Giresunlu Dede
Günlerdir Giresunlu dede Yusuf Topal’ın, yatalak eşi için ilaç yazdırmak üzere gittiği Aile Sağlık Merkezi’nde yaşananların ardından ölümünü konuşuyoruz. Daha da konuşalım. Eşine ilaç yazdırmak için bastonuna dayanarak yola düşen 82 yaşındaki bir insanın ölümü kimin canını acıtmaz?
Konuşalım, ama doğru konuşalım!
Yüksekova’da astsubay eşini ziyaretten dönerken patlatılan bir bomba ile öldürülen Nurcan Karakaya ve 11 aylık yavrusu Mustafa Bedirhan’ı da konuşalım. Hangi vicdan 11 aylık bebeğin ve annesinin katli karşısında kanamaz ki?
Ölümler çoğalmadan konuşalım!
Konuşurken de, her birimiz kendi söylediklerimizi insanlık değerleri ve mesleki ilkelerimiz çerçevesinde ölçüp biçelim.
Giresunlu dedenin ölümü üzerine yapılan haberler ve o haberlerde gazeteciliğin verdiği sınav mesleki olarak tartışmamız ve çuvaldızı kendimize batırmamızı gerektiren bir konu.
Faruk Bildirci, Hürriyet’te ombudsmanlığın hakkını veren meslektaşımız, geçenlerde böyle pek çok örneği gazetecilik etiği açısından tartıştığı “Günahlarımızda Yıkandık” adında bir kitap çıkardı. Yusuf Topal haberleri de radarına takılabilir.
“Giresun’da tek başına ilaç yazdırmaya hastaneye gelmiş 82 yaşındaki adamla tartışıp ‘saldırıyor’ diye polis çağıran ve ölümüne neden olan doktor müsveddesine ne işlem yapılacak? Merak ediyorum” diye yazan bir “gazeteci”! Nerede yazdığı, sonradan silip silmediği önemli değil.
Fazla merak etmesine gerek de kalmadı. Sağlık Bakanlığı hekimi açığa aldı!
Neden?
Büyük ölçüde o konuda yapılan haberler ve o haberlerin de bir tür hekimin yargısız infazına dönüşmesi yüzünden.
Hasta, hekim, polis, gazeteciler...
Bunların her birinin kendilerini sorgulaması gereken bir durumla karşı karşıyayız.
Bir de memleketin içinde bulunduğu ve her meslekten vatandaşı doğrudan etkileyen iklim var. O iklimi, Murat Yetkin, geçen gün “Okumuştan nefret etmek” başlıklı bir yazıda irdelemişti.
Gerçekten de, memlekette alt eğitim düzeyinden yoksul insanlar arasında eğitimi zenginlikle ve “karşı sınıf”la eşitlemek ve “yanlış bilinç”le eğitimli kesimlere karşı sınıfsal bir öfke beslemek gibi bir hal gelişti/gelişiyor. O öfke, üst sınıfın koruma kalkanına sahip olamayan ve gündelik hayatta sıklıkla yoksullarla ilişkide olan öğretmen, hekim gibi kesimlere karşı şiddete dönüşüyor.
Türkiye, artık eğitimli biri sokaktan geçerken, oynayan çocukların kenara çekilip selam verdikleri, eğitimin sadece saygı gördüğü bir ülke değil.
Yusuf Dede ne ölçüde bu iklimin etkisi altındaydı, hekimle arasındaki diyalog nasıl gelişti, bilemiyorum.
Ancak, hasta-hekim ilişkisi açısından, hekimlerin mutlaka üzerinde durması gereken sorunlar olduğunu biliyorum. Bunun tüm sorumluluğunu hekime yüklemenin sorunu çözmeyeceğini, hekime aşırı yüklenen sağlık sisteminin sağlıklı bir hasta-hekim iletişimine olanak vermediğini de biliyorum.
Her özel durumda ayrıca değerlendirilmesi gereken hasta-hekim ilişkisi ve iletişimini bir yana bırakır ve olaya “kurallar” çerçevesinde bakarsak, hekimin yanlışı yok. Yasa, hasta yokken ilaç yazılamayacağını söylüyor ve bunu yapan hekimlerin başına bin bir bela geldiğine dair pek çok örnek var. Üstelik, hekim, hastanın o anki durumunu görmeden yazacağı bir ilacın ölüme kadar gidecek riskler taşıdığını da bilerek, uzaktan ilaç yazmayı reddetmek zorunda.
Evet, ilaç yazdırılmak istenen hasta yatalak, gelemez ama evde bakım hizmeti de bu hekimin değil hastanenin ilgili ekiplerinin görevi.
Polislerin tavrına gelince… Olay büyük ölçüde gözler önünde gerçekleşiyor ve epey yaygın başka polis müdahaleleriyle örtüşüyor. Bunu da polisin önüne koyup düşünmesi gerek!
Ancak, o müdahale biçimlerinden biri konusunda genel bir tavra ihtiyaç var. Eski TTB Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel ona dikkat çekiyor: “1 Mayıs 2007’de İstanbul’da İbrahim Sevindik, 31 Mayıs 2011’de Hopa’da Metin Lokumcu, 30 Mayıs 2012’de Yalova’da Çayan Birben, 27 Temmuz 2018’de Giresun’da Yusuf Topal biber gazı nedeniyle hayatını kaybetti. Biber gazı yasaklansın!”
Sağlık sistemi söz konusu olduğunda; keşke “Doktora iğne yaptırmayın, onlar bilmez” vizyonlu yöneticilerden, “Beni Türk hekimlerine emanet edin” vizyonlu yöneticiler dönemine dönebilsek.
Gazetecilik söz konusu olduğunda da; keşke mesleğin en temel kurallarına boş verip bir olayı bütün boyutlarıyla araştırmadan hüküm verme alışkanlığından vazgeçebilsek.
L. Doğan Tılıç - BirGün