalışması sunuyor bizlere.
Yaşananları sadece o savaşa özgü okumak doğru olmaz. İnsan ve duygusunun olduğu her savaşta benzer hayatlar yaşanmış ya da yaşanacaktır.
‘Çinko Çocuklar’dan bir anneye kulak verelim:
“Artık uzun süre tek başınayım. Birisini öldürdü… Benim oğlum… Benim mutfakta kullandığım satırla… Savaştan döndü ve katil oldu… Sabahleyin, benim mutfak eşyalarını koyduğum dolaba geri koymuş satırı."
Bir anne, evladının birini öldürüp parçalara neden ayırdığını uzun uzun sorguluyor. Arkadaşlarına soruyor, inanamıyor. Sonra şöyle diyor:
“Onlar savaştan, öldürmenin gerekli olduğu bir işten bahseder gibi bahsediyorlardı. Hiçbir şeyden korkmuyorlardı, üstelik acıma duyguları da tamamen körelmişti (…) Duruşmada yargılananın bir hasta olduğunu dile getiren tek kişi avukatımızdı. Ama o zamanlar, Afganistan’da yaşananlar hakkındaki gerçekleri bilmiyorlardı. Orada görev yapan herkesi kahraman ilan etmişlerdi. Benim oğlum ise katil oldu.”
Annenin şu sözleri insanın içini parçalıyor:
“Ben oğlu iki bacağını da kaybedip dönmüş annelere imrenerek bakıyorum. İsterse sarhoş olduğunda çocuk annesinden nefret etsin. İsterse herkesten nefret etsin. İsterse bir hayvan gibi annesine saldırsın. İsterse o anne sakinleşsin diye kendi oğluna fahişe bulup getirmek zorunda kalsın. Hepsine razıydım. Keşke benim oğlum da ölmüş olsaydı, mezarına çiçekler götürseydim…”
Aleksiyeviç bu kitabı yazmaya karar verdiğinde savaşın yedinci yılıydı. Üst rütbeli askerler, erler, hemşireler, evlatları askere giden anneler, eşler, para kazanmak için savaşa katılanlar, ideolojik saiklerle gidenler, macera arayanlar… Hepsiyle konuştu…
Her ne için giderlerse gittiler… Savaşın sonunun yıkım olduğunu okuyacaksınız bu kitapta. Verdiği geri dönülemez hasarları…
Elbette bu roman nedeniyle Aleksiyeviç’in başı dertten kurtulmadı. Kitabın sonundaki 80 sayfalık bölümde kendisine açılan davaların belgelerini görüyorsunuz. Dava açan kimler mi? Hayatını Afganistan’da savaşırken kaybeden bir grup enternasyonalist askerin annesi, korkunç gerçeği anlatıp “Anlatmadım” diyenler, yüzleşmek istemeyenler…
Belaruslu yazar Aleksiyeviç kendisine ‘afet yazarı’ dendiğini söylüyor. Bunu elbette kabul etmiyor. İnsanların korkularını değil, ruhlarını topladığının altını çiziyor. Çocukluğunun ilk yılları taşrada geçiyor, savaş sonrası yıllar. Anne ve babası köy öğretmeni. Köyde hep kadınlar var. Hiç erkek kalmamış, kadınlar gün boyu çok yoğun çalışıyor, işleri bittikten sonra da dışarı çıkıp oturuyorlar, sohbet ediyorlar. “Onları dinlemek korkutucu, ama aynı zamanda ilginçti” diye anlatıyor Aleksiyeviç kendi hikâye dinleyiciliğinin tohumlarının nasıl atıldığını anlatırken…
‘Çinko Çocuklar’ı okuduğunuzda savaşta ölenlerin birer sayı olmadığını, kısa bir haberde öylece okuyup geçtiğiniz birer isim değil, birer insan, birer hayat olduğunu düşünün lütfen. Ülkelerine çinko tabutlarla gönderilmiş ‘kahramanlara’ insanlıklarını iade eden ve Kafka yayınlarından çıkan, Fatma-Serdar Arıkan’ın çevirisiyle bize ulaşan bu kitabı dilinden savaş düşürmeyen liderlerin dünyasında yaşarken altını çize çize okuyun…