Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Sözcüsü Zeynel Emre, düzenlediği basın toplantısında TBMM gündemine taşınan 11. Yargı Paketi'ndeki bazı maddelerin, 6 Şubat depremleriyle ilgili devam eden davaları doğrudan etkileyebileceğini öne sürdü. Düzenlemenin bir "cezasızlık rejimi" yaratma tehlikesi taşıdığını savunan Emre, paketin 27. maddesi kapsamındaki infaz indirimlerinden, deprem soruşturmalarında yargılanan müteahhitler, yapı denetim firmaları ve diğer sorumluların da faydalanabileceğine dikkat çekerek hükümetten açıklama beklediklerini ifade etti.
CHP Sözcüsü Zeynel Emre'nin yaptığı açıklamadan öne çıkanlar şu şekilde:
Bugün maalesef Türkiye Büyük Millet Meclisi büyük bir skandalla çalkalanıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde staj yapmak üzere gelen kız çocuklarının tacize uğradığına yönelik iddialar var. Bu iddialar üzerine soruşturma açıldığı ve bir kişinin gözaltına alındığı bilgisi var. Ve oradaki ifadelere baktığımız zaman, buradaki öğrenciler, evlatlarımız maalesef bazı personellerin bu çocuklara 'küçük sevgilim' diye hitap ettiği ve bu çocuklarımızın istismar edildiğine yönelik bilgiler var.
"YILLARDIR HALININ ALTINA SÜPÜRÜLEN SORUNLARIN SONUCU"
Tabii bunu birkaç sapığın meselesi olarak değerlendirmemek lazım. Çünkü bu yıllardan beridir halının altına süpürülen sorunların bir sonucudur. Türkiye'de ciddi bir suç patlaması vardır. Bu her alanda ortaya çıkıyor. Bugün maalesef Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde dahi kız çocuklarımız taciz edilebiliyor.
"ADLİ EMANET'TEN ALTIN HIRSIZLIĞI VE TUZUN KOKTUĞU YER"
Yine ikinci bir olay, bu da ibretlik; Adli Emanet'te bulunan 50 kilo altının, düzeltiyorum, 50 kilo gümüşün 25 kilo altının orada onu muhafaza etmekle görevli bir memur tarafından alınıp çocuklarıyla birlikte yurt dışına kaçması. Düşünebiliyor musunuz değerli arkadaşlar? Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde sokakları, meydanları, evleri hepsini bıraktık; adaleti sağlamakla görevli yetkili bulunan bir yerin adli emanetinden hırsızlık yapılabiliyor ve bu günler sonrasında ortaya çıkıyor. İşte esasında tuzun koktuğu yer de tam da burası değerli arkadaşlar. Çünkü bu fotoğraf sadece iki tane basit adli olay olarak değerlendirilemez.
ÇOCUK SUÇLULUĞUNDA SOSYAL PATLAMA VE BARIŞ BOYUN İDDİANAMESİ
Gerek TÜİK rakamları gerekse de Adalet Bakanlığı verileri Türkiye'de bir sosyal patlamaya işaret ediyor. Özellikle çocukların karıştığı olaylar bakımından ciddi bir sosyal patlamanın olduğunu söyleyebiliriz. Bakın son 5 yılda milyonlarca çocuk ama suça sürüklenme veya suçun mağduru olarak adli merciler önüne gelmiştir. Sadece 2024'te çocukların karıştığı olay sayısı 600 binin üzerindedir. Yine 2015'ten bugüne kadar baktığımızda çocukların karıştığı cinayet sayısı iki kat artmıştır. Uyuşturucu satma suçuna karışan çocuk sayısı yine katlanmış durumdadır. Ve yaş gruplarına baktığımız zaman 0-11 yaş grubu, 12-14 yaş grubu, 15-18 yaş gruplarında çocuklar kasten yaralama, cinsel istismar, hırsızlık, tehdit gibi suçların gerek mağduru gerekse o suçları bizzat yapanlar arasında yer almaktadır.
Bunu basit bir asayiş sorunu olarak değerlendiremeyiz. Burada bir gelecek, bir nesil gözümüzün önünde kayıp gitmektedir. Bir hususun daha altını çizmek istiyorum değerli arkadaşlar. Bakın biz sadece Cumhuriyet Halk Partisi olarak sadece kamuoyunda bilinen dosyaları okumuyoruz, incelemiyoruz. Ülkemizin geleceği açısından hassasiyetle takip ettiğimiz ve suç oranının artışı bakımından önlemler alınması, yapılması gerekenlerin tespiti açısından da birçok dosyayı izliyoruz. Bunlardan bir tanesi de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Barış Boyun iddianamesi olarak sunduğu dosya.
"SUÇLARIN DÖRTTE BİRİ ÇOCUKLAR TARAFINDAN İŞLENİYOR"
Bu dosyanın içeriğine baktığımız zaman, bu örgüt kapsamında işlenen suçların her dört suçtan birini bir çocuk tarafından işlendiğini görüyoruz. Yaklaşık 40 tane çocuk burada sanık olarak duruyor. Peki bu çocukların ifadeleri, bu çocukların geçmişi ve sosyal konumlarını incelediğimizde dört temel başlık önümüze geliyor değerli arkadaşlar. Bunlardan bir tanesi yoksulluk üzerinden. Mesela çocuklardan birinin ifadesinde şöyle bir ibare yer alıyor, diyor ki: 'Babam hasta. Paraya ihtiyacımız vardı. 50 bin lira vereceklerini söylediler. Gittim benzin istasyonuna üç el ateş ettim.'
Diğer bir başlık ne, ikincisi? Kimlik arayışı üzerinden. Çünkü sokakta kalmaktan, yalnızlıktan, aile içi şiddetten kaçan ve ait olma duygusuyla bir yere kendisini empoze etmek isteyen çocuklar var.
Üçüncüsü ise lüks hayat fantezisi üzerinden. Hayatında hiç otel görmemiş çocuklar lüks otellerde, uyuşturucu ve alkol etkisiyle, hücre evlerinde, otel odalarında bu işlere hazırlanıyorlar.
Bir diğer başlık ne arkadaşlar dediğimizde? Bu da tehdit üzerinden gerçekleşiyor. Yani 'Bu işi yapmazsan seni de aileni de zarar veririz' diye 14 yaşında bir çocuğa suç işletebiliyorlar.
"KÖTÜLERİN KAYBETMEDİĞİ BİR ÜLKE ÇOCUKLARINA AHLAKI ÖĞRETEMEZ"
Yani artık çocuk suçluluğu dediğimiz şey bir çocuğun hata yapması, organize suç örgütlerinin yoksullukla ve çaresizlikle çocuklara suç makinesine devşirmesinin ötesindedir. Aile Bakanlığımız seyrediyor, Adalet Bakanlığımız seyrediyor, İçişleri Bakanlığımız seyrediyor. Öyle fotoğraf paylaşmak, sadece drone kameralar eşliğinde görüntü servisiyle bütün bunların önüne geçilemez. Değerli arkadaşlar, bir iktidar, bir siyasi parti halkın önüne çıktığı zaman der ki: 'Bana belirli süreliğine yetki ver (yani bizim anayasamızda yazdığı şekliyle 5 yıllığına yetki ver), ben ülkenin refah seviyesini yükselteceğim, eğitim seviyesini yükselteceğim, çocuklarımıza daha iyi bir gelecek getireceğim, suç oranını düşüreceğim.' Eğer tüm bunların aksi oluyorsa ve bu rakamlar geriye doğru, kötüye doğru gidiyorsa bütün bu olanlar karşısında Adalet ve Kalkınma Partisi yetkililerin, hükümette bulunan bakanların bunlara adeta doğal bir afet muamelesi yapma hakkı yoktur. Bizzat bu işin sorumlularıdır. Unutmayalım ki kötülerin kaybetmediği bir ülke çocuklarına ahlakı öğretemez.
ORGANİZE SUÇ ENDEKSİNDE AVRUPA'DA BİRİNCİYİZ
Ben geçen toplantıda bahsettim. Uluslararası tabloda hiç iç açıcı değil. Bakın biz bugün 193 ülke içerisinde 10. durumdayız. Neyde? Küresel Organize Suç Endeksi'nde. Ve Avrupa'da birinciyiz. Çünkü suça karşı dirençte, hukuk devletinde, kurumların gücünde, çünkü şeffaflıkta, denetimde, çünkü cezasızlıkla mücadele alanlarında sınıfta kalmış durumdayız. Türkiye uyuşturucu için ana koridor, insan kaçakçılığı ve göçmen kaçakçılığı açısından da transit bir ülke haline gelmiş durumdadır.
"FIRSAT EŞİTLİĞİ AKP ELİYLE ORTADAN KALDIRILDI"
Bütün bunlar ekonomimizden bağımsız değildir. Asgari ücret açlık sınırının altındadır. Emekli maaşı yoksulluk sınırının altındadır. Genç işsizlik tırmanmıştır ülkemizde ve borçsuz ay sonunu getiren hane sayısı neredeyse yoktur. Bizim ülkemizde yoksullukla mücadele edilmiyor; palyatif önlemlerle, geçici yönetme şekliyle sorun örtülmek isteniyor. Bu yüzden diyoruz ki; Adalet ve Kalkınma Partisi ülkeyi yönetemez hale gelmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak ne yapmalıyız? Biz diyoruz ki çocuklarımız için gerçek bir seferberlik ilan etmeliyiz. Stajdan okula, ilkokula başladığından ortaokula, liseye, yurtlara, mezun olduktan sonrasına kadar. Bütün çocuklarımızla ilgili her türlü şiddetle ilgili sıfır tolerans politikası uygulamamız lazım. Bağımsız ve denetim mekanizmaları ailelere ve çocuklara güçlü bir şekilde psikolojik destek sağlamalı, hukuki destek sağlamalıdır. Organize suçla sahici mücadele edilmek durumundadır. Sadece vitrinde paylaşılan olaylarla değil. Bakın özellikle altını çiziyoruz, Cumhur İttifakı mensuplarına sesleniyoruz: Bu ittifak mensuplarının özellikle mafya, siyaset, bürokrasi ilişkisini kesen ve gençlere örnek olacak bir düzene gelmesi gerekir. Ülkemize genç işsizlikle mücadele etmemiz, eğitimde fırsat eşitliği için mücadele etmemiz lazım.
Bizim ülkemizde Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli unsurlarından biri ne dediğimizde, cumhuriyetin kazanımlarından biri ne dediğimizde fırsat eşitliğidir. Bugün ülkemizde fırsat eşitliği kalmamıştır. Bugün doğuda, Orta Anadolu'da bir köydeki bir çocuk, Ankara'da, İstanbul'da varlıklı bir ailenin, bir siyasinin çocuğuyla yaşama aynı şartlarda gitmemektedir. Ülkemizdeki fırsat eşitliği Adalet ve Kalkınma Partisi eliyle ortadan kaldırılmış durumdadır.
DEPREM DAVALARINDA BİLİRKİŞİ KRİZİ: TEHDİT EDİLİYORLAR
Değerli arkadaşlar, tüm bunları yaşarken bir hususun daha altını çizmek istiyorum. Bakın yakın zamanda biz büyük bir acı yaşadık. 2023 yılında, 6 Şubat depreminde 50 binin üzerinde canımız gitti. Yüz binlerce yaralımız oldu, milyonlarca aile bundan etkilendi 11 ilde. Ve biz bu deprem soruşturmalarını incelemek üzere 11 ilde gerçekleşen soruşturmalarla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi olarak geçtiğimiz yasama döneminde 11 ilin başsavcılıklarında toplantı gerçekleştirdik. Yürüyen soruşturmalarla ilgili bilgi aldık, heyetçe gittik, dinledik, baroları ziyaret ettik. Oradaki kayıpların, acıların bir daha yaşanmaması için, sorumluların eksiksiz bir şekilde ortaya çıkması için çaba sarf ettik. Bugün de yürüyen duruşmaları ve davaları takip ediyoruz.
Değerli arkadaşlar, Kahramanmaraş 5. Ağır Ceza Mahkemesi... Dosyalarında görev yapan bilirkişiler, 5 kişilik heyet, profesörler, akademisyenler, alanında uzman kişiler. Tam 20 dosyada bilirkişilik hizmeti veriyorlar. Bir dilekçeyle yaşadıklarını anlatarak bu 20 dosyadaki bilirkişilikten istifa ettiklerini duyurdular. Peki arkadaşlar, bunların başına ne gelmiş dediğimizde, burada yazmışlar. Bu bilirkişiler farklı çevreler tarafından tehdit ediliyor, hedef gösteriliyor; aileleri, kendileri, oturdukları yerler, yaptıkları işler, ikametgahları... Ve bu davadaki objektif bir şekilde görev yapması engelleniyor. Bu bilirkişiler feryat ederek, yaşadıkları sorunları dile getirerek bir dilekçeyle bu dosyalardan çekiliyorlar.
"11. YARGI PAKETİ İLE CEZASIZLIK REJİMİ İNŞA EDİLİYOR"
Bu yaşadığımız ilk mi bizim? İlk değil. Çünkü yine bununla ilintili, bu depremdeki yaşanan hadiselerle ilgili suç işleyen kimsenin cezasız kalmaması adına siyasiler o dönem, yönetimler çokça kereler söz verdi. Ve hatta şu diyaloglar aktarıldı, denildi ki: 'Ya daha önce deprem oldu, üstüne 1997 depremi, üstüne Rahşan Affı olarak bilinen 99 affı geldi. Oralarda kusuru bulunan kimselerin başına bir şey gelmedi günün sonunda.' Bugün de 2023 yılında deprem gerçekleşti ve 2026'ya giderken Meclis'e 11. Yargı Paketi olarak sunulan paket itibariyle, oradaki 27. madde incelendiğinde; burada depremle alakalı suçlara karışan müteahhitler, yapı denetimciler, sorumlular, yetkililer hepsi buradaki infaz düzenlemesinden faydalanacak, cezaları düşürülecek. Bir cezasızlık rejimi inşa ediliyor.
"SORUMLULAR AFFEDİLİRSE ASRIN KATLİAMI OLUR"
Ve o davalarda görev yapan bir avukat meslektaşımız, olacak muhtemel şeyleri, öngörüleri bir toplantıda anlatıyor; Avukat Naim Eminoğlu. Deprem affı olarak anılan düzenlemeye karşı düşüncelerini ifade ediyor ve bu kişi de tutuklanıyor. Değerli arkadaşlar, bunu bir asrın felaketi olarak görmemiz lazım. Eğer ki bu düzenlemeyle orada yüz binlerce insanın mağduriyeti karşısında sorumlular affedilirse, ortada bir asrın katliamı olur; bunun da bizzat sorumlusu Adalet ve Kalkınma Partisi yetkilileridir.
Ben buradan bu tutuklanan avukat karşısında söyledikleri yalansa, yanlışsa buradan söylüyorum: Sayın Adalet Bakanı desin ki '11. Yargı Paketi'nde deprem nedeniyle sanık olanlar yararlanamayacak.' Ya da Sayın Abdullah Güler, Meclis'teki Grup Başkanı, ya da Milliyetçi Hareket Partisi'nden Sayın Feti Yıldız, Hukuk İşleri Başkanı desinler ki 'Yanlış, yanılıyorsunuz, bu düzenlemelerden deprem nedeniyle suç işleyenler yararlanmayacak.' Yararlanacak arkadaşlar.
"ADRESE TESLİM TAHLİYELER VE GİZLİLİK"
Ve burada bir notu daha düşmek istiyorum. Bakın gizlilik, büyük bir gizlilik var. Bir önceki infaz düzenlemesinde, o düzenleme esnasında biz muhataplarımıza şunu sormuştuk: 'Bu düzenlemeden kaç bin kişi yararlanacak? Hangi suçlar? Ne kadarı tahliye olacak?' diye. Düzenleme geçti, yazılı olarak Adalet Bakanı'na sorduk, bizzat ben sordum. 15 gün içinde cevap vermesi lazım, cevap vermedi. Hangi suçlardan kimler ne kadar yararlandı ve tahliye oldu? Çünkü bu düzenlemeler yapılırken biz biliyoruz ki aynı zamanda adrese teslim tahliyeler gerçekleşiyor. Şimdi 50 binle 120 bin arasında tutuklunun tahliye olabileceği söyleniyor. Burada bir şeffaflık olmadığı için, bürokrasi tam olarak bir öngörü analizi yapıp da bunu sunmadığı için tahmini rakamları veriyorum. Ama bu rakamlardaki detayları bizlerle paylaşmak durumundalar.
"ADALET SAĞLANMADAN ÜLKE GÜVENLİ OLMAZ"
Değerli arkadaşlar, bir başka konuda yine bununla benzer bir şekilde Kartalkaya faciasında yaşanan dikkatinize sunuyorum. Bakın orada da bilirkişi heyeti ilk etapta elinden gelen doğru bir şekilde değerlendirme yaptığı için daha raporunu sunmadan görevden alındı. İkinci heyet de aynı şekilde baskı altında. Şimdi siz bilimsel süreçlere müdahale ederseniz, alanında uzman kişileri tasfiye ederseniz, siyasi ihtiyaçlara göre yeni bilirkişiler atarsanız ülkede adaletin 'a'sı kalmaz, vicdanlar yaralanır. Siz adalet arayanların, depremzedelerin sesini kısarsanız, bilimsel delil üretimini zorlaştırmayı, sorumluları da yargı sürecinden kaçırmaya, kurtarmaya çalışırsanız ülkedeki vicdanlar yaralanır. Bizim çağrımızdır; adalet sağlanmadan bu ülke güvenli bir hale dönüşmeyecektir. Bu toplumsal barışımız için, huzurumuz için en temel başlıktır.
İMAMOĞLU DAVASI VE İKİLİ HUKUK SİSTEMİ
Bununla birlikte değerli arkadaşlar, bugün de halihazırda ben size delilleriyle iki farklı olayda bilirkişilerin nasıl baskı altına alındığını ifade ettim. Ve bugün de bizim Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu ve Cumhurbaşkanı adayımız Sayın İmamoğlu'nun kamuoyunda 'ahmak davası' olarak bilinen davası vardı. Neymiş? Sayın İmamoğlu bilirkişi görevini yapanı etkilemeye, yargı görevini yapanı etkilemeye teşebbüs etmiş.
Bakın çok açık ifade edelim. Türk Ceza Kanunu 277. maddesi ve 288. maddesi yargı görevini etkileme ve yargı görevini etkilemeye teşebbüs suçlarına işaret eder. Bu suçların faili olabilmek için birincisi yargıyı etkileyebilecek bir siyasi kudrette olmanız lazım. Tıpkı Tayyip Bey gibi, tıpkı Adalet Bakanı gibi, tıpkı Başsavcılık gibi. Bir muhalefet partisi yetkilisinin yargı görevini yapanı etkileyecek bir nüfuzu yoktur. Bu suçlar ağırlıklı olarak bu tip meseleler için getirilmiştir.
Kaldı ki savunma dokunulmazlığı ve kutsallığı binlerce yıldır gelen bir anlayıştır. Bizim kanunlarımızda da buna işaret edilmiştir, Türk Ceza Kanunu'nda. Bir kimse kendi yargılandığı davayla ilgili dosyaya gelen bilirkişinin kendisinin ve partisinin daha önce tüm yargılandığı davalarda aynı isim olması, binlerce bilirkişi içerisinden aynı ismin gelmesi ve sürekli de sudan sebeplerle suçlu olarak gösterilmesi karşısında bu duruma tepki gösterdiği bir basın toplantısı suç unsuru olarak gösterilemez. Sanık kendisini savunur, şüpheli kendisini savunur; bu kutsal bir haktır. Dolayısıyla bunu adaletin a'sını, b'sini, c'sini bilen insanlar bilir.
Ben size demin iki tane gerçek anlamda bilirkişiye müdahale olayı anlattım. Bir de esasında hiç olmayan, fiilen olması mümkün bulunmayan bir meseleyle ilgili bugün 2 yıldan 4 yıla kadar haksız bir şekilde Büyükşehir Belediye Başkanımız ve Cumhurbaşkanı adayımız Sayın İmamoğlu'nun yargılanmasına işaret ettim. İşte ikili hukuk düzeni dediğimiz budur. Ortada bir adalet krizi vardır. Biz isteriz ki burada basın toplantılarında esasında tarafsız bağımsız bir yargının olduğu, keşke olsa böyle bir durum olsa da biz ülkenin başka daha temel problemleri üzerine konuşabilsek. Ancak bu öyle bir başlık ki her şeyi etkiliyor. Ekonomiyi etkiliyor, toplumsal huzuru etkiliyor, eşitliği etkiliyor. Yani nereden düşünürseniz burayı düzeltmeden başka bir şeyi düzeltemiyorsunuz.
"O KİMSELER MASUMSA NE DİYE İSTİFALARINI ALDINIZ?"
Bakın dün Adalet Bakanı Meclis Genel Kurulu'nda bir konuşma yapıyor. Diyor ki: 'Türkiye Cumhuriyeti Devleti demokratik bir hukuk devletidir. Hukuk devletiyle anılmak benim için bir şereftir. Ben' diyor, 'Ceza Muhakemesi Kanunu 160 açıktır, 138 açıktır. Dolayısıyla benim yürüyen davalarla ilgili müdahale etmem söz konusu değildir' vesaire. Şimdi değerli arkadaşlar, elbette ki biz bir Adalet Bakanının arayıp da bir savcıya şunu bunu söyle demesini beklemiyoruz; kanun da zaten bunun aksi. Ancak Hakimler Savcılar Kurulu 13 kişiden oluşuyor. Bunun başkanı Adalet Bakanı. Bu yapının oluşumunda Adalet ve Kalkınma Partisi bizzat söz sahibi. Bütün bu atamalar, görevden almalar, tayinler, terfiler hepsinde söz sahibi, soruşturmalar hepsinde söz sahibi. Dolayısıyla bu kadar hukuksuzluğun bulunduğu bir ortamda, ikili hukukun bulunduğu bir ortamda şu soruya o zaman Adalet Bakanı cevap versin: Biz büyükşehir belediyelerini 2019 itibariyle aldık ağırlıklı olarak ve bizlerden önceki döneme ilişkin çok sayıda somut tespitle, yüzlerce somut vakayla suç duyurularında bulunduk. Ne oldu değerli arkadaşlar? Hiçbir şey olmadı. Eğer o kimseler masumsa Sayın Bakan cevap versin. Ne diye o isimlerin istifalarını aldılar? Suçlular mıydı, FETÖ'cüler miydi? Ne diye istifalarını aldılar? O gün Ceza Muhakemesi Kanunu'yla 160. maddeyle anayasanın 138. maddesi yok muydu? İşte bugün Türkiye'nin en temel sorunu bu, ikili hukuk. Adalet ve Kalkınma Partili bir kimseyle Cumhuriyet Halk Partili birine, bir siyasetçiye, bir vatandaşa, Milliyetçi Hareket Partili biriyle DEM Partili birine, siyasetçiye aynı hukuk uygulandığını kimse söylemesin, komik duruma düşer. Biz bu durumu düzeltmeden hiçbir şeyi düzeltemeyiz. Durmadan 'yargımız tarafsız ve bağımsız' demekle yargı tarafsız ve bağımsız olmaz. Fiilen bunu görmemiz lazım.
"MECLİS SERİ TUĞLA ÜRETİM MERKEZİ DEĞİLDİR"
Değerli arkadaşlar, tabii yargı paketleri, durmadan yargı paketi geliyor, reform paketleri geliyor. Bir defa reform, söylem olarak, siz bir şeyi reform edeceğinizi söylüyorsanız zaten onun kötü gittiğini ifade ediyorsunuzdur. Bu yasama dönemindeki 11. Yargı Paketi ve bununla övünüyor, bununla övünen bir iktidar var, Adalet Bakanı var, yetkililer var. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Yani bir yerde çok büyük bir yangın var, yangını söndürülemiyor. Söndürmesi gereken sorumlular diyor ki: 'Ama bizim hortum sayımız fazla. Çok sayıda hortumla müdahale ediyoruz.' Ama yangın sönmüyor! Sizin yargı paketi sayınızın fazla olmasının bizim açımızdan bir değeri yok, millet açısından, Türk milleti açısından bir değeri yok. Bugün bütün araştırmalara bakın; sadece Cumhuriyet Halk Partili ya da muhalif olan kimseler değil, bu ülkede yargıya kimse güven duymuyor bu ülkede yargıya. En temel sorun bu.
Bu yapılmak istenirse yapılır. Anayasa Mahkemesi kararları, anayasanın açık hükümleri, AİHM kararları ve hakim savcı kurullarının oluşumu, bunlara ilişkin düzenlemeler ve liyakata dayalı görev kabuller, atamalar... Bütün bunlar yapılırsa bir düzene girebilir. Ama bağımlı yargı döneminde bunun gerçekleşmesine imkan yoktur.
Değerli arkadaşlarım, bakın bir hususun daha altını çizmek istiyorum. 11. Yargı Paketi geldi ama esasında son yıllardaki o torba kanun uygulamasının bir benzerini görüyoruz. Yani konu birliği olmayan, birbirinden alakasız birçok konunun aynı torbanın içerisine atıldığı, büyük bir hızla bitirilmesinin amaçlandığı bir süreç. Türkiye Büyük Millet Meclisi, tıpkı dünyadaki diğer parlamentolar gibi hassasiyetle çalışması gereken, uzun uzun konuşulması, tartışılması, her maddenin düşünülmesi gereken bir yerdir. Buralar bir seri üretim merkezleri değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne kimse 'tuğla üretim, seri tuğla üretim merkezi' muamelesi yapmasın. Demokrasi zaman isteyen bir şeydir; konuşmak lazım, tartışmak lazım. Temel kanun olarak gelmesi gereken kanunların temel kanun olarak gelmemesinin nedeni hızlı bir şekilde bitirilmesinin istenmesidir. Halbuki bu vesileyle bu kadar hızlı bir şekilde ilerlediğinde ne milletvekilleri -ki bunda iddialıyım, gidin sorun birçok milletvekili hangi kanuna nasıl geçti, içeriğinde ne olduğunu bilmiyor dahi- ne de vatandaşın, halkın, yargıyla ilgili bir konuda baroların, meslek örgütlerinin, ilgili kuruluşların yeteri kadar tartışıp konuşup doğrusunu analiz etme imkanı da ortadan kalkıyor. Büyük bir hızla kanunlaşsın isteniyor.
MALİ HAYATI FELÇ EDEBİLECEK VE SANSÜR GETİRECEK DÜZENLEMELER
Bu işin usulü tarafı. Bir de işin teknik tarafı var değerli arkadaşlar. Bakın gelen düzenlemelerde mali hayatı felç edebilecek işler var. Hakim kararı olmadan 48 saat süreyle insanların maddi varlığına, bankadaki hesabına el koyma yetkisi özel mali kuruluşlara veriliyor. Bu mutlak suretle anayasaya aykırıdır. Bu yetki hakimlere aittir. Ve değerli arkadaşlar, her türlü hukuki sorumluluktan da uzak. Yani istediğini yapabiliyor, hiçbir sorumluluğu yok.
Peki burada yine Anayasa Mahkemesi'nin daha önce iptal ettiği şekliyle bazı düzenlemeler var. İşte içerik çıkartılması, yani gerek internet ortamında gerek sitenin sadece o internet ortamında paylaşılan değil, gerek görülmesi halinde tüm sitenin kapatılmasına yol açacak düzenlemeler. Tüm bunlar ülkemizin farklı farklı alanlarda sürekli sansürdü, baskıydı ve otoriterleşmeye yönelik adımların kurumsallaştığı bir düzeni işaret ediyor değerli arkadaşlar. Yani biz Anayasa Mahkemesi kararlarına uyuyoruz demekle de olmuyor, onu somut düzenlemeyle de göstermeniz lazım.
Özetle biz önümüzdeki teklifi elbette önümüzdeki haftalarda Meclis Genel Kurulu'na geldiğinde ya da öncesinde tekrar tekrar üzerinde konuşacağız. Çünkü yargı bu ülkenin yarası. Ancak şunu ifade etmek istiyorum: Eğer ki bu ülkede gerçek anlamda bir adalet duygusunu ortaya çıkarmak, insanlara bu duyguyu vermek istiyorsak önce parti rozetini çıkartarak herkes objektif bir şekilde, hukukçu olarak meselelere yaklaşması lazım. Savcılık makamı iktidara yakın mı yoksa muhalefete yakın dosyaları mı daha dikkatle, daha özenle bakıyor; bunu da kamuoyu bilmektedir.
ASGARİ ÜCRET VE REDDEDİLEN ÖNERGELER
Değerli arkadaşlar, biz tabii birçok problemimiz var. Geçtiğimiz toplantıda ülkemizdeki asgari ücretin durumuyla ilgili bir değerlendirme yapmıştık. Bugün özellikle komisyonun yapısı ile ilgili bir değerlendirme yapmıştık. Orada işçilerimizin temsilinin problemli olduğunu söylemiştik. Ki bugün ilgili sendika katılmayacağını toplantıya ifade etti. Çünkü baştan zaten girerken işveren ve hükümet temsilcilerinin çoğunluğu var. Eğer bu düzende bir değişiklik olur da işçi temsilcileri katılmak isterse, Cumhuriyet Halk Partisi olarak da biz kendilerine destek vermeye, hatta komisyona gelmeye hazırız. Biz asgari ücretin bu ülkede en az 30 bin lira olması gerektiğini ifade ediyoruz. Bunu da küçük işletmeleri koruyarak da yapabileceğimizi söylüyoruz. Eğer işçi temsilcileri o toplantıya katılır ise bir dahaki toplantılara, biz bu düşüncelerimizi orada göndereceğimiz bir heyetle birlikte nasıl gerçekleşebileceğini de sunmaya ve katkı sunmaya hazırız.
Şu anda Asgari Ücret Komisyonu toplandı. Yani umarım ki biz 30 bin olsun diyoruz, onun altına yokuz. Çünkü hani hep söyledik yani bu bile yetmez ama en azından asgari düzeyde insanların hayatını devam ettirecek bir arayış, bir çalışmanın içerisinde bulunmamız lazım. Biz ülkedeki sosyal sıkıntıların farkındayız değerli arkadaşlar ve her alanda buralarda düzeltme yapmak için, düzenleme yapılması için çaba içerisindeyiz her bulunduğumuz platformda.
"EMEKLİ VE ÖĞRENCİ İÇİN VERDİĞİMİZ ÖNERGELER AKP-MHP OYLARIYLA REDDEDİLDİ"
Ben şimdi milletimize bir kez daha Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi'nden, bu kürsüden yakın zamanda bizim önerdiğimiz, AKP-MHP oylarıyla reddedilen birkaç hususu dikkatinize sunmak istiyorum. Bakın, Meclis'te komisyonda, bütçe görüşmelerinde biz dedik ki emeklilerimiz, çocuklarımız, eğitimcilerimiz için özel olarak düzenleme yapalım. Ne demişiz? Yani burada en çok darboğazda hisseden kesimler bir nefes alsınlar. Demişiz ki en düşük emekli maaşının asgari ücret seviyesine çıkarılması. Ne olmuş? AKP-MHP oylarıyla reddedilmiş. İkinci olarak ne demişiz? Emeklilerin bayramlarda asgari ücret tutarında ikramiye verilmesi. Bu ne olmuş? Yine AKP ve MHP'li milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiş.
Peki üçüncüsü, ki bunu daha önce de dile getirdik; bizim çocuklarımız bir öğün sağlıklı bir şekilde beslenme ihtiyacı var, bodurluk problemleri var, gelişim problemleri yaşıyor. Demişiz ki okullarda ücretsiz öğle yemeği verilmesi. Ne olmuş? Yine Cumhur İttifakı mensupları yani AKP ve MHP'lilerin oylarıyla reddedilmiş.
Demişiz ki arkadaşlar, kıymetli yurttaşlarımız, öğretmenlerin atanması için bütçeye ödenek konulması. Öyle ya, öğretmen açığı var. Yetişen yüz binlerce öğretmen var. Bunların mesleklerine göre listesi var, görüyoruz. Öyleyse bunda ek ödenek yapalım. Başka alanlardan kısarız bütçede. Ne olmuş? Bu da yine AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiş.
Peki demişiz ki öğretmen görevini yaparken, bizim çocuklarımızı geleceğe hazırlarken en azından yani sürekli geçim sıkıntısı hisseden, bu problemi düşünen bir şekilde olmasın. Burada en azından öğretmenlerin eğitim yılı başında, 24 Kasım'da birer maaş ikramiye verilmesini önerge olarak sunmuşuz. Ne olmuş? Yine Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiş.
"SARAY HALKIN SESİNİ DUYMUYOR"
Saray öyle bir noktada ki bileşenleriyle birlikte halkın sesini duymuyor. Halktan kopuk. Kendi çocukları Amerika'da, yurt dışında farklı yerlerde eğitimini görüyor, özel okullarda bir sıkıntı yaşamıyor. Ama saraylarından çıkıp gerçek anlamda halkın sesini duymuyorlar. Biz bu milletin çocuklarının okulda aç durmasının, temiz su içememesinin bugünkü dünya düzeninde hiçbir bahanesi olmadığını düşünüyoruz. Bakın bizim Beyoğlu Belediye Başkanımız bütün okullara ücretsiz sebil dağıtıyor. Bu sağlanabilir değerli arkadaşlar. Yeter ki iyi niyet olsun, bütçemiz de yeter, paramız da yeter. Önceliğiniz bu olsun yeter ki.
Emeklilerimiz yeni yıla zamlarla girecek. Biz istiyoruz ki maaşları en azından asgari ücret seviyesine gelsin. Öğretmenlerimiz de keza öyle. Siz eğer bu önerileri, kamuoyunun dikkatine sunuyorum; siz eğer 'bu bütçede mutfak tüpü olsun' diyorsanız, 'çocuklarımızın karnı doysun' diyorsanız bizi dikkatle dinlemeye devam edin. Yok efendim 'biz pırlanta olsun, Türkiye'nin %2'si olsun' diyorsanız buyurun devam edin. Bu ülkede elbet o sandık gelir ve geldiğinde de memlekette insanların yüzüne bakacak durumda olamazsınız.