Erkan Baş: Sürekli sarayda yaşayan birinin akli sağlığı iyi durumda değildir
Halk TV'de bayram sohbetleri vesilesiyle 4 günde 8 liderin konuk olacağı sohbetler devam ediyor. Cumartesi günü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, dün ise HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ve DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş ve gazeteci Özlem Gürses'in sorularını yanıtladı.
Bugünkü konuklardan biri TİP Genel Başkanı Erkan Baş oldu. Baş, çocukluk ve gençlik yıllarını, siyasete adım atmasını ve güncel siyasi yorumlarını Özlem Gürses'e anlattı.
Çocukluğunuzdan bayramları hatırlıyor musunuz? Nasıl geçerdi?
"Göçmen bir ailenin çocuğuyum. Almanya’da yaşadığımız dönemde, çocukluğumda babam bayramları Türkiye’de geçirmeye özen gösterirdi. Bizde akrabalık ilişkilerine önem verilir. Bayramlar bu akrabaların birbirlerini tanıması açısından bir işlev görürdü. Boşnakların bayram ziyaretleri çok kısa sürer. Evlendikten sonra eşimin ailesinde gördüm uzun bayram ziyaretlerini.
Bugün acaba kaç kişi çocuğuna bayramlık alabiliyor? Türkiye’nin mevcut ekonomik ve siyasal düzeni bayramların da bayram gibi kutlanmasına pek müsaade etmiyor. Bayramların giderek çocuklara özgü, mutluluk veren yanı azalıyor.
Annem ve babam Yugoslavya doğumlu. Ben Berlin’de doğdum. Babam metal işçisiydi, annem tekstil. Üç kardeşiz iki kız kardeşim var.
700 bin çocuk işçi var ülkede. Onlar salgın günlerinde bile işe gitmeye devam ettiler.
Bayramlar çocuklar için. En fazla onların mutluluğu gözetiliyor. En azından eskiden öyleydi. Şimdi olağanüstü koşullarda bayramlar geçiriyoruz.
Bu bayram kimin bayramı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “kendisine biat edenler” diye bir millet tanımı var ve bu millet tanımını esas olarak, Türk, erkek ve sünni islam anlayışı temelli olarak değerlendiriyor. “Türkiye’de erkekler söz sahibi ve çoğunluğunu sünniler oluşturuyor” tezi üzerinden hareket ederek yarattığı bir yaklaşım. “Ben bunları temsil edersem ve bunların dışında kalanları ötekileştirirsem iktidarda kalırım” gibi bir yaklaşımla hareket ediyor. Burada temel mesele şu; siyasette demokrasi tartışmaları yapıyoruz ya, eğer böyleyse bile azınlıkta olanların konuşabilir hale gelmesini sağlamak ve onların taleplerinin savunucusu olmak gerekir. Ama bu iktidarın bölücü politikası var ve hayatın her alanında bunu görüyorsunuz. Okullarda, iş yerlerinde, basında, yargıda… Hep kendilerine biat eden veya kendilerine biat edeceği düşünülen kişilerle uyum içindeler. Bu şekilde toplumda kendi gibi düşünmeyen kesimi düşmanlaştırıyor.
Güncel siyasi yorumları
"Siyaset alanında geldiğimizde örneğin yerel seçimlerde Millet İttifakı’nı, ‘zillet ittifakı’, ‘terör ittifakı’ olarak nitelendirdi. Kendisine oy vermeyen herkesin terörist olarak kabul edildiği, düşman safına itildiği bir algıları var.
AKP’nin 19 yıllık iktidarına baktığımızda hiç değişmeyen bir tane veri var: Türkiye’nin tepesine çöreklenmiş yüzde 1’in gayrisafi milli hasıladan aldığı pay bu iktidar döneminde sürekli olarak artmış, geriye kalan milyonların pastadan aldığı pay ise istikrarlı bir biçimde düşmüş. Yani sürekli olarak yoksulluk derinleşmiş, işsizlik artmış, tepedeki yüzde 1’in serveti ise katlanmış.
Çocuklara dönecek olursak, birinci sorun okuyamıyorlar. Yani ya imam hatipe gideceksiniz ya da ancak aileniz zengin olacak, özel okula gideceksiniz.
Türkiye’de çocuk işçiler ağırlıklı olarak gayri resmi tanımında değerlendiriliyor. Üstelik bir de çocuklukta bu aşamaları geçseniz bile ileride eğitimini tamamlamış bir gencin bu sefer de işsizlikle boğuştuğu bir tablo var önümüzde. Türkiye eğitimli iş gücünün iş bulma konusunda en çok zorluk yaşayan ülkelerden biri. Bazı meslek grupları var yüzde 50’si işsiz. Örneğin İletişim Fakültelerinden mezun olan öğrencilerin yüzde 40’ı iş bulamıyor. Rakamları düşüren şeylerden biri de tamamlanan onca eğitime rağmen asgari ücretle iş bulabilme sorunu tabi. Verdiğiniz emeğin karşılığında bir ücret alamıyorsunuz.
Hepimizi olmayan bir parayı harcamaya alıştırıyorlar. Tüketim toplumu böyle yaratılıyor. Herkes borçlanıyor. Aslında pek çok tüketim temel ihtiyacımız. Ancak insanlar bu ihtiyaçlara dahi borçlanarak ulaşıyor.
Haklısınız ancak bu kesimlerin önemli bir bölümünün de AKP’ye oy verdiğini görüyoruz.
Ben Türkiye’nin kurtuluşunun işçi sınıfının yönetiminden geçtiğini düşünüyorum. Patronların iktidarına son verilmesi gerekiyor. Bunu biz göğsümüzü gere gere söylüyoruz. Ancak dikkat edin patronların hiçbiri biz patron düzenini, patronların iktidarını istiyoruz demiyor.
AKP memleketi mahvetti fakat burada bir tane olumlu sonuç var. Kapitalist bir iktidarın bir ülkeye neler yapabileceğinin de fotoğrafını çıkartmış oldular.
İşçilerin asgari ücret, işsizlik fonu, emeklilik gibi kazanılmış haklarını alamadığı ve ellerinden alındığı bir düzendeyiz.
Ancak sadece haklı olmak yetmiyor. Haklılığın aynı zamanda bir güçle buluşması gerekiyor.
İbrahim Uslu’nun bir analizini okudum geçen gün. Şöyle geçiyordu; bahsettiğiniz sömürülen kesim nasıl bir ekonomik karanlığın içinde olduğumuzla ilgili değil. Bu kesim o karanlığın içinde ne kadar sosyal yardım alabildikleriyle daha fazla ilgililer. Yani meselenin özünden uzaklar. Çünkü şöyle düşünüyorlar: Bu sorunları hiç kimse çözemez. Böyle bir yorum okudum…
Benim açımdan insanların hiçbirinin dini, dili, ırkı, cinsiyeti fark etmez. Bu söz konusu bile olmadı. Ama benim açımdan o insanların hayatlarını neye adadığı önemli. İktidarın bir sadaka toplumu yaratma özlemi var. Birileri bize el açsınlar ve biz de onlara yukarıdan bir şeyler verelim. Anadolu’daki deyimle “kepçeyle alalım kaşıkla verelim” diyorlar. Bu iktidar bana sorarsanız yapması gereken hiçbir şeyi yapmadı. Bizi kurtaracak birini beklediğimiz sürece kimse bizi kurtarmaz. Bir ülkede halkın kurtuluşu ancak ve ancak o halkın kendi mücadelesiyle gerçekleşir. Bu da örgütlü bir biçimde olur. Okullarda, iş yerlerinde, mahallelerde örgütlü hale gelinirse o zaman gerçek kurtuluş yolu bulunur.
Gezi Direnişi’nde bunu gördük. Aslında ne kadar yaratıcı ve üretken bir toplum olduğumuzu o günlerde gördük. Bu önemli bir deneyim. Şimdi salgın sürecinde de aynı dayanışmanın önemini görüyoruz.
Bu toplumun çok büyük zenginlikleri var ama bu piyasacı düzenin insanların içindeki güzellikleri öldürmek için çok uzun yıllardır sistematik bir biçimde saldırdığını düşünüyorum. İnsanlara birbirlerinin sırtlarına basarak yükselmeyi öğütlüyorlar.
Ben AKP’yle AKP’ye oy veren seçmenler arasında çok net bir ayrım yapıyorum. Oy veren insanlar çeşitli hayallerle, umutlarla oy veriyorlar. O insanların pek çoğunun idealleriyle benim ideallerim arasında önemli benzerlikler var. Tam da bu yüzden AKP ayrıştırma yolunu tercih ediyor.
Ben psikolojisinin bozuk olduğunu düşünüyorum. Sürekli saray bahçesinde yaşayan birinin akli sağlığı iyi durumda değildir.
Aynı anda hem işçilerin hem patronların tarafında olamazsınız. Çünkü kapitalist sistem bunlardan bir tanesine sırtını yaslıyor ve ötekini karşısına alıyor. Erdoğan, belli ki erken yaşlarda sömürüden pay almaya çalışan bir siyasi akıma gönül vermiş. Bu bir tercih.
Deniz Gezmiş gibi, Mahir Çayan gibi kahramanlarımız var. Birini örnek almak istiyorsanız onların hayatlarını okuduğunuz zaman çok genç insanların çok büyük sorumluluklar aldığını görüyorsunuz. Böylelikle kişide benim de bu sorumluluğu almam gerekiyor duygusu gelişiyor. Bu isimler beni lisede okurken çok etkiledi. Liseden itibaren siyasetin içinde oldum. "
Evinizdeki kadın rol modeli nasıldı?
Sosyalistler siyaseti bireysel çıkarlar için yapan insanlar değiller. Bu yüzden kendimiz adına konuşmak bir zor oluyor. Biz sonuçta toplumsal bir mücadelenin üzerimize yüklediği sorumluluğu hayata geçirmeye çalışıyoruz. Ama bu Türkiye’deki milyonlarca insandan farklı olduğumuz anlamına gelmiyor elbette. Annem de Türkiye’deki milyonlarca emekçi kadın gibi bir kadın ve çok da güçlü bir kadın. 15 yıl boyunca eşinden boşanmamış bir şekilde, yalnızca çocuklarının geleceğinin sorumluluğuyla mesafeli bir şekilde yaşamış. Evde hem erkeğin hem de kadının üstlenmesi gereken bütün sorumluluğu üstlenerek çocuklarınızın geleceğini güvence altına almaya çalışmış. Bu çok büyük bir sorumluluk.
Emek mi sermaye mi? Temel ayrım bu olmalı. Bugün daha fazla geçerli hale gelmiş durumda. Dünyanın herhangi bir yerinde işçiler bir hak kazandığında o dünyanın her yerinde işçilerin bir kazanımı haline geliyor.
Şu an mevcut sistemde özellikle de Türkiye’de gençlerin ve işçi sınıfının siyasete girmesi çok zorlaştırılmış durumda. Meclis koridorlarında alınacak kararlarla Türkiye’de çok bir şey değişmez.
Olası bir erken seçimde farklı bir model, yaklaşım arayışı var mı?
Türkiye’de hemen erken seçim gerekiyor. Geride kalan 2 yıl hiçbir şey göstermediyse de başkanlık sisteminin ne olduğunu gösterdi. Tayyip Erdoğan bir basın toplantısı yaptı ve 15 madde sıraladı. Sonra hemen ortam hazırlandı. Dolayısıyla bu yanlıştan hemen kurtulmak lazım.
Birleşik mücadeleden kaçarak da bu olamaz. Fakat ilkesizlik üzerine kurulamaz bu birleşme. Kim neyi savunuyorsa çıksın halkın karşısına açıkça onu söylesin. AKP’nin en bozucu etkisi bence “nabza göre şerbet verme” yaklaşımı oldu. Halka yanlış gelen şeyleri siyasetçiler anlatmak zorunda. Siyasetçi toplumun anlık durumunu veri alarak, kendisini ona uyumlulaştırarak topluma iyilik yapmaz. Kötülük yapar. Bu tek sesliliğin önünü açar. Farklılıklarımızı kabul etmemiz lazım. Bu farklılıklarla beraber yürünebilir.
AKP bir rejim yarattı. Bunu bir veri olarak kabul edip, bunun sınırları içerisinde siyaset yapmak kabul edilebilir değil. Bu AKP’nin meşruiyetini kabul etmek anlamına geliyor. Muhalefetin bu sınırların dışına çıkması lazım.
Eğer Türkiye’yi yeniden ayağa kaldırmak istiyorsak sola güç vermemiz gerekiyor. TİP’in yeniden kuruluş nedeni de budur. Türkiye’de sol yoksa hayat yok.
Sol gelirse yoksulluk gelir diyorlar…
“Türkiye toplumu sağcı, biz sağcılaşırsak oradan oy alırız” deniyor. Bunu ilkesel olarak reddediyoruz. Türkiye’de adıyla sanıyla bir sağ iktidar var. Bunun karşısında kuvvetli bir sol seçeneğe ihtiyacımız var. Türkiye’den solu çıkarın edebiyat, sinema dahi hiçbir şey kalmaz.
Tek başımıza da kalsak doğru olduğuna inandığımız şeyi yapmak durumundayız. Parlamentoda iki kişiyiz. Kendimizi hiç yalnız hissetmiyoruz. Bu ülkede milyonlarca sosyalist insan var. O insanları temsil ediyoruz.
MHP lideri Devlet Bahçeli Siyasi Parti Yasası’nda değişiklik yapılmasını önerdi…
İktidarın bugüne kadar bütün değişiklik önerileri hep demokrasi paketiyle süslenen ancak hep kendi çıkarlarını gözeten ve herhangi bir ilke barındırmayan değişiklik önerileri oldu. Anlık ihtiyaçları neyse onu gözetiyorlar.
An itibariyle Türkiye’nin arkasında olmadığı bir güç olabilir sosyalistler. Ancak doğruyu söylemeye, inandığımızı yapmaya devam edeceğiz. Ben buna inanıyorum. Bu er ya da geç hedefine varacaktır.
Parlamentodaki sınırlı sayımızla verdiğimiz mücadelemiz diğer vekillere göre daha etkili. Çünkü biz meclislerdeki arkadaşlarımızla, yurttaşlarımızla toplanıyoruz. Yani bir kanun teklifi önümüze geldiğinde iki üç danışmanla kafa kafaya verip tartışmıyoruz ki. O kanunu götürüyoruz ilgilileriyle tartışıyoruz.
RTÜK tarafından muhalif yayın yapan kuruluşlara son günlerde şiddeti artan bir baskı var. Bunlarla ilgili neler söylemek istersiniz?
Yüzde 97’si bir grubun elinde olan bir basın var ülkemizde. Geriye yüzde 3 kalmış durumda. Ancak Türkiye gündemini bu yüzde 3 belirleyebiliyor. Yüzde 97 belirlemiyor. Çok daha kısıtlı imkanlarla, baskı altında yapılan bir faaliyet diğerlerine göre daha etkili olabiliyor. Yüzde 97 bomboş. İzlenmiyor, okunmuyor, takip edilmiyor. Onların belirlediği alanda oynamak zorunda olmadığımız buradan da ortaya çıkıyor. Yeni alanlar yaratabiliriz. Toplu taşımalarda vs. yandaş basını okuyan kimse görmüyoruz. Onların takip edilme verilerine ilişkin sağlıklı notlara da sahip değiliz. Kendi kendilerine çalıp oynuyorlar. Bir toplulukları var ve onu konsolide etmeye yönelik yayın yapıyorlar. Bu haksızlığa karşı mücadeleyi sürdürmemiz lazım. Mevcut durumu kabul etmeyelim.