Kıvamını tutturamadığınız her yemeği sırf doymak için yerseniz midenizi bozarsınız

Kıvamını tutturamadığınız her yemeği sırf doymak için yerseniz midenizi bozarsınız
Yazar Seyfettin Araç, ilk romanı ‘Sevgili Yalnızlık’tan monodiyalog yöntemini kullanıyor. Aşk, sadakat, tanrı, yalnızlık ve insanlığın türlü hallerinin sorgulandığı bu iki kişilik sohbeti izlerken siz de o sorgu odasına gireceksiniz.

Ada Özkan

- En başa gidelim istiyorum. Ruhunuzun pencerelerini açmaya karar verdiğiniz anı anlatın lütfen...
Soğuk bir kış sabahıydı ve bir roman okuyordum, okumak için erken bir saatti ve çok sevdiğim bir arkadaşım aradı. Amerika’da yaşadığı ve pandemi başladığı için zamanın pek de önemi olmadığı bir zamandı diyebilirim. Ben elimdeki kitabı eleştirmeye başlayınca peki eleştirmek yerine çekmecelere gizlediğin romanlarını tamamlayıp yayımlasan, biraz da biz senin romanlarını eleştirsek nasıl olur dedi. İşte o an hayatımın dönüm noktalarından biri oldu. Belki bu virüs yüzünden ölecektim ve yarattığım karakterler, var ettiğim olaylar, hikayeler hepsi çekmecelerde kalacaktı. Korkmaya başladım. İz bırakmadan, yarattığım hayali karakterleri gerçek karakterlerle tanıştırmadan yok olup gidecektim. Bu çok korkunçtu. Yazmaya, daha çok yazmaya ve artık kitaplarımı yayımlamaya o an karar verdim. Serüven böyle başladı.

- Okul çıkışlarında arkadaşlarından uzaklaşıp kütüphaneye sığınan biri olduğunuzu söylüyorsunuz kitabın ‘son söz’ünde... Orada bir cümle dikkatimi çekiyor... Yaşadığım zamanı, hapsolduğum hayatı unutmak başlı başına bir düştü... Yaşadığınız zamanla, hayatınızla belki... nasıl bir derdiniz var?

Yaşadığım zamanla ya da hayatla bir derdim olmadı. Köyde doğan bir çocuğun sınırsız özgürlüğünü tattım, yaşadım. Tarihe ve bitmeye yüz tutmuş bir çok geleneğe tanıklık ettim. Köylerde gezinen, köy köy dolaşan son dengbej’leri dinledim, köy yollarında görünen seyyar satıcılardan lokumlar dondurmalar aldım yedim, babaannemin masallarıyla büyüdüm, yatılı okulda okudum, kuzenlerim ilk arkadaşlarımdı mesela onlarla hayatın her alanını paylaştım. Ama köyden çıkmak ve şehre taşınmak zorunda olduğumuz doksanlı yılların ortalarına doğru ortaokulda belki de yabancılık çektiğim belki de okuduğum romanlar yüzünden gerçek hayata adapte olmakta sıkıntılar yaşadım. Köyde uçsuz bucaksız bağlarda, bahçelerde, ovalarda, kırlarda büyüyen bir çocuğu bir apartman dairesine hapsetmek, beni inanılmaz zorlamıştı. Çıkışı ve mutluluğu roman kahramanlarında buldum. Raskalnikov’la iyi arkadaştık mesela ama İnce Memed de vardı hep yanımda. Sonra arkadaşlarım gerçek hayatta azalmaya hayal aleminde çoğalmaya başladı.

- Sizin yazarlık tasanız kendi derdinizle mi toplumun derdiyle mi başladı?

İlk önce kendi derdimle başladı. Bencilce istekler ve yalnızlık, babamın her gün başka başka kentlerde olması, yanımızda olmaması beni çocukça, bencilce isteklere yöneltti. Ayrıca 13-14 yaşında bir yeni yetme için bencilce istekler çok kutsal bence. Yazarlık tasam daha sonra toplumun derdini anlatma isteğine dönüştü. İnsanlar neler yaşıyorlar, neler çekiyorlar anlatmak istedim. Anlamayanlara anlatmak en büyük idealim oldu. Yazmaya başladığım romanlarda toplumun derdini kelimelere cümlelere dökmek çok mutlu etmeye başladı. En nihayetinde bu toplumun bir ferdiydim ve anlatmak istediğim herşey aslında en önce benim de derdimdi. Amatör ruhun en güzel yanı sorgusuz sualsiz savaş isteği diyelim.

-“Roman kahramanlarım gerçek hayattaki insanlardan daha mükemmel” diyorsunuz. Bize ‘Sevgili Yalnızlık’ın Likos ve Tidu’sunun mükemmelliğini anlatır mısınız? Onların biz ‘ölümlülerden’ ayırıp bir roman kahramanı olarak ölümsüzleştirdiğiniz özellikleri neler?

Kesinlikle öyle. Gerçek hayatta bir Likos bulamazsınız, böyle tutkuyla, aşkla, kusursuz denilecek kıvamda seven bir adam bulmak neredeyse imkansız. Tidu’nun mükemmelik noktası Likos ile Likos’un iflah olmaz aşkı ile başlıyor. Bu iki kurgu karakterin bu noktaya geleceğini çok düşünmüyordum ama karakterler beni esir almaya başladıktan sonra onların bu muazzam farklı duruşlarına bayıldım. Gerçek hayatta böyle insanlar yok diye de üzüldüm. Yazarken bazı kararlar vermekte çok zorlandım çünkü Likos ve Tidu her an yanımdaydılar. Hayatı, insanları, geçmişi, olan biteni ve geleceği masaya yatırıyorlar. Konuşuyorlar. Uzun uzun konuşuyorlar. Biz ölümlüler konuşmayı unuttuk en büyük farkımız da bu belki de.

whatsapp-image-2021-09-04-at-12-05-37.jpeg

- Herkes klasik mutluluğun peşinde mi gidiyor? Klasik olmayan mutluluk nedir?

Klasik olmayan mutluluk; karşılık beklenilmeyen mutluluk aslında. Kalbinizin güzelliği size mutluluk getirir işte bu klasik mutluluktan uzak. Parayla, makamla gelen mutlulukların dışında bir mutluluk. Herkes kazanmadan ona bahşedilen mutlulukla mutlu olabilir ama kendi kazanımlarınızla elde ettiğiniz, uğruna savaştığınız, kahrolduğunuz ama sonunda bir neticeye vardığınız ve karşılıksız sahiplendiğiniz her olay her an size mutluluğun en saf halini bahşedecektir.

- Likos diyor ki “Kadınlar nerede bir it, nerede bir serseri tip var Stockholm sendromu gibi onun peşinde rezil rüsva oluyor.” Likos’a “Haksızsın” diyemeyeceğim... ‘İyi’ olmanın hükmü kalmadığını mı düşünüyorsunuz siz de Likos gibi...

Sizce bir hükmü kaldı mı? İyi olmak artık bir meziyet sayılıyor bu coğrafyada. Filanca adam iyi falanca kadın iyi diye diye övünüyorlar iyi ama övünülecek ne var bunda? İyi olmak neden övünülecek bir duruma dönüştü. İklim iyiye gitmediği için kadınlar da maalesef kendilerine iyi davranan, kibar, saygılı adamlar yerine nerede saygısız ve kaba biri var onun peşinden  koşuyorlar. Acı çekmeye gönüllülük psikolojik bir durum bence ama ülkemizde bu durum psikolojiyi geçip sosyolojik bir duruma evrildi ne yazık ki. Küfür eden, sert davranan hatta abartılı bir halde döven erkek baştacı ediliyor ve adına aşk deniliyor. Aşk bu değil biraz bunu anlatmak istedim kitapta. Aşk sizin anlattığınız kıvamda olmaz. Siz kıvamını tutturamadığınız her yemeği sırf doymak için yerseniz midenizi bozarsınız. Aşk da böyle.

- Nasıl değiştireceğiz bu düzeni? Likos gibi toprağa gömüp, çekmecelere mi saklayacağız sevdiklerimizi? Delirmeden sevmek mümkün değil mi?

Düzgün insanlar seveceğiz. İyi insanlar biriktireceğiz. Misal Neşet Ertaş bu hayatta en sevdiğim sanatçı. Çok sevdiğim bir sözü var; ‘şahsınıza karşı haddi aşan hududu geçen küstahlaşanları altın olsa kesenizde bal olsa kasenizde tutmayın’ der. Ben öyle yapıyorum. Bırakın bana acı çektirenleri bana saygısızlık yapanları dahi hayatımda tutmam. Belki de o yüzden hayatımda güzel insanlar var. Kalbi ruhu duruşu güzel insanlar. Buna aşk da dahil. Hatta en önce aşk. Delirmeden sevebilir miyiz işte o konuda insanlar değişkenlik gösteriyor. Aklı başında sevmek lazım. Öyle sevmek lazım ki sevdiğiniz insanı size veren yaratan ve sevildiğiniz her an için şükretmek lazım.

- Bazı dertleriniz var, doğru mu okuyorum... Mesela sadakatle ilgili derdiniz var, mesela yatılı okulla ilgili de derdiniz var?

Sadakatle ilgili dertlerin kaynağı yaşadığımız çağa ayak uyduramamak diyebilirim. Alışamadım hala ve alışmayacağım da; bir insan neden yalan söyler anlamam. Neden kandırır karşındakini anlamam. Sebep ne? Gerekçe ne? Sevmiyorsan uzaklaşırsın, seviyorsan başkasını hayal etmezsin. Sadece ikili ilişki veya aşk için değil bu sözüm. İş için de aile için de dostluk arkadaşlık için de aynı düşüncedeyim. Yatılı okulla derdime gelirsek evet orayla bir derdim var. Koca beş senemi bir yatılı okulda geçirdim. Çok güzel günler yaşadım ve okuyucular bu farklı alemi benim gözümden görsünler istedim.

- Ve sanırım en çok kullandığınız söz ‘düşsel zamanlar’... Düşsel zamanları tarif edin lütfen...

Düşsel zamanlar; bu yaşadığımız anın çok uzağında hayal ettiğim ve yaşamak istediğim zamanların ortak adı. Yazmak istediğim zamanlarda sığındığım zamanın ortak adı. Canım yandığında varmak istediğim zamanın ortak adı. Düşsel zamanlar; bir zaman ve bir mekan aslında. Ben hep orada yaşamak istiyorum. Bana özel bir ayrıcalık tanınsın ve seçeceğim kişilerle o zamanda bir yaşam var etmek için bana bir hak tanınsın istiyorum. Bu konuda birkaç kitap daha kurguluyorum. Bakalım hayat bize gerçek zamanlarda ne yaşatacak ve ben düşsel zamanlara neler aktaracağım sonra.

- İçinden gerçek insanlar geçen bir roman bu. Cesare Pavese,. Tezer Özlü, Yaşar Kemal... Seyfettin Araç’ın bu kişilerle ilişkisini merak ettim...

Hayal dünyamı yaratan gerçek insanları seviyorum, hepsinin ruhumda kalbimde yeri ayrı. Yaşar Kemal okuyup edebiyata aşık olan bir insanım mesela. Tezer Özlü okuyup kadınları tanıyan bir insanım. Cesare Pavese ise başka bir derya başka bir alem. Romanımda geçen yazarların şairlerin hepsinin sevgilisi Likos aslında. Ben sadece ev sahibiyim. İyi bir ev sahibi olmak için çabaladım diyebilirim.

- Biraz da türden bahsedelim. Monodiyalog türünde ilk roman diyorsunuz... Ben bu kitabı okurken hep şöyle bir karenin içindeydim. Bir kadın ve erkek bir koltukta oturuyor ve durmadan konuşuyor. Keşke bir tiyatro sahnesinde bu kadar uzun bir konuşmayı izleseydik diye düşündüm... Bir yazarın iki kişiyi bu kadar derinlikli bir diyalog içine sokması zor mu? Zorlandınız mı?

Monodiyalog türde bir ilk diyorum evet çünkü tek başına monodiyalog başka roman olmadığı düşüncesindeyim ve bu türü yazmaya karar verdiğimde ana hikaye zaten omurgası itibariyle bir tiyatro oyunuydu. Hayallerimden biri de bu aslında; uzun soluklu bir tiyatro oyununa evrilmesi Sevgili Yalnızlık’ın. Oturuyorlar ve karşılıklı konuşuyorlar evet. Ve inanılmaz zorlandım bu konuda. Günlerce yazamadığım tıkandığım oldu ama uykuyla uyanıklık arasında Likos’un gelip; hadi kalk beni biraz daha yaz demesi gerekiyordu ve öyle de oldu. Bazı yerlerde ben mi Likos’u yazdım Likos mu beni yazdı çözemedim. Yazarlık kariyerimin ilk romanı ama bana çok şey öğreten değeri de oldu. Yazmanın ve roman kahramanı ile yaşamanın en derin halini yaşadım. Derinliklerde boğulduğum zaman da beni Tidu gelip çıkardı o kuyudan. Erkeğin ve kadının en zor hallerini yazmak kendimi zorlamanın ilk kuralıydı benim için.

- ‘Sevgili Yalnızlık’ta bazı kelimeleri yasaklamışsınız. Elbette okurun keyfini kaçıracak değilim, hangileri olduğunu söylemeyeceğim. Ama bir yazar kelimeleri neden yasaklar ki

Bir yazar kendine ve romandaki karakterlerine meydan okumak istiyorsa kelimeleri de yasaklar, farklı farklı yollar da dener. Yenilikçi bir roman yazmak, farklı şeyler denemek, ilk olmak istediğim için bu yolu seçtim diyelim. Yasaklı kelimelerin eş seslilerini benzerlerini kullandım ve bu yazma tekniğim açısından bana çok şey kattı. İnanılmaz güzel bir deneyim diyebilirim benim için

- Yeni kitap yolda mı? Kopya isteyelim mi?

Yeni kitap bitti ve yeni yılda tüm kitapçılarda olacak. Çok inandığım çok güvendiğim farklı bir romanla okurla buluşacağım için çok heyecanlıyım. 4 karakterim var romanda ve bu 4 çocukla seksenli yıllarda Doğu’dayız. Aileler ve çocukların birbirine değen hayatları, beklentileri, hayal kırıklıkları, geçmişleri ve yarınları. Bazı romanlar için romancılar hayatımın kitabı tabirini kullanıyorlar sanırım benim için de bu roman öyle olacak.