Başrolünde tilki olan bir dostluk masalı
Haber: Aslı Delikara
Bir yabani hayvanı doğada ya da kendi isteğiyle inmişse şehirde görmek hayvanseverler için büyük şans. Tilkilerle ilk karşılaşmam Londra sokaklarında oldu. Şehir tilkisi dedikleri tilkiler, geceleri şehre inip yiyecek araştırıyormuş. Bir gece de ben denk geldim, kurabiye verip, saklanıp bekledim, yemedi. Görkemli bir kuyruk, cingöz bakışlar, hokka gibi bir burun. O gün “şunu tutup seviversem” diye ne kadar içten dilediysem, yıllar sonra dileğim gerçek oldu.
Geçtiğimiz ay haberlere bakarken kucakta bir tilki gördüm. Adı Pamuk’muş, Tokat’ta dağda bulunmuş. Annesi yok, bulan aile kışın biberonlarla, sarıp sarmalayıp büyütmüş. Hayvan doğaya salınmış ama her gün aileyi ziyarete geliyormuş. Tilkileri sevdiğim için gidip de bir sevsem şunu diye aklımdan geçirmemle tilkiyi bulanları google’lamam bir oldu. Şans bu ya bulan kişi köy muhtarı olduğundan muhtarlık telefonundan direk karşıma çıktı. Dosdoğru anlattım; “Rıza Bey (Aktürk) İstanbul’dan arıyorum. Ben hayvanları çok seviyorum. Sizin tilki gelip gidiyorsa köye gelip görebilir miyim?”
Türkiye’nin en ünlü tilkisi
Rıza Bey “Tilkiyi mi görmeye geleceksiniz?” deyince “evet” dedim, “Sevdiriyormuş da öğrendim.” Aldığım cevap “Gelmişken köyde de kalırsınız, bizim misafirimiz olun.” Bu konuşmanın üzerinden bir yarım saat geçti, eşi Elif Aktürk aradı: “Pamuğu mu göreceksiniz, gelin burası sizin de eviniz. Bir arkadaşınızla gelmek isterseniz onunla gelin, yalnız kalmayın.”
Pamuğun köyü Tokat’ın Zile ilçesine bağlı Üçkaya Köyü. Tokat’a uçak yok. En yakın havaalanı Merzifon’da. Asistanım da Tokatlı. Gel dedim sen de memleketini gör, zaten hayvan seviyorsun şansımız varsa hayatında bir de tilki görürsün.”
Rıza Beye “Haberlerden sonra benden başka soran oldu mu?” dedim, yüzlerce kişi aramış. Kimi Pamuğu satın almak istemiş, kimi kendine de tilki bulabilir mi diye sormuş, nasıl beslendi, niye kaçmadı? Evcilleşti mi? soran sorana…
“Siz tilkiyi almak için değil, sevmek için geldiniz”
Uçakla da gitsek, havaalanından Merzifon merkeze, oradan Zile’ye, Zile’den köye uzun bir yolculuk oldu. Dönüşte 12 saat otobüs yolculuğu olacak İstanbul’a. Ankara’ya uçakla gidip gelirim, burada hiç düşünmedim bile, yol gözümde büyümedi. Ama durum bir muamma tabii. Onlar hiç tanımadıkları birini misafir diye eve alıyor, biz de iki kadın tilki sevmeye İstanbul’dan dağ köyüne gidiyoruz. Dışarıdan bakınca çok tuhaf görünse de dağda bulduğu annesiz hayvanı “Artık kurt çakal neyse ne, bırakalım da ölsün mü” diye bebek gibi biberonla büyüten, eşinin de arayıp bizi davet ettiği çok candan konuşan, iyilikleri seslerinden bile belli olan insanlardan çekinmedim. Onlar da “Çok arayan soran oldu, size kanımız kaynadı. Siz hayvanı almak değil sevmeye gelmek istediniz” dedi. Böyle bir güven ilişkisi kurmak günümüzde ne büyük bir lüks.
Zile’de bizi Rıza Bey karşıladı, onun aracıyla köye gittik. Yolda Tokat yazması almaya girdiğimiz dükkanda geleneksel cem kıyafetlerinin birkaç parçasını bana giydirdiler, dükkan sahibesi Fındık Hanım’la fotoğraf çekildik. Tamam dedik, güzel geçecek Tokat’ta zaman, belli.. Köye varana dek hikayeyi bir de Rıza Aktürk’ten dinledik. Çok bilinçli biçimde Pamuk kendi yemeğini yiyecek kadar büyüyene kadar besleyip, ormana geri salmışlar. Ama hayvancağız ‘evini’ unutmamış, gelip gidiyor. Bu bir yaban hayvanı evcilleştirme hikayesi değil, şartlar böyle gelişmiş, evcilleşme varsa bile bunu isteyen taraf tilki.
Sorgusuz, sualsiz dostluk
Evde çok sıcak karşılandık. En hoşuma giden şey, hiç kimse yadırgamıyor; sanki köyde çok kıymetli tarihi eser varmış da onu görmeye gelmişiz. Hiç sorgulanmadan, kendimizi anlatmaya çalışmadan kabul edilmeyi o kadar özlemişiz ki eve gelen konu komşuyla divanlara yayılıp kahve falı bakmalar, inekler sağılınca taze süt içmeler, yemek tarifi vermeler… Zaman da muhabbet de akıp gitti. Ağaçlardan meyveler toplandı, mangallar yapıldı, içkiler içildi, türküler söylendi. Gece de evin üst katı bize tahsis edildi. Her türlü konforumuz yerinde, yer döşeklerinde misler gibi uyuduk.
“Bir misafirliğe gitsem / Bana temiz bir yatak yapsalar / Her şeyi, adımı bile unutup / Uyusam…” şiiri (Melih Cevdet Anday) bence tam olarak böyle bir huzuru tarif ediyor. Tilkiyle ilk karşılaşmadaki bakışmamız, kalbinin küt küt atışı neyse, bu huzurlu uyku da böyle unutulmaz benim için; bir ay dinlenmiş gibi kalktık.
Ve Pamuk Bey gelir
Pamuk bey öğleden sonra geldi nihayet. Hareketli, sevimli, çok oyuncu. Bir köpeğin coşkusuna, kedigillerin güzelliğine sahip. Güzel gözleri, sürmeleriyle insan gibi bakıyor. Zaten hayvanları çok seviyorum, içim gitti. Doya doya sevdim, oynadım. Pamuğun derdi ısırıp kaçsın, tekrar ısırsın. Terlik, kablo ne bulduysa da kaçırıp saklasın. Güçlü, sivri dişlere rağmen, ısırırken can yakmayacağı ayarı biliyor. Evcil bir hayvan değil ki o, ormandan gelmiş bir tilki! Sevginin bambaşka bir dili var işte... Onu büyüdüğü evde öğrenmiş besbelli.
Yaban hayvanlarını beslemek doğru mu?
Bu hayvanları karga, atmaca, tilki ne olursa olsun yaşam alanından koparmak, evcilleştirmek, insanlara bağımlı hale getirmek yanlış. Zoologlar bunun altını ısrarla çiziyor. Bu hayvanların doğal ortamlarında yaşaması, üremesi kendi besin çemberini oluşturması gerek. Üstelik onları öldürmeyen ama insana zararlı başta kuduz gibi birçok hastalık da taşıyabiliyorlar. Daha saldırganlar ve evcilleşmeye de uygun değiller. Pamuk, Aktürk ailesi tarafından bulunup beslenmese belli ki ölecekti. Doğal ortamına salındığı halde çıkıp çıkıp geri gelmesi onun seçimi. Aile kıyamayıp beslemese belki ziyaretleri kesecek ama kıyamıyorlar. Laf arasında arada bit şampuanıyla da yıkadıklarını söylediler. (Biz kediyi yıkayamıyoruz leş gibi de olsa, tilkiyi nasıl ikna ettilerse artık☺)
“Eş bulursa, geline de bakacağız artık”
“Ormanda yaşıyor, eş bulursa kendiliğinden gider gelmez artık” diyorlar. Peki ya bir eş bulur ve onu da alır gelirse? “Geline de bakacağız artık” cevabı alıyorum. Keyif için güzelim hayvanların vurulduğu, peş peşe av ihalelerinin açıldığı ortamda bu insanlar iyiliğin, merhametin timsali gibi öylece kalmışlar. Arada telefonlaşıyoruz, Pamuğa bizden sonra kuduz aşısı da yaptırmışlar.
Tüm köylü sahiplenmiş
İki gün konuk olduğumuz evden misafir hiç eksik olmuyor. Gelen giden Pamuğu soruyor. Herkese videolar gösteriliyor, ilk gelenlere bulunma hikayesi anlatılıyor. Durup durup “O da bir tanrı misafiri, evin uğuru” diyorlar. Pamuk ev sahiplerinin köpekleriyle aynı kaptan yiyor, ineklerle oynuyor ama eve sokmak istemiyorlar, çünkü beyefendi sanki başka tilkiler gelecek de alan kavgası çıkacak gibi çiş yapıp evin dört bir yanını kendi mekanı olarak işaretlemiş.
Tilkinin kültürde yeri varmış
Üçkaya bir Alevi köyü. Ben Sünni kökenli bir aileden geldiğim için fazla inanç sorusu sorup tedirgin etmek istemedim. Gitmeden Tokat Alevileri üzerine okuma yaptım; evliyaların tilki kılığında gezdiğine inandıkları, tilki öldürmenin yasak olduğu, görüldüğü yere uğur getirdiğine inanıldığını öğrendim. Sivas’ta da bazı özel törenlerde tilki kılığına girilirmiş. Pamuk bundan dolayı maskot kabul edilmiş, sevilmiş olabilir. Muhtarın evi belki de bu yüzden bu kadar çok ziyaret ediliyor, kim bilir? Mitolojideki yerini bilemem ama insanlara güvenin, inancın yerle bir olduğu böyle bir zamanda bizleri buluşturduğu için Pamuk’ta bir hikmet olduğuna ben canı gönülden inanıyorum.