Yaşam zincirinin en önemli halkalarından olan mantar ağları tehlikede
Neredeyse her gün, madencilik ve tarım gibi çeşitli insan faaliyetleri için yapılan ağaç kesimi ve iklim krizi sebebiyle oluşan şiddetli hava olaylarının yarattığı hasarlarla ilgili haberlere uyanıyoruz.
Orman ekosistemlerinin bu olaylardan nasıl etkilendiğini en çok yer üstünde görüyoruz, ancak ormanların beslendiği toprak altının bu tahribatlardan nasıl etkilendiğini algılayamıyoruz. Oysa orman yaşam zincirinin en az bilinen ama belki de en önemli halkalarından bir tanesi olan mantar ağları, yerin altında yaşıyor.
Mantarları genelde yüzeyde gördüğümüz şapkalı organizmalar olarak tanıyoruz ama bu gördüklerimiz aslında sadece bir ağacın meyvesi gibi düşünülebilir. Ağacın kendisi ise yerin altında, miselyum isimli dev bir mantar ağı.
Uzmanlar bu mantar ağlarının dünya üzerindeki yaşamı sürdürmekte kritik bir rol oynadığını ve iklim krizi ile mücadelemizde henüz farkına varamadığımız düzeyde fayda sağlayabileceğini öne sürüyor.
BBC Türkçe’ye konuşan, Türkiye'nin önde gelen mantar uzmanlarından, ‘Türkiye'nin Mantarları’ ve ‘Makro Mantarlar’ kitaplarının yazarı mikolog Jilber Barutçiyan, dünyadaki toprak oluşumunun yüzde 95 kadarından çürükçül mantarların sorumlu olduğunu, bu mantarların ölen organizmaları çürüterek toprağa dönüştürdüğünü anlatıyor.
Barutçiyan, aynı zamanda parazit mantarların doğadaki hastalıklı organizmalara saldırıp yok ettiği ve böylece sağlıklı organizmalara yer açtığını; mikorizal mantarların ise bitkilerle simbiyotik ilişki kurduğu ve karbon molekülleri karşılığında bitkiye vitamin ve mineraller verdiğini; böylece su çekmesine yardımcı olduğunu söylüyor.
Miselyumun milimetrenin 200’de 1’i kalınlıkta bir borucuk olduğunu anlatan Barutçiyan, bir metreküplük orman toprağında yaklaşık 400 bin kilometre kadarının bulunabileceğine dikkat çekiyor.
Barutçiyan, “Mantarları yeryüzünden silerseniz karada yaşam bu gezegende imkansızdır” diyor.
Mantarları haritalandırma
Uzmanlar mantar ağlarının sadece bir yılda milyarlarca tonluk karbondioksiti bitkilerden aldığını; okyanuslardan sonra karbon depolama kapasitesi en yüksek varlık olduğunu öne sürüyor.
Birçok araştırmacı aynı zamanda mikorizal mantar ağlarının kuraklık dönemlerinde ilişki kurdukları bitkilere su kaynağı olmaya devam edebilmeleri açısından eşsiz olduğunu düşünüyor.
Ancak bu gizemli canlılar insan faaliyetleri yüzünden dünyanın bazı bölgelerinde tehlike altında.
Yeraltı Ağlarını Koruma Derneği (SPUN), ünlü primatolog Jane Goodall’un danışmanlığıyla toprak yapısı ve verimliliği ve küresel karbon döngüsü için hayati önem taşıyan mantarlar konusunda farkındalık yaratmak ve onları koruma altına almak için tehlike noktalarını haritalandırmak üzere bir proje başlatıyor.
SPUN uzmanları mantar ağlarının en yoğun şekilde görüldüğü yerlerden birinin ormanlar olduğunu; ormansızlaşma sırasında toprak erozyonu ve bitki hasarı yüzünden mantarların da zarar gördüğünü; onarım sürecinin onlarca yıl sürebileceğini söylüyor.
Türkiye’deki durum
Jilber Barutçiyan, Türkiye’de diğer Avrupa ülkelerine kıyasla mantar zenginliğinin iyi olduğunu; hatta nadirleşmiş pek çok mantar türünün Türkiye’de hâlâ bulunduğunu ancak gittikçe artan betonlaşma ve ormansızlaşma konusunda dikkatli olunması gerektiği konusunda uyarıyor:
“Ormanlarımız her gün azalıyor, orman yangınlarına rastlıyoruz. Henüz mantarlar tehlike altında diyemem ama insan faaliyetleri olumsuz etkiliyor.”
Türkiye’de devlet yönetiminde mantarların korunması için herhangi bir projenin farkında olmadığını söyleyen Barutçiyan, insanları mantarlarla tanıştırmak için eğitimler veriyor ve doğaya zarar vermeden mantarın nasıl toplanabileceğini öğretiyor.
Barutçiyan, “Doğanın tamamını korumak zorundayız. Mantarlar konusunda da farkındalığı artırmak dünyada yaşam için son derece önemli” diyor.
Ormanda yapılaşma
İnsanlığın varoluşu ve iklim krizi ile mücadelede başlıca rol oynayan mantarlar, dünyanın her yerinde var olabiliyor, ancak yapılaşmanın daha az görüldüğü alanlarda daha sağlıklı bir yaşam sürüyorlar. Bu alanlardan bir tanesi de ormanlar ve bunlar ne yazık ki tehlike altında.
Dünya Kaynakları Enstitüsü’ne (World Resources Institute) göre ormanlar dünya üzerindeki biyolojik çeşitliliğin en yoğun bulunduğu bölgeler ve yaklaşık 861 milyar ton karbon ormanlarda depolanıyor.
Uluslararası Botanik Bahçelerini Koruma (The Botanic Gardens Conservation International) adlı organizasyonun Eylül ayında yayımlanan ‘Dünya Ağaçlarının Durumu’ raporuna göre ise ormanlarda bulunan dünya ağaç türlerinin yarısı yok olma riski ile karşı karşıya.
Bu sene İskoçya'nın Glasgow kentinde gerçekleştirilen 26. Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı'nda (COP26) Türkiye’nin de dahil olduğu yüzden fazla ülke ormansızlaşmaya 2030'a dek son verme taahhüdünde bulundu.
Türkiye’de son yıllarda ormanlarda yapılaşmanın arttığı görülüyor. BBC Türkçe’ye konuşan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Ormancılık Politikası ve Yönetimi Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Cihan Erdönmez, 1956 yılında yürürlüğe giren Orman Kanunu maddelerinin yıllardır sık sık değiştirildiği ve ormancılık dışı kullanım alanlarının genişletildiğini belirtti. Erdönmez, 2012-2020 arasındaki dokuz yıllık dönemde 340 bin hektarlık alanın ormancılık dışı kullanımlara açıldığını açıkladı. Bu alan, 65 yıl içinde toplam açılan alanın neredeyse yarısı.
30 Kasım’da Orman Kanunu kapsamında yapılaşmaya yönelik iki yeni yönetmelik yayımlandı. Bu yönetmeliklere göre ormanlık alanlarda ‘kamu yararı’ ve ‘zaruret’ gerekçeleri, havaalanı, demiryolu, enerji üretim santralleri, petrol ve doğalgaz boru hattı gibi birçok tesis ve binanın inşa edilmesi için yeterli olacak.
Doç. Dr. Cihan Erdönmez, ormanlık alanlara yapılmasına izin verilecek tesislerin ‘üstün kamu yararı’, yani ormanın varlığıyla sunduğu kamu yararından daha büyük bir yarar sunması gerektiğini söylüyor.
Şiddetli hava olayları
İklim krizinden kaynaklanan aşırı hava olayları dünyanın ‘yeni normali’ haline geldi. Orman yangınları, yoğun sıcak hava dalgaları ve yıkıcı seller hayatımızın bir parçası oldu.
Bu yaz Türkiye, tarihinin en büyük yangın sezonlarından birini geçirdi ve binlerce hektarlık alan kül oldu. Uzmanlar Türkiye'deki yangınların çoğunun insan kaynaklı sebeplerden meydana geldiğini öne sürüyor.
SPUN, yangınların diğer canlılar gibi mantarların da üzerinde yıkıcı etkisi olduğunu, mantar-bitki ilişkisinin sağlıklı olmaması durumunda kademeli olarak ormanların eski haline dönmekte geciktiğini ve biyolojik çeşitlilik açısından zenginleşmekte zorlandığını söylüyor.
Ormansızlaşmayı nasıl durdurabiliriz ve orman ekosistemlerini nasıl koruyabiliriz?
Doç. Dr. Cihan Erdönmez ormansızlaşma sürecini, “Orman ekosistemi daha küçük parçalara bölünerek bütünlüğü bozuluyor ve ormanlarda yaşayan canlıların yaşam ortamları ellerinden alınıyor. Böylece ekolojik işleyişe hasar veriliyor” diye anlatıyor.
Erdönmez, ormansızlaşmanın ormanlar tarafından tutulan karbon miktarının azalması, orman yangınlarının artması ve yeni bitki hastalıklarının oluşmasına sebebiyet verdiğini, bütün bu faktörlerin iklim değişikliği ile mücadele açısından büyük bir sorun yarattığını söylüyor. Ekonomik büyümeyi diğer her amacın üstünde tutan bir anlayışın doğayla uyumlu olmadığını vurgulayan Erdönmez şunları ekliyor:
“İnsanlara bıkmadan, usanmadan ekonomik öncelikli politikaların doğayı yok ettiği ve tüm canlılar için yaşaması daha zor bir dünya yarattığını anlatmamız gerekiyor.”
SPUN gibi bilimsel kuruluşlar da mantar ağları gibi henüz yeterince tanınmayan canlılar hakkında bilgi edinilmesi ve korunmaları, bu sürecin de yerel topluluklarla birlikte yürütülmesi gerektiğini düşünüyor.
Türkiye’de yanan orman alanlarının yeniden nasıl ormanlaştırılacağına dair ise tartışmalar sürüyor. Bir kısım doğanın kendi haline bırakılması gerektiği, diğer kısım ise ağaçlandırma yoluyla ormanlaştırılması gerektiğini ileri sürüyor. Erdönmez’in de aralarında bulunduğu bazı uzmanlar yanan alanlarda koruma, inceleme ve gözlemleme yapılması ve her bölge için farklı çözümler üretilmesi gerektiğini vurguluyor