Ozan Gündoğdu
Muhafazakarlar, İslamcılar ve helalleşmenin motoru
Kurtuluş Savaşı yıllarında Sovyetler Birliği’nin Türkiye büyükelçisi olan Semyon İvanovic Aralov’un anıları dilimizde ilk kez 1967 yılında Burçak Yayınevi tarafından “Bir Sovyet Diplomatın Anıları” başlığıyla yayınlandı. Daha sonra İş Bankası Yayınları tarafından 2018’de yeniden basılan kitap, Cumhuriyet öncesi Türkiye’nin bir sosyalist tarafından nasıl göründüğüne ilişkin fikir veriyor. Aralov, Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’yu gezmiş ve kendince notlar almıştı. Fakat bu notlar, dünyayı sınıflar mücadelesi çerçevesinden okuyan bir aydının notları olduğu için değerliydi. Türk köylüsüne ilişkin şu notu almış Aralov;
“Köylülerle yaptığımız konuşmalardan Türk köyünün sınıflara ayrılma tablosu keskin çizgileriyle belirmiş oldu. Orta halli köylülerin toprakları 100 ile 200, bazen de 300 dönüm arasında oynuyor. 20 dönüm toprağı olan köylü ise tipik bir yoksul köylü… Irgatların durumu ise hepsinden kötü. Bunlar ağaların, çiftlik sahiplerinin, dini vakıfların ya da camilerin topraklarında çalışıyorlar ve ayda topu topu 3 lira alıyorlar, yiyeceklerini kendileri sağlamaktadırlar. Çobanlara ise iki çift çarık ile ayda -o da her zaman değil- 4 kilo un verilmektedir.”
Vehbi Koç’un anılarına göre o yıllarda Ankara’daki tek müslüman Türk esnaf, Vehbi Bey’in babası Koçzade Hacı Mustafa Efendi’dir. Cumhuriyet öncesine gidildiğinde, nüfusun yüzde 90’ından fazlasının köylerde yaşadığı, Türklerin de büyük oranda ırgatlık yaptığı görülür. Küçük toprak sahipliğinin yanında bir de büyük toprak sahibi olan Türkler de bulunur. Ekonomi hemen hemen tümüyle tarıma dayalıdır.
İslamcılığın tarlası büyük toprak sahipliği
Büyük toprak sahipleri 18 - 19’uncu yüzyıldan kalma iltizam sisteminden ürer. Osmanlı, vergi toplama işini mültezim adı verilen sonradan toprak ağalarına dönüşecek imtiyazlı kişilere verir. Bu kişiler, köylüden topladıkları vergiyi Osmanlı’ya iletmekle sorumludur. Osmanlı gerisine karışmaz. Köylüden ne kadar toplandı, mültezimin cebine ne kadar girdi, bilinmez. Bu sistem, 20’nci yüzyılın toprak ağalarının nasıl oluştuğuna ilişkin fikir verir.
Fakat tek toprak ağası, bu mültezimler değildir. Osmanlı, bazı büyük arazileri, dini vakıflara ya da camilere verir. Tabii, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi modern bir devlet aygıtı olmadığından bu dini vakıflar büyük oranda tarikatlardan oluşur. 19’uncu yüzyıldan itibaren bu tarikatların hakim çoğunluğu Nakşibendiliğin Halidiye kolundandır. Bugün adlarını duyduğumuz, İskenderpaşa (Hakyol), İsmailağa, Erenköy gibi islami ekoller de aynı kola tabiidir.
Aralov’un notlarına geri dönelim. Mustafa Kemal, Büyük Taarruz hazırlıklarını Aralov’a da göstermek için, 1922 yazındaki süvari kolordusu teftişine Aralov’u da götürür. Mustafa Kemal’in amacı, barış dedikodularının asılsız olduğunu, ordunun taarruza hazırlandığını Sovyet elçisine kanıtlamaktır. Teftiş gezisi kapsamında bir akşam Konya’daki bir medreseyi ziyarete giderler. Bu ziyarette, medresedeki hocalardan biri medrese öğrencilerinin askerlikten muaf tutulmasını isteyince Mustafa Kemal oldukça sinirlenir. Gerisini Aralov’dan takip edelim;
“Hoca konuşurken Mustafa Kemal’in kendini tuttuğu belli oluyordu. Ama medrese öğrencilerinin askere alınmamaları söz konusu olunca artık kendini tutamadı ve yüksek bir sesle, sertçe ‘Ne, o” dedi, “yoksa sizin için medrese Yunanlıları yenmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken halkın en iyi çocukları cephelerde dövüşür, yurt için canlarını feda ederken siz burada sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz!’
Mustafa Kemal konuştukça gözleri daha korkunç bir hal alıyordu:
‘Bu besili delikanlılarımızın askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim’”
Aralov’un da içinde olduğu heyet bu gerilimden sonra mekanı terk eder. Mustafa Kemal ve Aralov otomobilde yalnız kalırlar. Burada Mustafa Kemal, Aralov’a şunları söyler;
“Yurt topraklarının büyük bir parçası, neredeyse üçte ikisi, belki de daha çoğu vakıftır. Bu topraklar, mollaların varlık kaynaklarıdır. Bunları çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar”
Devrimci heyecan sönümlenince…
Peki Cumhuriyetten sonra esaslı bir toprak reformu yapılabilmiş midir? Cumhuriyetin ilk 30, belki de 40 yılının gündemi bu oldu. Savaştan sonra, tek parti dönemi CHP’si, köklü bir toprak reformuna girişmek istemişse de, devrimin ateşi 1930’lardan itibaren sönümlenmeye başladı. Kent eşrafı, büyük toprak sahipleri -ki bunlar da o dönemde CHP’lidir- toprak reformuna engel oldular. Ancak, söz konusu bu kent eşrafı, cumhuriyetin devrimci heyecanından hep tedirgin oldu. Türkiye sağının yaslandığı zemin bu kent eşrafı ve büyük toprak sahibi sınıf oldu.
Daha sonraları, 1960’lardan itibaren yükselen İslamcı hareket, Anadolu’daki kent eşrafına yaslanarak büyüdü. Mesela, Necmettin Erbakan TOBB başkanı olarak siyasi kariyerine başlamıştı. Aynı yıllarda Süleyman Demirel, Turgut Özal’ı Devlet Planlama Teşkilatı’na atamıştı.
1980’den sonraki Özallı yıllarda söz konusu bu kent eşrafının ideolojik yoğunluğu artmış, bu yoğunlaşma sonucu Anadolu eşrafının bir kısmı Müstakil İş Adamları Derneği (MÜSİAD) çatısı altında örgütlenmişti. MÜSİAD’ın kurucu başkanı Erol Yarar, “Amacımız dünya zenginliğinin müslümanların elinde toplanmasını sağlamaktır” diyordu. Denizli, Gaziantep, Adana, Konya, Kayseri ve Anadolu’nun diğer fason üretim merkezlerinde, hakim ideoloji de İslamcılık oldu.
Muhafazakar emekçi, İslamcı patrondur
Türkiye’nin geniş kesimleri dinine bağlıdır, bu anlamda muhafazakardır. Fakat İslamcılar, Anadolu muhafazakarlığını siyasi emelleri için kullanırken oldukça başarılı oldular. Bu haliyle, İslamcılar ile muhafazakarları ayırabilmek gerekir. İslamcılar, Denizli’de, Gaziantep’te Kayseri’de, müslüman işçiyi üç kuruşa sigortasız çalıştırıyor, bunu da dünya zenginliğini müslümanların elinde topluyoruz yalanıyla anlatıyor. Kendi dünya görüşlerine uygun AKP hükümetleri döneminde kamu ihaleleriyle palazlanıyor, kamudan aldıkları ranttan islami dernek ve vakıflara pay vererek çarkın dönmesini sağlıyor. Bu dernekler ise bu düzenin devamını sağlamak için rıza üretiyor.
İslamcılık, bir ideoloji olarak muhafazakarların zihnini manipüle edebiliyor. Bu yolla, zenginleşiyor, iktidarlarını perçinliyor, distopik bir ülke yaratıyorlar. İslamcılar dün büyük toprak sahipleriydi, bugün kamu ihaleleriyle palazlanan rantiyecilerdir. İslamcı, MÜSİAD yöneticisi, mağazalar zinciri sahibi Nureddin Nebati ise, muhafazakar, Denizli’deki konfeksiyonda çalışan 5 vakit namazlı, çocuğunu imam hatipe gönderen emekçidir. Muhafazakarla, İslamcının çıkarları ortak değildir. İslamcı zenginleşiyorsa, muhafazakar daha çok çalıştığındandır. Bu nedenle, muhafazakarla, İslamcıyı birbirinden ayırmak gerekir. Muhafazakarlık, emekçiyle, çiftçiyle beraber anılır. İslamcı ise artık tam anlamıyla patrondur. Bu nedenle muhafazakarlık sadece bir yaşam biçimini değil, sınıfsal bir zemini de gösterir. Muhafazakarlarla helalleşmek isteniyorsa, bu aynı zamanda rantiye sınıfıyla hesaplaşmayı da dayatır. İslamcıdan alıp, muhafazakara vermeyi vadeden bir politik-ekonomik program helalleşmenin olmazsa olmazıdır.