Fatih Ertürk
"İstanbul'un gaspı AKP'nin de Türk demokrasisinin de sonunu getirir...!"
Demokrasinin olmazsa olmaz kurallarından ilkidir özgür seçimler. Yani milletin deyimiyle sandık. Tabi ki demokrasi sadece sandıktan ibaret değildir; devletin kurumları ve kurullarının yaşatılması, ülkenin dirlik ve düzeninin sağlanması, siyasi partilerin kendilerini var eden demokrasiye, Cumhuriyete ve bu ülkenin kurucusu büyük Atatürk'e bağlılıkları da en az sandık kadar önemlidir.
Türkiye çok partili yaşama 1950 yılında girmiştir. Sandıktan çıkanın; çıktığı sandığın anlamını, önemini, ağırlığını, özgürlüğünü ve dokunulmazlığını, gizli oy-açık tasnif ilkesini, sandığa girenle sandıktan çıkanın adil ve eşit olmasını öngörmemesi olası olmadığı gibi aynı zamanda çok büyük bir demokrasi eksikliğidir.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal; peşinden gittiğini söylediği Adnan Menderes ve Turgut Özal gibi bir sandık kahramanıdır. Erdoğan; 2002 yılından beri girdiği; 14 seçimden de önde çıktı. siyaseti; "Sandıkta halkı tavlamak" olarak gören Erdoğan için varlığının yegane meşruiyet sebebi seçim sandığıdır.
14 Ağustos 2001'de partisi AKP'yi kuran Erdoğan, ilk seçimlere 3 Kasım 2002'de girdi. AKP ilk kez girdiği 22. milletvekilliği Genel Seçiminde 10 milyon 808 bin seçmenin oyunu 363 milletvekili çıkardı ve partisini iktidara getirdi. Devam etti; 2004'teki yerel seçimlerde oyların bu sefer yüzde 41,67'sini (13 milyon 447 bin 287 oy) alarak yerel iktidarını da perçinleştirdi.
AKP ilk kez iktidara geldiğinde deyim yerindeyse ülkede "deve dişi" gibi sivil toplum kuruluşları, medya, siyaset kurumları, yargı üst mekanizmaları; daha işgal edilmemiş, dağıtılmamış, kendisini "cumhuriyeti koruma ve kollama" görevi içinde gören bir Türk Silahlı Kuvvetleri vardı.
Kim Recep Tayyip Erdoğan'a itiraz etti. Hakkında verilmiş bir yargı kararı vardı; terörle ilintili bir suçla ilgili. Onu da; "Demokrasi kazansın, sandıktan kim çıktıysa o başbakan olsun" diyerek bir demokrasi örneği veren CHP'nin eski genel başkanı Deniz Baykal o engeli de ortadan kaldırdı.
Takvimler 22 Temmuz 2007'yi gösterdiğinde Türkiye bir kez daha sandıklara gitti. Ortada Cumhurbaşkanlığının seçiminin iptalini de gerektiren bir 367 krizi vardı ve Erdoğan bu sorunu da sandıkta halka çözdürmeye karar verdi. AKP 23.dönem Milletvekili Genel Seçiminden sonra yüzde 45,68 (16 milyon 327 bin 291) oy alarak yeniden sandığın gücüyle iktidarını perçinleştirdi. Yetmedi; Cumhurbaşkanını halkın seçmesi için anayasa referandumuna gitti ve halkın yüzde 68,95'i evet dedi yine sandığın gücüyle kendisini başkanlığa götürecek yolun ilk adımını attı.
Yetti mi, yetmedi...!
Erdoğan sandığın sihirli gücünün farkına varmıştı...
Başı sıkıştıkça sandığa gitti. 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde yüzde 38,39 oy alarak yine birinci parti oldu. Ardından 12 Eylül 2010'da anayasa referandumu geldi. Yine sandıkta Türkiye'yi FETÖ bataklığına sürükleyecek bu değişiklik yüzde 57,9 oyla kabul edildi. 12 Haziran 2011'de bir seçim daha yapıldı. AKP yeniden yükselişe geçti ve yüzde 49.83 oy alarak meclise sandığın gücüyle hakim oldu.
Erdoğan seçim sonuçlarını; "Milletin iradesi sandıkta tecelli göstermişti. Onlar ne derse o" biçiminde yorumladı.
Seçimler devam etti; 30 Mart 2014'teki yerel beçimlerde AKP yine oyların yüzde 42,87'sini aldı. Bu sefer oyları 19 milyan 469 bine yükselmişti. 10 Ağustos 2014 üarihinde kendini Cumhurbaşkanı seçtirmek için AKP milletin önüne bir daha sandığı koydu. Yüzde 51,79 oy alarak yoluna devem etti. Herkes sandığa saygı gösteriyordu; hem de bir ülkeyi kaybetmeyi bile göze alarak...
Ardından 7 haziran 2015 geldi. Türkiye yine sandığa gitti ama Erdoğan bu sefer ne milletin iradesini ne de sandıktan çıkanı beğenmişti. Oyların yüzde 40,7'sini alan AKP tek başına iktidar olamayınca bir yandan istikşafi görüşmelerle diğer siyasi partileri oyalarken diğer yandan da ülkenin kan gölüne dönmesine göz yumdu.
İstediği sonucu aldı; çünkü sandık dediğin açıl susam açıl olacaktı ve kendisi neyi arzuluyorsa onu sunacaktı.
1 Kasım 2015'te Türkiye akıl almaz olayların, dehşetin ve güvenlik kaygılarının içinde yine seçime gitti. Sandığa kendini dikte Ettirmek isteyen Recep Tayyip Erdoğan yine istediğini almıştı. AKP halkı korkutarak oyların yüzde 49,50'sini almış ve iktidarını garantiye almıştı.
Ardından 16 Nisan 2017'de anayasa değişikliği için yine ülkeyi sandığa sürükleyen,"siyaset halkı tavlama sanatı" diyen Erdoğan ve ekibi oyların yüzde 51,41'ini aldı.
Anayasa değişikliğinin ardından "kadayıfın altı artık kızardı" diyen MHP genel başkanı Devlet Bahçeli Türkiye'yi bir erken seçime sürükledi. AKP'nin stepnesi olmayı da göze alarak hem Türkiye'nin yeni başkanını hem de sayıları 600'e çıkan milletvekillerini yine halka seçtirdi.
Ve 31 Mart seçimlerine gelindi...AKP yüzde 44 ile yine birinci parti oldu ama yetmedi. Sonuçlar yine Erdoğan'ın hoşuna gitmedi. İstanbul'u bir türlü vermek istemiyordu. Doğup büyüdüğü bu kenti "baba mirası" olarak görüp tapu kayıtlarına geçirmek istiyordu.
Bu memnuniyetsizliğini bu sefer kendisi değil sufle verdiği eş-dost-akraba-yakın üzerinden başlattı. Seçimin sonuçlarını kabul etmeme gibi bir pozisyona kendini soktu. Hatta yandaş medya İstanbul'da seçimin tekrarını istedi. Bütün bunlara hem göz yuman hemde alttan alta destek veren Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu.
Yani 16 yılda kendisini var eden sandığa ve Milli İrade'ye bir anda sırtını çevirdi...
Çevresindeki güç halkasına, sahip olduğu kudrete, kapıldığı kibir fırtınasına yenik düşerek Türkiye'yi; "Bu ülkede artık bir daha seçim olmaz. Olsa bile seçimlerinin sonucu Erdoğan ve AKP kabul etmez" gibi bir noktaya sürükledi.
Gelinen nokta son derece tehlikeli ve endişe verici....
Birilerinin Erdoğan'a mutlaka "dur" demesi lazım...
Ya da; yazının başında söylediğim gibi;
"İstanbulun gaspı AKP'nin de Türk demokrasisinin de sonunu getirir...!"