Until Dawn: Manyak Katil, Masum Gençlerin Peşinde
Yıllarca Amerikan sineması izledik, Amerikan filmlerinde bir takım ergenlerin, başka bir takım katil grubu tarafından öldürülmesine şahit olduk. Kah üzüldük, kah çaçaron kızlardan birinin katledilmesine sevindik, kah korktuk ve derken sıkıldık. Gavur halkın “Slasher” veya “Teen slasher” olarak tabir ettiği bu filmlerin en popüler örneğini vermek gerekirse Scream’i örnek gösterebiliriz –ki ilk film gerçekten çok iyiydi. (Scary Movie de güzel dalga geçmişti.) Tabii bu en popüler örnek oldu; bundan öncesinde de tonla slasher filmi yapıldı ve hatta bu tür 80’lere damga vurdu.
Sony’nin geçtiğimiz yıllarda bir proje olarak PS3 için hazırlattığı Until Dawn da tam olarak bir slasher oyunu. Proje ilk olarak PS Move için geliştirilen, daha “light” bir oyun olarak tasarlandı fakat daha sonra PS4’e çok daha büyük bir oyun olarak düşünüldü, çok da güzel bir karar verildi. Bazen işlerin geç kalmasında sorun yokmuş demek ki…
NE İŞİN VAR DAĞ EVİNDE?!
Bunu gençlere değil, katile söylüyorum. Git başka yerde oyna çocuğum, haydi… Ahlaksız ya. Sonuçta gençler orada güzelce vakit geçirecek, hava desen -40, sen ne yapıyorsun? (Hikayeyi bilmiyormuşum gibi yazıyorum ki spoiler olmasın.)
Oyunumuz Heavy Rain tadında arkadaşlar, öncelikle bunu belirteyim ve heyecanı biraz yükselteyim. Son derece hızlı başlayan oyun, bir grup gencin bir dağ evinde tatile gitmesini ekrana getiriyor. Gençler bir kıza bir şaka yapıyor, kız kaçıyor, kız kardeşi onu bulmak için evden fırlıyor falan derken bu iki kızdan bir daha haber alınamıyor.
Sanmıştım ki bayağı oyuna başladık ve demiştim ki, “Yuh, insan biraz karakterleri tanıtır.” Meğer bu girişmiş… Asıl oyun, bu olaylardan bir yıl sonrasını konu alıyor. Yine aynı grup, yine aynı eve gidiyor –ki zavallı kız kardeşlerin ağabeyi kendini iyi hissetsin. Ne var ki sekiz gençle birlikte dağ evine bir de katil geliyor, olaylar gelişiyor…
Size fazla spoiler vermemek adına konunun devamını anlatmaktan sakınmaktayım lakin şunu bilmelisiniz ki bu tip bir korku filminde ne oluyorsa, aynısı oyunda da oluyor. Klasik korku sahneleri, tansiyonu yükselten müzik, gençler arasındaki Amerikan-vari sürtüşmeler, kanı kaynayan gençlerin birbirleriyle yalnız kalma istekleri, flörtleri… Ne ararsanız var ve hepsi o kadar yerinde işlenmiş ki hiçbirisi sırıtmıyor. Fakat unutmayın, Until Dawn farklı olma çabasında değil, aynen 80’lerin teen slasher filmlerini taklit etmek istiyor ve bu sayede de başarılı oluyor.
ÖLÜMÜN SİMGESİ
Oynanışta sekiz genci de kontrol ettiğimiz bir mekanizma var. Bunlar arasında istediğimiz zaman geçiş yapamıyoruz ve oyun bu bağlamda biraz çizgisel ilerliyor. Senaryoya göre farklı karakterler, farklı zamanlarda kontrolümüze bırakılıyor, biz de onların gözünden maceraya devam ediyoruz.
Dağ evi ve çevresi çok büyük bir alan olmasa da oyunda koşma yeteneğimiz olmadığı için iki nokta arasında ilerlerken bayağı bir yavaş hareket ediyoruz. Bu da oyundaki tansiyonu yine çaktırmadan artırıyor. Çevrede etkileşime geçebileceğimiz nesne sayısı da bir hayli az; eğer bir şeyler lazım değilse, onlara genellikle dokunmamıza izin verilmemiş.
Sağ analog kolla kamerayı hafifçe döndürdüğümüzde (Kamera aslında sabit ama hafif oynamalar yapmamıza izin veriliyor. Sabit kamera kullanımı da sahnelerin film kadrajı havasında olması için düşünülmüş.), bazı noktaların parladığını görüyoruz. Bunlara yaklaşıp X tuşuna bastığımızda da o nesneyle etkileşime geçiyoruz. Bunların çoğu ipucu oluyor, bir kısmı totem’ler, bir diğer kısmı da sadece arka plandaki hikayeyle ilgili, çevreyle alakalı bilgilerden oluşuyor.
İpucu konusu oyunda önemli bir yer ediniyor. Mesela nedir, ölen kardeşler Beth ve Hannah, gizemli adam, katil… Her bulduğunuz ipucu farklı kategorilerle ilgili detaylar hakkında size bilgi veriyor ve bunlar hikayenin ilerleyişini de etkiliyor. Mesela oyunda bir konuyla ilgili bayağı bir ipucu toplamayı başarmıştım ve bunların çoğunu öğrenen kişi, bir diyaloğunda tüm bulunan ipuçlarını bir bir karşısındakine saydı. Eğer o ipuçlarını hiç bulamasaydım, böyle bir diyalog gelişmeyecekti…
İpuçlarının yanında totem’ler de bayağı heyecan verici bir işlevle karşımıza çıkıyor. Beş farklı totem çeşidi var ve bunlar birinin ölümünü, birinin bulunduğu tehlikeyi, bir kaybı, bir yolu veya iyi şansı simgeleyebiliyor, bulduğunuz totem bu kategorilerden birine göre, gelecekte gelişebilecek bir olayı size gösteriyor. Diyelim ki siyah, ölümü simgeleyen bir toteme rastladınız. Bunu incelediğinizde ekrana kısa bir sahne geliyor ve karakterlerden birinin ölümünü görüyorsunuz. Eğer çevreyi, karakteri tanıyabilirseniz, ileride o karakterle, o mekana geldiğinizde daha ihtiyatlı hareket edebiliyorsunuz.
Totemlerin bir diğer özelliği de geçmişle ilgili bilgi vermeleri. Bir video eklenmiş oyuna ve her bulduğunuz totem bu videonun bir parçasını açıyor. Tüm videoyu izlediğinizde de Blackwood Pines’da neler döndüğünü öğrenebiliyorsunuz.
KELEBEK ETKİSİ
Ve oyunun en önemli özelliğine geldik. Butterfly Effect olarak eklenen özellik, oyundaki hareketlerinizin oyunun gidişatına etkisini tetikleyen bir olay. Örneğin iki genç arasında bir tartışma çıktı. Burada bizden iki seçenekten birini seçmemiz isteniyor. Seçtiğimiz taraf ve diyaloğun ilerleyişiyle birlikte de ekranın sol üst köşesinde kelebekler uçuşuyor ve anlıyoruz ki hikayenin gidişatını etkileyen bir hareket yaptık. Butterfly Effect oyunu bir kez bitirdikten sonra, farklı sahneler görüp farklı bir tecrübe yaşamanız için gerekeni yapıyor ve gerçekten oyunu bitirdikten sonra bir kez daha oynamak istiyorsunuz.
Seçim konusu oyunda birçok yerde karşınıza çıksa da hepsi kelebek etkisine neden olmuyor lakin karakterlerin birbiriyle ilişkisini, karakterlerin dışarıdan nasıl göründüklerini (Kişilik olarak.) etkiliyor.
PS gamepad’ini hiç kımıldatmadan durmanız gereken sahnelerse oyunun en sağlam atmosfer eklentisi bana sorarsanız. Hele ki katilden kaçarken ve saklanırken o gamepad’i kımıldatmamak için gerçekten nefesinizi tutmanız, bambaşka bir deneyim.
Her ne kadar seçimlerimiz bile belirli bir çizgisellik doğrultusunda bize sunulsa da Until Dawn, daha önce pek görmediğimiz türde bir oyun olmayı başarmış. Özellikle Heavy Rain ve benzeri oyunları sevenler kesinlikle satın almalı. PS4 aldırtacak bir oyun değilse bile korku/macera türünü sevenler bu oyunu beğenecektir.
MR. ROBOT
Oyunu oynarken seslendirme ve karakter modelleriyle ilgili hangi ünlü isimlerin oyunda olduğunu bilmiyordum ama iki karakter inanılmaz tanıdık geldi. Bunlardan biri Heroes’dan tanıdığımız Hayden Panettiere ve diğeri de şu dönemin en ünlü dizilerinden Mr. Robot’un başrolündeki Rami Malek.