Geçen cumartesi günü Emek ve Demokrasi İttifakı deklarasyonunu Haliç Kongre Merkezi'nde büyük halk katılımıyla açıkladı. HDP öncülüğündeki ittifakta Emekçi Hareket Partisi (EHP), Emek Partisi (EMEP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Toplumsal Özgürlük Partisi'nin (TÖP) yer alıyor.
Deklarasyonun ardından ilk kez TİP Genel Başkanı Erkan Baş, bugün Halk TV ekranlarında İsmail Küçükkaya ile Yeni Bir Sabah programının konuğu oldu ve ittifaka dair açıklamalarda bulundu.
İsmail Küçükkaya'nın soruları ve Erkan Baş'ın verdiği yanıtlar şu şekilde:
Haftasonu çok gündemdeydiniz. Cumartesi günü ne yaptınız?
Emek ve Özgürlük İttifakı'nı resmen ilan etmiş olduk. Takip eden kamuoyu biliyor çok uzun süredir Türkiye'de iki ittifaktan ibaret bir siyaset anlayışı var. Biz ise Türkiye'nin bir an önce Saray rejimi olarak adlandırdığımız, Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı'nda somutlanan, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi diye adlandırılmak istenen ama halk arasında aslında ucube sistem diye anılan bu sistemden bir an önce kurtulmak gerektiğini düşünen ama mevcut muhalefetle bu konuda yeterli görmeyen, belki daha doğrusu aslında kendisine o muhalefet içinde yer bulamayan milyonlarca insanın beklentisi olarak değerlendiriyoruz.
Çok fazla halk toplantısı gerçekleştirdik ve halkla tartıştık. Ne yapmamız gerek diye. Orada bu ihtiyaç kendisini belirgin şekilde hissettiriyordu. İnsanlar diyor ki 'bir an önce bu ucube sistemden kurtulmamız gerekiyor.' Ama bir ekleri var. Bakın; 'Türkiye, Tayyip Erdoğan'dan, Saray rejiminden kurtulsun' Bence bu talep bugün yüzde 70'lere ulaşmış durumda. Biz de bu talebin parçasıyız, bu heyecana ortağız ve bunun gerçekleşmesi için ne gerekiyorsa yapmak gerekir diyoruz.
Fakat bir sorun daha var. 'Hayal edelim' de burada başlıyor. Tamam diyelim ki biz Tayyip Erdoğan iktidarına son verdik bu cumhurbaşkanlığı sistemi de ortadan kaldırıldı. Yeniden parlamenter sisteme döndük. Fakat en azından diyelim şu 20 yılda bu ülkenin yaşadığı büyük yıkımı telafi etmek gibi bir derdimiz var. Bu; devlet içerisinde devletin aslında bir kadrolaşma arpalığı haline gelmesinden, yolsuzlukların, hırsızlıkların Türkiye'de çok yaygınlaşmasından başlayarak ama maalesef toplumsal alanın tümünü de deyim yerindeyse çürütme girişimiydi.
Bu 'hayal edelim'in de esprisi şu; biliyorsunuz ben üniversitede çalışıyordum. Şükürler olsun bu iktidarın ilk üniversiteden kovduklarından biriyim. Bunu madalya olarak taşımak gerekir. Öğrencilerimle sık sık sohbet ederdim ve bilim tarihi dersim seçmeli bir dersti ve 4. sınıf öğrencileri alırdı.
İlk konusu şuydu; hayaliniz ne? Bütün öğrencilerime bunu sorardım. Çünkü ancak hayal edersek bir geleceği inşa edebiliriz. İnsan ne kadar büyük hayallere sahipse ama samimiyse onun için çaba sarf eder.
O zaman 'hayal edelim'li bir cümle söyler misiniz?
Umutlarımızın gerçekleştiğini hayal edelim. Bu çok kritik bir şey; AKP iktidarı açısından baktığımızda birçok eleştiri yapıyoruz. Yurttaş zaten bunları yaşıyor. Ben mesela şundan sıkıldım: Ekonomi kötü, hayat pahalılığı... Zaten yaşayan insanlara bunu anlatmaya gerek yok. Fakat buradan kurtulabilecek miyiz? Ne diyorsunuz? Nasıl?
6 buçuk 7 milyon genç nüfustan bahsediliyor ya. Öğrencilerime o yüzden atıf yaptım. Üniversite 4. sınıf öğrencilerine, İTÜ öğrencilerinde şununla karşılaşıyordum ben. Hayaliniz ne? İş, eş, araba. Buydu. Öğrencilerimle de diyaloğum iyidi. Ya böyle hayal mi olur çocuklar? Diyordum. Mesela ben ortaokuldayken Gagarin olmayı hayal ediyordum. Uzaya gitmeyi hayal ediyordum. Hayal dediğiniz şey böyledir bunun için çalışmak lazım.
Bu iktidarın bana sorarsanız yarattığı en büyük yıkım, en hızlı telafi edilmesi gereken problem insanlarımızın hayal kurma gücünü elinden aldı. O kadar gündelik koşturmaca içerisinde uğraşıyoruz ki. Aslında şöyle tarif edeyim, biz belki de yaşamıyoruz. Yaşam bu değil. Yaşadığımız şey hayat değil. Ev kirası, faturalar, yol parası, günde 10 saat 12 saat çalışacaksın, kazandığın parayla da çocuğunu okutmaya çalışacaksın... Dikkat edin çalışmak için yaşıyoruz. Birileri kâr etsin diye çalışıyoruz.
Bir demokrasi mücadelesi veriyorsunuz. Ama siz aynı zamanda bir bireysiniz. Şimdi bugün 26 Eylül'de 43 yaşındaki Erkan Baş'ın hayali nedir?
Ben bireysel bir kurtuluş olduğuna inanmıyorum. Toplumsal bir kurtuluş yaşayacağız. Güzel bir ülkemiz olacak, güzel bir dünyamız olacak. Ben o güzel bir dünyaya katkı yapan bir insan olmanın iç huzuruyla... Ben canlı yayında söylemek de ne kadar doğru bilmiyorum... Ben roman yazmayı hayal ediyorum, becerebilsem. Romana çok kıymet veriyorum. İnsanı anlamanın ve insanı anlatmanın en güzel yollarından biri olduğunu düşünüyorum. Şu felaketi atlatsın bir memleket.
Esas derdim şu; ben hayatımın en güzel yıllarını... Lisedeydim Tayyip Erdoğan belediye başkanı olduğunda, AKP iktidara geldiğinde üniversitedeydim, üniversite öğrencisiydim. Bütün hayatımı mahvettiler. Bütün hayatım bu zorbalıkla mücadeleyle geçti. Şimdi diyorum ki kızım benim yaşadıklarımı yaşamasın. Geleceğe kaygıyla bakmasın umutla baksın.
En başarılılarımız bile ne yapıyor? Yarış atı gibi bir hayat yaşıyor. Reddedelim bunu, hayat böyle bir şey değil.
Bir tarafta Cumhur İttifakı var, bir tarafta Millet İttifakı var siz neden üçüncü bir ittifak kurdunuz?
Esas olarak başta gençler, kadınlar, Kürtler, Aleviler... Ama başta en genel haliyle ifade edelim Türkiye emekçileri, Türkiye yoksulları, Türkiye halkları... Şöyle bir kaygı içindeler; bu iktidardan bir an önce kurtulmak istiyorlar ama Türkiye'de hakim bir siyaset düzeni var hepimizin bildiği. Bütün partilere sirayet etmiş. Açık konuşalım bir tek adam rejimi eleştiri yapmak kolay yaşadık. Eskiden tartışıyorduk. Ne oldu? Türkiye bu hale geldi. Herkes bunun kötü olduğunu biliyor. Ama mesela siyasi partilerde de bir tek adam rejimi var. Bütün siyasi partiler için söylüyorum. Örneğin biz bir kişinin iki dudağının arasından çıkan her şeyin kanun olmasına itiraz ediyoruz. Değil mi? Ama bu 6 kişi olunca, 16 kişi olunca yeterli olacak mı?
Amacımız mümkün olduğunca sıradan insanların siyasette özne olacağı bir yeni siyasi anlayışı hayal ettik. Kararların Ankara'da genel merkezlerde değil de, mahalle toplantılarında, kantinlerde insanların tartışarak siyasete müdahil olacağı bir model gerçekleşebilir mi diye tartıştık.
Şimdi diyoruz ki; önümüzdeki yüz yıl tartışılıyor. Cumhuriyet'in ikinci yüz yılı karşı karşıya olduğumuz bir seçim değil. Biz bu seçimden sonra Türkiye'nin önümüzdeki 100 yılının nasıl şekilleneceğini yeniden tartışabileceğimiz bir düzleme gideceğiz. Ve soru şu Türkiye evet son 20 yıldır tarihin en karanlık günlerini yaşıyor. Ama Türkiye niye buraya geldi? Diyoruz ki 1920'lerden bu yana baktığımızda halkın gerçek temsilcilerinin siyasette yer bulamadıklarını egemenler tarafından dışarı atıldığını bilir.
Akıllarda kalsın diye söylüyorum; herkes Nazım Hikmetleri, Sabahattin Alileri, Deniz Gezmişleri, Mahir Çayanları, DİSK'i... Hatırlarız bunların hepsini. Bunlar yaşadıkları dönemde Türkiye siyasetine halktan yana büyük etkilerde bulunmuştur. Ama maalesef bizim ülkemizde egemenler bir yandan solu tasfiye eder, cezaevlerine atarak halkın sesini kısarak diğer yandan da adını koyalım tarikatlar eliyle cemaatler eliyle özellikle ABD emperyalizminin yönlendirmesiyle Türkiye'de sağcı iktidarları sürekli olarak var ettiler.
Mesele şu; biz sadece bir seçime gitmiyoruz. Sadece AKP ile Erdoğan ile hesaplaşma süreci yaşamıyoruz. Aynı zamanda önümüzdeki 100 yılda bu ülke nasıl bir ülke olacak sorusunu soruyoruz. Orada da net bir sonuç var ortada; siz bir ülkenin emekçilerini yok sayarsanız bir ülkeyi sağlıklı temellerde inşa edemiyoruz.