İslami Makyavelizm

Makyavelizm, amacı ulaşmak için her yolun mübâh sayılması olarak bilinir.

Önemli olan amaca ulaşmaktır.

Bunun için kullanılan yolun etik olup olmaması önemli değildir.

AK Parti iktidarının siyaset anlayışını en iyi tanımlayan kavramlardan biri İslami Makyavelizm’dir.

Kavram CHP Genel Başkan yardımcısı Prof. Dr. Fethi Açıkel’e ait. Son kitabında AK Parti için neden bu kavramı kullandığını örnekleriyle çok iyi izah ediyor.

Birkaç örneği anımsatmakta fayda var.

Milli Görüş gömleğini çıkardığını ilân ederek siyasete başlayan AK parti ilk iktidar döneminde (2002-2007) demokrat, özgürlükçü, insan hakları savunucusu ve Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyeliği en önemli hedef olarak seçmiş bir söylem kullandı. Böyle bir parti olduğuna bazı eski sosyalist yeni liberalleri de inandırdı ve onların da desteğini aldı.

Onlar da Türkiye’ye gerçek demokrasiyi AK Parti’nin getireceğine inandılar. Askeri vesayeti kaldırıyoruz diye Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK), emniyet teşkilatında ve yüksek yargıda yaptıkları operasyonları da desteklediler.

Bu kurumlara operasyon yaparken devletin laik niteliğini yavaş yavaş yok ettikleri üzerinde çok durulmadı.

2009 yılında iktidarın silahı bırakmamış PKK terör örgütüyle masaya oturması, açılım veya çözüm süreci olarak sunuldu. Bu sunuş yapılırken Başbakan Tayyip Erdoğan, her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldığını da açıkladı. Bu politikanın doğru olduğuna kamuoyunun büyük kısmını ikna etti.

Uzun süre bu politikayı savundu ama 7 Haziran 2015 seçimlerinden tek başına iktidar olacak çoğunluğa ulaşamadığını görünce 180 derece politika değiştirerek MHP Lideri Devlet Bahçeli’den bile daha iddialı milliyetçi oldu. Çözüm sürecini yürüttüğü HDP öncülü partiyle işbirliğini terk etti, MHP’yle ortaklık kurdu. O güne kadar izlediği çözüm süreci politikanın karşısına dikildi. Sanki bu politikayı başka bir parti izlemiş gibi CHP’yi suçlamaya başladı. Terör olaylarında büyük artış görüldü. Üç ay sonra yapılan Kasım seçimlerinden tek başına iktidar olarak çıkmayı başardı.

En büyük hedefinin Türkiye’yi AB’ye tam üye yapmak olduğunu her fırsatta dile getiren AK Parti gitmiş yerine AB karşıtı bir AK parti gelmişti. Bu politika değişikliğinin doğru olduğuna da halkı yine ikna etmişti.

2007-2008 yıllarında FETÖ’cü savcı ve yargıçlarla başlattığı Ergenekon, Askeri Casusluk ve 2009 yılındaki Balyoz davalarıyla TSK’nın komuta kadrolarını değiştirdi. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “terörist” ilân edilip cezaevine gönderilmesini seyretti.

Bu davalarla TSK’dan tasfiye ettiği Atatürkçü komutanlar yerine FETÖ’cü subayları terfi ettirip komutanlıklara atadı. Onlar da 15 Temmuz 2016 tarihinde kanlı bir darbe girişiminde bulundular. Bu girişim büyük ölçüde orduda kalmış Atatürkçü komutanlar ve halkın direnciyle önlendi. O günü kadar Fetullah Gülen’i ve cemaatini yere göğe sığdıramayan, uğruna gözyaşı döken, devlet dairelerini cemaat mensuplarıyla dolduran iktidar, 15 Temmuz’dan sonra en sert Gülen ve FETÖ karşıtı oldu. Darbe girişiminden önce Gülen cemaatinin dini en doğru yorumlayan cemaat olduğuna halkı inandıran iktidar, darbeden sonra halkı bunun tam tersine de inandırmayı başardı.

Yola demokratik, laik AB üyesi ülkelerden biri olarak çıkar AK Parti süreç içinde laiklik ilkesini fiilen rafa kaldırdığı gibi bir tarikatlar koalisyonuna dönüştü.

Bakanlıklar ve diğer kamu kurumları tarikatlar arasında paylaştırıldı. Bakanlıklarda hangi tarikatın hakimse, o bakanlık o tarikatla anılmaya başladılar.

Bugün iktidarın en çok itibar ettiği isimler yine tarikat liderleri.

Tarikatların büyük çoğunluğunun ortak hedefi Atatürk’ü tarihe gömmek ve laik devlet yerine bir din devleti kurmak.

Bu yönde önemli mesafe aldıkları da bir gerçek.

15 Temmuz darbe girişiminin bastırılmasından sonra “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı altında MHP’nin desteğiyle bütün yetkilerin cumhurbaşkanlığında toplandığı baskıcı bir rejim kuran iktidar muhalif aydınları ve özgür gazetecilik yapmaya çalışan yayın organlarını para cezalarıyla, anayasaya aykırı yayın yasaklarıyla susturmaya çalışıyor. Sürekli tehdit altında tutuyor.

Muhalefet partileri 14 ve 28 Mayıs seçimlerinde bu girişi değiştirecek başarı gösteremediler, seçimi kaybettiler.

Ancak bu seçimi kaybetmiş olmak demokratik mücadeleden, Türkiye’de yeniden demokratik, laik, hukuk devletini inşa etmek amacından vazgeçmek anlamına gelmemeli.

Muhalefet İslami Makyavelizm’le mücadele etmenin zorluğu unutulmadan demokratik mücadeleye daha güçlü şekilde devam etmeli.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fikret Bila Arşivi