Siyaset Bilimciler Meydanların Nabzını Tuttu: Seçmen Hangi Lideri İstiyor?
Yaklaşan 14 Mayıs seçimlerinin heyecanı giderek yükselirken gözler miting alanlarına çevrildi. Bir güç gösterisine dönüşen meydanlarda iktidar ve muhalefetin kitlesinde belirgin farklılıklar var. Tüm devlet imkânlarını seferber eden Cumhur İttifakı ortakları Erdoğan ve Bahçeli’nin mitinglerinde kitlenin bezgin, karamsar ve heyecansız olduğu görülüyor. Bakanların dahil olduğu buluşmalarda ise katılımın daha da ciddi oranda azaldığına şahit olduk. Belediye personelinin katılması zorunlu koşulan mitingler haber konusu olurken camilerde oy istenmesi, cemaatin de tepkisini çekiyor.
BirGün'den Mehmet Emin Kurnaz'ın haberine göre Millet İttifakı’nın mitinglerinde ise tam tersi bir hava esiyor. Uşak, Kayseri, İzmir, Balıkesir, Zonguldak gibi illerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanı sıra İBB Başkanı İmamoğlu ve ABB Başkanı Mansur Yavaş’ın katıldığı mitinglerde büyük kalabalıklar bir araya geldi. Coşku ve heyecanı yüksek bir atmosfer ortaya çıktı. Değişime olan inanç derinleşirken meydanlardaki moral üstünlüğü de muhalefete geçti. Erdoğan, Bahçeli ve bakanların kullandığı dil kitlenin uzun süredir duymaktan yorulduğu ayrıştırıcı, düşmanlaştırıcı bir strateji üzerine oturuyor. Muhalefet ise daha kapsayıcı, birleştirici, sorunların çözümüne odaklanan pozitif üslubuyla etki alanını genişletiyor.
Kitlede Bezginlik Hali Söz Konusu
Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz gözlemlerini, “Ben özellikle muhalefetin mitinglerine katılanların yüzlerine dikkat ediyorum. Kemal Bey'e bakarken insanların yüzünde sevgi ve umudu görüyorum. Kendilerinden biri olduğunu düşünüyorlar. Ama Erdoğan'a bakarken insanlarda korku, geri çekilme görüyorum. AKP mitingine ne kadar istekle gelmişler? Getirilmişler mi? Onu da bilemiyorum ama genel olarak hakikaten bir bezgin bakış var” şeklinde aktardı.
Çok uzun süren iktidarların yorulacağına dikkat çeken Boyunsuz, “Bu demokraside çok olağan bir şey değildir, biz de zaten demokratik bir yönetim değiliz. Meydanlara bakarsak bir değişim isteği çok net. Bu sadece ekonomik sıkıntılarla ilgili bir şey de değil. Özgürlük ve adalet talebi de var. Çok ciddi bir ekonomik kriz de var. Ve tabii buna eşlik eden büyük bir adaletsizlik ve gelir eşitsizliği durumu var. Bu aslında Türkiye'de döngüsel olarak karşımıza çıkan bir şey. 1947’de büyük bir enflasyonist ekonomik kriz ve onu takip eden bir değişim süreci. 1957 yine büyük bir enflasyonist ekonomik kriz ve onu takip eden değişim isteği. Bana o dönemleri hatırlatıyor. Bunlar hep otoriter rejimler. Değişim talebi açısından benzer dönemler” ifadelerini kullandı.
Kendi Ayağına Sıkan Strateji
İktidarın tercih ettiği dilin kendisini zor duruma düşürdüğüne dikkat çeken Boyunsuz değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Cumhurbaşkanı dediğiniz kişi, vatandaşın devletle olan aidiyet duygusunu inşa edecek söylemi üretir. Dolayısıyla o daha partiler üstü daha herkese açık olmak zorundadır. Fakat Sayın Erdoğan bir makbul vatandaş prototipi yarattı. Kendi partisine dahil olan kendi çevresine dahil olan insanları tarifledi. Buna karşı çıkanlar muhafazakar çizgiye yakın olsa bile öbür tarafa itildi. Yani ‘ya bendensin ya düşmansın’ denildi. Türkiye'de onların hesabına göre yüzde altmış bir sağ seçmen var. ‘Biz bunları bu kutuplaşma diliyle bir araya getiririz ve sonsuza kadar iktidarda kalırız’ düşüncesiydi bu. Ve tabii kamu kaynaklarını da kullanırız, devlet kaynaklarıyla bunları besleriz. Geri kalanını da devlet kaynaklarıyla ve gücüyle bastırır, sindirir, korkuturuz ve iktidarımızı sabitleriz’ düşüncesi var. Ama yaşanan krizler tam tersi muhalefetteki yüzde 60’ı, 65’i bir araya getirmeye başladı. Şu anda AKP için çok yanlış bir strateji bu.”
İktidarın 21 yılın ardından seçmene anlatabileceği yeni bir hikâye üretmekte zorlandığına dikkat çeken siyaset bilimci Özgün Emre Koç ise, “Seçmen ekonomik sıkıntılarla, gelecek endişesiyle, güvenlik ve belirsizlik kaygısıyla boğuşuyor. Saray bu sorunlara yanıt verebilme kapasitesini yitirmiş durumda. Bu aynı zamanda bir tercih. Ekonomik pasta küçülürken Saray sermaye sahiplerini kollamayı tercih ediyor. Alt ve orta sınıflar görülmemiş biçimde yoksullaşıyor. Dolayısıyla ortaya çıkan memnuniyetsizliği ve enerjiyi başka yönlere kanalize ederek soğurması gerekiyor. Bu amaçla savunma sanayii omurgası üzerine inşa etmeye çalıştığı dış güçlerle ve terörle mücadele anlatısını öne çıkarıyor” dedi.
“Olağanüstü, yer yer hayali düşmanlara karşı savaşarak iktidara gelme veya iktidarını koruma çabası Erdoğan’ın değişmeyen iletişim şablonu” değerlendirmesini yapan Koç, “2023 seçiminde de aynı şablon başka içeriklerle tekrar ediyor. Oylarını artırmayı başaramadı, dağılmayı engellemeye çalışıyor. Muhalefetle kendisinin zayıf olduğu ekonomi, adalet, liyakatsizlik, yolsuzluk gibi başlıklarda değil, savunma sanayii zemininde çatışmaya girmek istiyor. Zira Kılıçdaroğlu’nun Atatürk Havalimanı’nı Havacılık ve Uzay Çalışmaları Merkezi yapma projesine karşı Haluk ve Serhat Bayraktar kardeşler üzerinden taarruza geçerek güçlü olduğu zeminde savaşma isteğini aşikâr etmiş oldu. Tüm bunların toplamına baktığımızda iktidarda bir sıkışmışlık ve içine girdiği açmazdan kurtulamama hali daha belirgin oluyor. Seçmen ekonomik yıpranmışlığın da etkisiyle umdukları heyecanı sergilemiyor” değerlendirmesini yaptı.
Değişime Olan İnanç Giderek Güçleniyor
Öte yandan muhalefetin yeni bir sayfa açma, yeni bir toplumsal mutabakat ve barış ortamı sağlayarak ortak gelecek yaratabilme umudunun Erdoğan’dan yılmış kitlelere taşıma konusunda daha başarılı olduğunu vurgulayan Koç, değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Toplumun belli bir kesiminde muazzam bir Erdoğan karşıtı enerji birikmiş durumda zaten. Buna Millet İttifakı stratejisiyle toplumun farklı kesimlerinden, daha önce Erdoğan’ı desteklemiş olanlardan da önemli bir kesim dahil edildi. Yani muhalefet, değiştirme ve daha iyi bir gelecek kurma umudunu seçmene önemli ölçüde aktarabildi.”
Kılıçdaroğlu’nun ortak adaylığı etrafındaki birleşimin seçim yaklaştıkça genişlediğini ve iktidarın değişebileceğine olan inancın da giderek kuvvetlendiğinin altını çizen koç sözleri şöyle tamamladı: “Millet İttifakı ve ortak aday Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini beyan eden Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güç Birliği, farklı toplum kesimlerini ve mücadele hatlarını harekete geçirebiliyor. Kazanma ihtimali belirginleştikçe muhalefet hem kararsızları kendine çekiyor hem de daha istekli hale geliyor. Böyle geniş bir ‘Erdoğan olmasın partisi’ni bir araya getirmek ve ortak bir demokratikleşme, hukuk devletine dönme hedefi etrafında harekete geçirmek de birleştirici, kapsayıcı, barıştırıcı bir dili kullanmayı gerekli kılıyor. Geçmiş husumetler ve tartışmalar askıya alınıyor, bazısı tamamen toprağa gömülüyor. Siyasetin seçmenin basit bir temsilini değil, onun dönüştürülmesini kapsadığını akılda tutmak gerekiyor.”