Açıkladığı enflasyon raporlarıyla TÜİK verilerine alternatif olan, Enflasyon Araştırma Grubu'nun (ENAG) kurucusu Prof. Dr. Veysel Ulusoy hakkında görev yaptığı Yeditepe Üniversitesi soruşturma başlatmış, TÜİK davalar açmıştı. ENAG'ın enflasyon oranlarını paylaşmasının ardından AKP tarafından hazırlanan yasa taslağına göre, kullanılacak metodolojiyi TÜİK’e onaylatmadan resmi istatistiklere alternatif olacak şekilde istatistik üreterek bunları yayımlayanlara 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası öngörüldü... İktisatçı Ulusoy, Twitter'dan "Çağırın TBMM'yi, açın kameraları, halk ve sizler canlı yayında izlesin" diye çağrıda bulunmuştu... 'Ekonominin Pusulası' adlı bir araştırma-inceleme kitabı kaleme alan Prof. Dr. Veysel Ulusoy, uzun bir aradan sonra ilk kez konuştu.
TÜİK'in açtığı davalar ne oldu?
Lehimize sonuçlandı...
Üniversite soruşturması...
Ben savunma vermedim biliyorsunuz. Üniversite reformu şart. Üniversiteler siyasetin güdümünden çıkarılmalı.
Bugünlerde çok konuşulan açlık sınırı hesabıyla başlayalım. Açlık sınırı nasıl hesaplanır, sizin hesabınız kaç diyor?
Açlık sınırı dört kişilik bir ailenin temel ihtiyaçlarını kapsayan bir parasal eşik noktasıdır. Örneğin peynir, yoğurt, tavuk eti, kırmızı et, balık, meyve, sebze ve bakliyat, un, ekmek, makarna ve pirinçten oluşan sepetin fiyatı ve fiyat değişimini ifade eder. ENAG olarak bunu ayrı bir endeks olarak vermiyoruz ama bu sınırın 12 bin liradan aşağıda olmadığını belirtmek isterim.
ENAG'ın rakamları çok tartışıldı... Bilimsel olmadığını söyleyenler var.
Hiç kusura bakmasınlar. TÜİK, 550 bin veriyle ENAG 7 milyon veriyle dinamik bir şekilde hesaplıyor enflasyonu. Enflasyon sepetinin yüzde 95'i üzerinden hesap yapıyoruz.
Siz enflasyon hesabını nasıl yapıyorsunuz, nasıl TÜİK'in bu kadar üzerinde bir rakama ulaşıyorsunuz?
ENAG karşılaştırma yapabilmek için TÜİK'in belirlediği 409 ana maddeli enflasyon sepetinin aynısını alarak ve uluslararası metodolojileri uygulayarak....
a. günlük, b. aylık ve c. yıllık enflasyonu dinamik bir kapsamda ayda 7 milyona yakın fiyat verisi ile hesaplamaktadır. Kullandığımız metodoloji matematiksel ve istatistiki olarak aynısı ve günlük bazdadır. Harvard Üniversitesi'nden Prof. Alberto Cavallo'nun kullandığı günlük enflasyon hesaplama yönteminin (pricestats.com) daha kapsamlısını kullanan ENAG'ın bulduğu enflasyon oranları Türkiye'de yaşanan durumu birebir vermektedir. Soruyu aslında tersinden sorarsak daha anlamlı olacaktır: Toplum bu bu kadar fakirleşirken, TÜİK nasıl olur da ENAG'dan çok daha düşük bir enflasyon oranına ulaşmaktadır?
Haklısınız, verileri doğru açıklamamak nasıl mağduriyet yaratıyor?
Yanıt çok açık. Türkiye'de raflar hariç değer oluşumu, başta da ücretler ve emekli maaşları TÜİK'in verdiği oranlara göre yeniden değerlendiği için, herhangi bir yanlış yani eksik enflasyon oranı halkın cebinden para almanın diğer yöntemini verir bize. Sadece bu da değil... Halk fakirleşir, raflar boşalmadığı için ekonomik krizden çıkışın önü kapanır... Kısaca halk fakirlik tuzağında kalıcı yerini alır.
'Pusula şubat 2018'de tam anlamıyla şaştı'
Kitabınızın adı 'Ekonominin Pusulası'... Pusula tam olarak ne zaman şaştı?
Sorunlar 2020 yılında başladı. Küresel emtia fiyatlarındaki kıpırdanmaya planlama ile yanıt vermemiz gerekirken biz "paramız var ki ithal ediyoruz" yaklaşımıyla, alaycı bir tavırla yanıt verdik. Bu lakayıtlık tarım başta olmak üzere tüm sektörlerde geçerliydi. Ama milli krizimizin başlangıç tarihi Şubat 2018 tarihinde başladı ve pusula tam anlamıyla o tarihten bu yana şaşmıştır. Finansal piyasalardan üretim sektörüne tüm alanlarda ekonomi tarihimizin en derin krizini yaşamaya, tecrübe etmeye devam ediyoruz.
Hem büyüyüp hem yoksullaşmak mümkün mü?
Fakirleştiren büyüme özellikle dışa açık ekonomilerde ihraç ettiğiniz birim değer ithalata göre sürekli düşerken ekonominizdeki büyümeyi ifade eder. Yani reel ekonomik büyüme ortadayken ihracat birim değeri ithalat birim değerine göre (diğer açıklama ile ticaret haddi) düşüyorsa daha çok yabancıya çalışıyorsunuz anlamına gelen bir süreç işliyordur. Son 5-6 yılda oluşan durum budur.
Kitabınızda bir bölümü, 'Çalışanı enflasyona ezdirmemek...' sözüne ayırmışsınız... Sizin sorduğunuz soruyu ben de size sorayım: Enflasyona ezdirmemek, sadece maaşlara, açıklanan resmi enflasyonun üzerinde zam yapmak mıdır?
Hangi enflasyonu baz aldığınıza bağlı. Resmi verilere göre enflasyon oranı olan yüzde 78'e göre mi yoksa halkın iliklerinde hissettiği üç haneli ve yüzde 200'e yaklaşan gerçek orana göre mi? Sadece bu da değil... Büyüme ve olması gereken refah artış hızını da göz önüne alarak eklemeleri de enflasyonun üzerine eklemek bir zorunluluktur. Esas itibariyle, bir ülkede "enflasyona ezdirmeme" yaklaşımı tamamen bir politik söylem ve fakirleşmeyi kabullenen örtülü bir yaklaşımdır. Bir ekonomide bu yaklaşım sıklıkla konuşulmaya başlanmış ise dengelerin çoktan bozulduğunun kanıtı da ortadadır. Enflasyona ezdirmeme temel olarak toplumu kalkınma ve büyüme alanlarında modern ekonomilere yaklaştırmadır.
'Türkiye hiçbir zaman açlık ve fakirliği konuşmamıştı'
Ekonominin bugünkü hali; 2001 kriziyle karşılaştırılıyor. Siz olsanız karşılaştırır mıydınız?
İçinde yaşadığımız fakirliği derinleştiren bir ekonomik buhrandır. Artık çoğu gösterge kriz tanımının üzerinde bozulmuştur. Ekonomimizde yaşadığımızı hiçbir kriz veya bunalımda Türkiye açlığı ve fakirliği konuşmadı... Hatta tüm olumsuzluklara rağmen. Buna ek olarak Türkiye tüm krizlerden iki çeyrek yani altı aydan sonra çarklarını işleten bir yapıya bürünmüşken yaşadığımız buhranda yaklaşık olarak beş yıl geçmiştir. Nedeni ise çok açıktır: isteyerek, planlı ve bilerek yaratılan ek değerlerin belirli bir gruba aktarılmasıdır. Detayı zaten kitapta mevcut.
Türkiye'de yapısal reform yapmak mümkün mü? Yapısal reform aynı zamanda bir zihniyet reformunu gerektirmiyor mu?
Yapısal reformların dinamik halini bir ekonomide görmek her zaman mümkündür. Bozulan tüm dengeleri aynı ada reforma tabi tutmak zor ama imkansız değildir. Bozulan hukuk, iş yapabilme ortamı dengesizliğini, işgücü piyasası dağınıklığını, mali sağlık ve komşularla yapılan dış ticaret konusunda tüm yapısal bozuklukları reforme etmek zor olsa da, zaman alsa da Türkiye'nin atacağı kaçınılmaz bir adım olacaktır. Zaten düze çıkmanın da tek yolu budur. Zihniyet zaten tüm bunların üstünde şemsiye niteliğine sahip bir olgudur... Hukukla beraber tabii...
Yurttaşın bu kadar borçlandığı bir zamanı hatırlıyor musunuz?
Finansal piyasalardaki bozukluğun çok derinleştiği şu dönemde yaşanan her kriz ya da buhranda hanehalkı borç oranı yükselmesi yanında, firmaların borçluluğu da inanılmaz seviyeleri yakalamıştır. Sadece bu da değil, hükümet de tüm ekonomi tarihinin en borçlu sürecini yaşamaktadır. Bu hem hacim hem de oransal olarak böyledir.
'Açlık etkisi ve acısı var'
Eskiden hatırlıyorum 'IMF'nin acı reçetesi' vardı. Bugün IMF yok, reçete yok, ama acı var... Nasıl aşılır?
Son bir kaç yıldan bu yana IMF'nin kapısının önünde beklediğimiz gerçeğiyle artık o acıya bile razı olduğumuzu düşünüyorum. Size kriz dönemlerinin en zorlu anlarında "el veren" IMF'nin şartlarının getirdiği ağırlık ve yapısal dönüşüm sonucunda ortaya çıkan olumsuzlukları kat be kat aşan bir milli ve yerli kriz ve onun en derin acısı ortadadır. Bugün IMF yok, reçete yok ama bugün bilinçli bir kaynak transferi ve onun yarattığı kalıcı fakirlik ve açlık etkisi yani acısı var. IMF'yi bir bakıma reddederek acıyı hafifletebilirsiniz ama yaşadığımız bilinçli acıyı bertaraf etmek çok uzun bir zaman alacaktır. Bunun yol ve yöntemleri başta yapısal reformlarda 16 alt başlıkta bulabiliriz.. Ama öncelikle temiz beyinlerin yönettiği bir yeni yapılanma gerekiyor.