Haber: İrem Yıldırım
Yeni güç odakları arasında can çekişen bir yargı var, Bakan Gül'ün tarafında olduğu söylenen Hakyolcular (İsmailağa Cemaati) ve İstanbul Grubu (Erdoğan'ın avukatlarından oluşan) odaklı Pelikancılar arasında.
Ortada, İstanbul Grubu'nun Hakimler ve Savcılar Kuruluna (HSK) istediği atamaları yaptıramaması üzerine gün yüzüne çıkan bir 'yargı kaosu' bulunuyor. Sabah Grubu yoluyla 'FETÖ mücadelesinde yetersiz olmakla' Adalet Bakanı Gül'ün suçlanması ile başlayan kavga, Adalet Bakanı Gül'ün karşı cevap olarak "FETÖ'cülerle birlikte makbuleye kaşık sallama' çıkışını yaptığı gün İstanbul Grubu'nun rol alarak kapattırdığı Fettah Tamince dosyasını Erdoğan'ın 'oluru' ile yeniden açma hamlesiyle güç savaşlarını ve yargıdaki yapılaşmayı gözler önüne serdi.
Bugün (24 Ekim 2019), benzeri olmayan iki önemli HSK istifası yaşandı. Biri HSK Teftiş Kurulu Başkanı Yusuf Nadi Kolukısa diğeri ise HSK Genel Sekreteri Fuzuli Aydoğdu oldu.
YARSAV'ın kurucu başkanı hukukçu Ömer Faruk Eminağaolu; HSK'deki istifaları, yargı reformu adı altında yapılan 'düzenlemeleri', Yüce Divan'daki hukuk fakültesi mezunu olmayan yargıçları değerlendirdi.
23 Ekim'de saldırıya uğrayan Emiağaoğlu, koruma aracından sarkan kişinin arabasına yönelip yumruk attığını ve kaçtığını ifade ederken bunu 'güç gösterisi' olarak nitelendirdi. Eminağaoğlu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na şikayette bulunduğunu ifade etti.
Ayrıntılar için: YARSAV eski Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'na saldırı
17-25 Aralık operasyonlarını yürüten ve Ergenekon soruşturmasının firari savcısı Zekeriya Öz hakkında tutuklama kararı çıkaran Yunus Nadi Kolukısa ve FETÖ'ye yönelik birçok operasyon gerçekleştirmiş olan ve Zaman Gazetesi'ne el konulup kayyum atanması operasyonunu yürüten Fuzuli Aydoğdu'nun HSK'den istifa etmelerini nasıl yorumluyorsunuz? Sizce bu istifaların yargıdaki 'güç odaklarının' kavgası ile bir ilişkisi var mı?
HSK'de şimdiye kadar bu şekilde bir istifa yaşanmadı. Özellikle cemaatin etkisinin ortadan kaldırıldığı söylenilen dönemde yargı yargıya bırakılmadı. Tam aksine iktidar olabildiğince etkin bir şekilde HSK'de yapılandı ve etkisi altına aldı. HSK'deki işlemlerin hukuk içerisinde yürümediği konusunda hukuk dünyasında ve yargı camiasında genel bir düşünce oluştu. Yapılan işlemlerde de bu açıkça ortaya çıktı. HSK'de hukukçuların yapılan işlemlerdeki tedirginlikleri bu istifa işlemine yol açmıştır. HSK, hukuk çerçevesinde kalıp karar alması gerekirken olabildiğince gerekçesiz ve soyut gerekçelerle iktidarın etkisi altında işlemler yapmakta ve buna devam etmekte. HSK, yargıya güvence olan bir kurum olmaktan ziyade yargıyı iktidarın istediği bir biçimde yöneten bir kurul gibi hareket etmekte. Bu istifaları da bunların bir yansıması olarak değerlendiriyorum.
Bu durumu, İstanbul Grubu'nun İstanbul'dan tasfiye ettiği bilinen Hakyolcuların Bakan Gül eliyle boşalan mevkilere yerleştirilmek amacıyla gerçekleşen istifalar olduğu söylenebilir mi?
Her şey söylenebilir ama en acı olan şey Erdoğan'ın avukatlarının yargı üzerinde etkili olmasıdır. Bunu ifade etmek, dile getirmek bile son derece rahatsız edici ama yaşanan da bir gerçeklik. Erdoğan'ın avukatları HSK üzerinde etkili olması demek; Erdoğan'ın davaları veya yürüyen davalarda AKP'ye göre, Erdoğan'a göre yargının çok açıkça biçimlendirilmesi demek.
Yargıdaki bu güç savaşlarının sonucu olarak Yargı Reformu'nu ele alabilir miyiz? Sizce reform, bu güç savaşlarının, FETÖ ile 'mücadelenin', yargının tam anlamıyla ele geçirilmesinin bir yansıması mı?
İktidar yargıdaki sorunları, yaşanan sorunları çözdüğüyle ilgili bir tanıtım yaptı ve kamuoyunu ikna etmeye çalıştı ama baktığımızda 15 yasada değişiklik yapılmış. Bu 15 yasanın 11'i iktidarın bizzat kendinin çıkardığı ve değiştirdiği yasalar. Yargıya hangi dönemde nasıl biçim vermek istiyorlarsa, yargıdaki işlemlerin hangi dönemde nasıl yürümesi gerektiğini istiyorlarsa iktidar bunu her dönemde 'reform' adı altında gerçekleştiriyor. Şu anda da aynı şeyi yapıyorlar. Yaşadığımız sorunları asla çözmeyen, belli başlı konularda kişilere yeni haklar getirme ve bunu özellikle öne çıkararak, yargıda ciddi sorunların aşıldığı gibi bir izlenim yaratıldı. Asla ve asla buna reform denilemez. İktidarın sadece bugünü kurtarma, yargıdaki sorunları öteleme amacını taşıyan bir düzenleme oldu. İçeriğine de baktığımızda bugün yaşanan, öne çıkan çok ciddi sorunlara hiç dokunmayan bir düzenleme.
Yargı reformu sonucunda 'savcıların hakim gibi karar verebilecek olmaları' hakkında ne düşünüyorsunuz?
Basit yargılama usulü gibi, farklı yargılama türleri getiriliyor. Yargılama usulleri Türk Hukukunda, Kara Avrupa Hukukunda söz konusu olmayan Amerikan hukuk sisteminde geçerli olan hukuk kurallarıdır. Bunlar bizim hukuk sistemimizde yeni sorunlar ortaya çıkartacak.
Bunun gibi savcılık aşamasında en büyük sorun da yargılama ile soruşturma aşamasındaki tutuklama süresinin farklı düzenlenmesi ortaya çıkıyor. Soruşturma aşamasında tutuklama en çok 2 yıl ile sınırlandırılırken yargılama aşamasında bir sınırlama getirilmiyor. Tutuklama nedenleri soruşturmada da aynı, yargılamada da aynı. Oysa yargılamada da bu sınırın geçerli hale getirilmesi gerekirdi. İşte asıl savcı burada karar verici durumuna sokuluyor. Şöyle ki; bir örgüt soruşturmasında örgütün beyni olan kişi hakkında dava açmayıp elinde tutan bir savcı, bu kişinin tahliyesine neden olabilecek, iki yılı kendi evinde geçirdiği için. Ancak, hiç tutuklu kalmaması gereken bir kişi hakkında ise bir yıl içerisinde dava açarak onun mahkeme önünde uzunca bir süre tutuklu kalmasına yol açabilecek. Savcılık burada karar mekanizması haline getirildi. Tutuklamada karar merci mahkeme, yargılama ile soruşturma arasında tutukluluk asla ve asla süre olarak ayrılmamalı. Keyfi işlemlerin önüne geçmek için asıl mahkeme önündeki tutuklamalara sınır getirilmesi gerekirdi. Savcı bir örgütün ki bu örgütler özellikle son dönemlerde dinci örgütlerle ilgili yapılıyor, davayı açmayıp o kişiyi bekleterek o kişilerin tahliyesine yol açacak oluyor. Buna da bir şekilde zemin yaratıldı.
Ayrıntılar için: Yargı paketinde şok madde: Bundan sonra savcılar karar verebilecek
Anayasa Profesörü Kemal Gözler, Yüce Divan'da yargılama yapan mahkemelerdeki hakimlerin yarısının hukuk eğitimi almadığını açıkladı. Daha önce de hukukçu olmayan hukuk fakültesi dekanları hakkında bir açıklama yapmıştı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yargıçlık kuşkusuz bir hukuk eğitimi gerektiriyor, fakat ülkemizde hem adli yargı dolayısıyla yargıtay dışında hem idari yargıda hem anayasa yargısında hukuk eğitimi zorunlu olarak aranmıyor. Bunun sonuçları ciddi olarak sorunlar ortaya çıkarmakta. İdari yargıda ve onun üst yargısı olan Danıştay'da ciddi olarak sorunlar ortaya çıkıyor. İdari yargıda İdare Mahkemelerinde hukuk fakültesi dışındaki fakülte mezunları da yargıç olabiliyor. Danıştay'da ise iste dörtte biri hukuk fakültesi dışından Cumhurbaşkanı atama yapabiliyor. Ayrıca yerel yargıda hukuk fakültesi mezunu olmayanlar da Danıştay'a seçilebiliyor. Hukuk fakültesi mezunu olmayan bir Danıştay söz konusu. Anayasa Mahkemesinde ise, anayasadaki düzenleme itibarıyla hukuk fakültesi mezunu olma koşulu aranmıyor. Yargıtaydan seçilenler hukuk fakültesi mezunu ancak Danıştay'dan seçilenler hukuk fakültesi mezunu olmayabilir. Avukatlık kontenjanından gidenler dışında Cumhurbaşkanının yapmış olduğu atamalar hukuk fakültesi dışından olabilir.
Bu neden önemli?
Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan görevi yapıyor. Bakanları, Cumhurbaşkanını Yüce Divan sıfatıyla yargılıyor. Yüce Divan demek bir ceza mahkemesi demek. Ceza Mahkemesi demek çok açıkça ceza hukuku eğitimi almış olmasını gerektirir. Adli yargıya ve Yargıtaya baktığımız zaman sadece hukuk fakültesi mezunu olan yargıçların yaptığı bir işlem. Bir milletvekilini hukuk fakültesi mezunu olan bir yargıç yargılarken bir Cumhurbaşkanını hukuk eğitimi almamış bir kişinin nasıl yargılayabileceğini nasıl adil yargı gerçekleşebileceğini düşünmek söz konusu değil. Anayasa Mahkemesinin kuruluş amacının ötesine taşınmış durumda. Bu özellikle 2010 anayasa değişikliğiyle bu hale gelmiş durumda. Bir yargı reformu yapılacaksa işte öncelikle Anayasa Mahkemesi yapısından bu sürecin başlaması lazım. Anayasa Mahkemesi bir anayasal denetim yapıyorsa, hukuk, yargısal denetim yapıyorsa ki öyle mutlaka ve mutlaka yargıç kimliği hukukçu kimliği olan kişilerin oraya üye seçilmesi lazım.
Ayrıntılar için: Yüce Divan hukukçu olmayan hakimlere teslim
ADALET BAKANLIĞINA ATAMALAR
HSK'deki istifaların üzerinden 24 saat geçmeden AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla Adalet Bakanlığında atamalar gerçekleştirildi. Resmi Gazete'de yayımlanan atamaların, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'e yakın isimler olduğu belirtildi.
Yapılan atamalar şöyle:
- Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne, Yakup Moğul
- Hukuk İşleri Genel Müdürlüğüne, Hakan Öztatar
- Mevzuat Genel Müdürlüğüne, Niyazi Acar
- Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Genel Müdürlüğüne, Kasım Çiçek
- Personel Genel Müdürlüğüne, Mehmet Arı
- Bilgi İşlem Genel Müdürlüğüne, Ali Erdem
- Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne, Yılmaz Çiftçi
- Teftiş Kurulu Genel Başkanlığına, Cihan Yıldız
- Strateji Geliştirme Genel Başkanlığına, Ertuğrul Çekin
- İcra İşleri Dairesi Başkanlığına, Alim Polat
- Türkiye Adalet Akademisi Başkanlığına, Muhittin Özdemir
Yapılan 11 üst düzey atamanın ise HSK'deki kritik istifalar sonrası çıkan İstanbul Grubu (Pelikancılara yakınlığıyla biliniyor) ve Hakyolcular Grubu (Abdülhamit Gül ve İsmailağa Cemaatine yakınlığıyla biliniyor) arasındaki çekişme haberlerinin hemen üzerine gelmesi dikkat çekti.
HAKAN ÖZTATAR: Erdoğan'ın dünürü Bayraktar'a arabuluculuk daveti
Hukuk İşleri Genel Müdürlüğüne atanan Hakan Öztatar'ın adı, daha önce Erdoğan'ın dünürü Bayraktar'a arabulucuk daveti gönderilmesi üzerine gelişen olaylarda geçmişti.
Baykar Makina Sanayi ve Ticaret AŞ Yönetim Kurulu Başkanı ve Tayyip Erdoğan'ın dünürü olan Özdemir Bayraktar’a “zorunlu arabuluculuk” sisteminden gelen bir dava dosyası kapsamında “davet mektubu” gönderen arabulucu avukat Seher Okşar Kadırgan'ın başına gelmeyen kalmamıştı. Kadırgan hakkında Adalet Bakanlığı idari soruşturma başlatırken, savcılık ise dava açmıştı. Bunun üzerine avukat Kadırgan, konuyla ilgili yazılı bir açıklama yapmıştı.
Kadırgan'ın açıklaması şöyleydi:
"Arabuluculuk gruplarında 'bu olayın siyasileştirilmeye çalışıldığı' gibi cümleler kurulması üzerine bu açıklamayı yapma gereği duydum. Bu konu aslında daha ilk günden bizzat kurumlar tarafından siyasi hale getirilmiştir. Emniyet müdürü bana hesap sorarken, Arabuluculuk Daire Başkanı bir daha karşı tarafı aramamamı isterken, Savcılık ifade için çağırırken, adalet bakanlığı hakkımda idari soruşturma açarken, ofisime ihtarnameler gelip giderken ve nihayetinde ceza davası açılırken bu konu çoktan siyasi hale getirilmiştir. Ama görüldüğü gibi asla benim elimle değil. Değerli meslektaşlarım sormak isterim, bu konu ne zaman siyasi hale getirilmiştir?
Olay dallanıp budaklandıktan sonra ise, yine Kadırgan'ın açıklamalarına göre Hukuk İşleri Genel Müdürlüğüne atanan Hakan Öztatar, Kadırgan'ı arayarak "Karşı tarafta bir hassasiyet oluştuğunu ve bir daha onları aramamasını" söylemişti.
MUHİTTİN ÖZDEMİR: "FETÖ'yle aynı maklubeye kaşık sallayanlar" videosunu paylaşmıştı
Türkiye Adalet Akademisi Başkanlığına atanan Muhittin Özdemir'in ise kişisel Twitter hesabından Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'ün çok konuşulan "FETÖ'yle aynı maklubeye kaşık sallayanlar" videosunu retweetlediği görüldü.
YAKUP MOĞOL VE NİYAZİ ACAR: Kazandıkları hakim ve savcı adaylığı sınavına dava
1997 yılında yazılı ön elemeyi 90 puanla kazanıp mülakatta elenen Abdülvahap Karakuş, idare mahkemesinde açtığı davada "sınavın iptali" ve "yürütmenin durdurulması" talebinde bulundu. Sınavda kendisinden daha düşük puan alanların listesini paylaşan ve bu kişilerin imam hatip lisesi mezunu olduğunu belirten Karakuş, mülakatta kendisine sadece özgeçmişinin sorulduğunu ve mesleki hiçbir soru sorulmadığını belirtmişti. Yayımladığı listedeki isimlerden biri ise Yakup Moğol diğeri ise Niyazi Acar'dı. Bu iki isim de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın atama yaptığı isimler.
Ayrıntılar:
"RP'li Şevket Kazan'ın Adalet Bakanlığı görevine gelmesinden sonra yapılan hakim ve savcı adaylığı sınavında, kendisine sadece özgeçmişi sorulduğu halde sınavı kaybettiğini öne süren aday dava açtı. Yazılı ön elemeyi 90 puanla kazanıp, mülakatta elenen Abdülvahap Karakuş, idare mahkemesinde açtığı davada "sınavın iptali" ve "yürütmenin durdurulması" talebinde bulundu.
Dava dilekçesini dün Ankara Nöbetçi İdare Mahkemesi'ne teslim eden Karakuş, mülakat sınavına ilişkin değerlendirmenin, kamu yararı ve verimlilik kriterlerine göre değil, adayların siyasi görüşleri, RP'den getirilen referanslar ve İmam Hatip Lisesi kökenli olup olmadıkları durumuna göre yapıldığını öne sürdü.
Karakuş dava dilekçesinde, hakim ve savcı adaylığı sınavını kazanan kişilerin listesinin mülakat sınavından önce, Adalet Bakanı Kazan'ın danışmanlığını yapan RP'den istifa eden Rize milletvekili Şevki Yılmaz'ın kardeşi Aziz Yılmaz ile Kazan'ın müşavirleri Ömer İraz ve Ali İraz tarafından hazırlandığını öne sürdü.
Mülakat sınavında sadece özgeçmişinin sorulduğunu ve mesleki bilgiyi içeren herhangi bir soru sorulmadığını da belirten Karakuş, yazılı sınavda kendisinden daha düşük puan alan, buna rağmen sınavı kazanan imam hatip lisesi kökenli adaylardan tespit ettiği 37 kişinin ismini de başvuru dilekçesine ekledi.
Hakim ve savcı adaylığı sınavına ilişkin değerlendirmenin, kişisel gaye güdülerek yapıldığını savunan Karakuş, "kamu yararı" ve "verimlilik" ilkelerinin, keyfi ve hukuka aykırı şekilde uygulama ile zedelendiğini öne sürerek sınavın iptalini ve yürütmenin durdurulmasını istedi.
Karakuş'un dava dilekçesinde isimlerini verdiği İmam Hatip Lisesi kökenli adaylar şunlar:
Haluk Çalık, Muammer Çalık, Necati Kılıç, İsmail Sezgin, Kasım Tüten, Necmettin İlhan, Alaattin Bük, Hacı Mustafa Bük, Burhan Çöl, Niyazi Acar, Üsame Salma, Melike Bakan, Mehmet Demir, Hüseyin Gül, Ahmet Odabaşı, Zafer Özer, Rıfat İnanç, Yakup Moğul, Ahmet Yemenici, Suat Elit, O. Nuri Yiğit, İsmail Dağdevir, Ahmet Çakır, Ramazan Öksüz, Numan Kılıç, Cebrail Arvaz, Mehmet Sevim, Ahmet Kaya, Bayram Şen, Salih Aşkın, Osman Kaner, Fahrettin Karabıyık, Fatih Çiftçi, Yılmaz Akıncı, Osman Toprak, D. Fatih Kabasakal."