Türkiye’den Merkel çıkar mı?

Gazeteci Mehmet Tezkan, Angela Merkel'in partisinin genel başkanlığını bırakarak siyaseti bırakmasını köşesine taşıyarak aynı şeyin Türkiye'de olup olamayacağını soruyor. İşte Tezkan'ın "Türkiye’den Merkel çıkar mı?" başlıklı yazısı...

Angela Merkel Almanya şansölyesiydi. 16 yıl Almanya’yı yönetti. Yeter artık dedi, partisinin genel başkanlığından ayrıldı, siyaseti bıraktığını açıkladı. Geçen ay yapılan seçime girmedi.

Girseydi büyük ihtimalle yine kazanacaktı.

Almanya’yı dört yıl daha yönetme ehliyetini alacaktı. Çok güçlüydü, rakibi yoktu.

Ama siyasete noktayı koymayı tercih etti.

Deutsche Welle’ye konuşmuş. Ne yapacaksınız sorusuna ‘kitap okuyacağım ve uyacağım’ demiş. Ve eklemiş; ‘Uzun yıllar boyunca önüme koyulan gündemle meşguldüm, her an hazır olmam gerekiyordu. Şimdi ise gönüllü olarak kendiliğimden ne yapacağım, ona bakacağım. Ancak bunu bulmak birkaç ay alır’

Yani birkaç ay dinlenecek sonra kurgulayacağı yeni bir yaşam!

Bizden de böyle bi siyasetçi çıkar mı?

Bu kadarı yeter diyebilen, kendi isteğiyle koltuğunu bırakan, yaşam tarzını değiştiren, kendiyle barışık, hobileri olan siyasetçi çıkar mı?

Kitap okumak için, kendi hayatını yaşamak için kulvar değiştiren siyasetçi var mıdır?

Ben bir kişi tanıdım. Tek örnek. Erdal İnönü.

1991 seçimlerinden sonra Demirel ile ortaklık kurdu. (DYP/SHP Koalisyonu) Demirel Başbakan kendisi Başbakan Yardımcısı oldu. Cumhurbaşkanı Özal’ın ani vefatından sonra Demirel Çankaya’ya çıkmak isteyince (o zamanlar Beştepe’deki 1100 odalı Saray yoktu, mütevazi Çankaya Köşk’ü vardı) benden buraya kadar dedi.

SHP Genel Başkanlığını ve Başbakan Yardımcılığı’nı daha doğrusu siyaseti bıraktı.

Çünkü, siyasetin dışında dünyası olan bir kişiydi. Seçim gezilerinde bile fırsat buldukça matematik/fizik problemleri çözerdi. Sanata düşkündü.

Rahmetli Bülent Ecevit de çok yönlü kişiydi, siyasetin dışında dünyası vardı. O dünyada sanat vardı, edebiyat vardı, en çok şiir vardı. Ama siyasetin palangasından ölene kadar kurtulamadı.

Bir röportajında; ‘en çok denize girmeyi özledim’ demişti. 17/18 yıldır ayağını suya sokmamış!..

Hayret etmiştim. Ülkenin dört bir yanı deniz, Ecevit gibi hayattan zevk alan bir lider denize girmeyi çok istediği halde fırsat bulamıyor.

Ankara’ya bağlanıp kalmış.

Biz de politikacılar genellikle siyasetle yatarlar siyasetle kalkarlar.

Yaşam boyu sürdürülen meslek olarak görürler.

Mesela merhum Demirel. Son nefesine kadar siyasetin içinde kaldı. Başka dünyası yoktu. Hasta yatağında son görüştüğü kişilerden biri yol arkadaşı Hüsamettin Cindoruk’tu.

İddiaya göre, Türkiye’nin gidişatı hakkında kaygılarını anlatmış.

Belli ki Cindoruk Demirel’in son günlerinde söylediklerini açıklamayacak. Belki bir yerlere not etmiştir, bir gün öğreniriz.

Batı da çok oluyor. Siyasetçiler çok rahat koltuklarını bırakabiliyor, çok rahat siyasetin dışına çıkıp başka hayata geçebiliyorlar.

Mesela eski İngiltere Başbakan’ı, Daha doğrusu Birleşik Krallık Başbakan’ı Cameron… 2005 yılında Muhafazakar Parti’nin Genel Başkanı oldu. 2010 yılında Başbakanlık koltuğuna oturdu. 2015 seçimleri öncesinde Avrupa Birliği’nden ayrılıp ayrılmamayı referanduma götürme sözü verdi.

Yeniden seçildi. Partisini tek başına iktidar yaptı.

2016 yılında söz verdiği gibi Birleşik Krallığı referanduma götürdü. ‘AB’den çıkmayalım’ diye kampanya yaptı.

Sandıktan AB’den ayrılalım kararı çıkınca başbakanlığı, parti genel başkanlığı ve siyaseti bırakarak köşesine çekildi.

İstese ‘milletin iradesine saygılıyım’ der o koltukta oturmaya devam edebilirdi.

İngiltere’de, Almanya’da ve demokrasisi gelişmiş diğer ülkelerde şu adet var. Seçimi kaybeden genel başkan anında istifasını sunuyor, koltuğunu devrediyor.

Hele hele hata yapan. Ülkeyi zora sokan, çıkmaza götüren, ekonomik krize neden olan siyasetçiler bir gün bile yerlerinde kalamıyorlar.

İki örnek..

Birincisi; üç seçim kazanarak İngiltere’yi 1979-1990 arasında yöneten Thatcher. Siyaseten en güçlü olduğu dönemde ülkenin gidişi kötü diyerek parti içi oylamayla azledildi. Başbakanlıktan ayrıldığında seçmen desteği hala yüzde 52 idi.

1987 seçimlerinde partisini tek başına iktidar yaptı ama 1992 seçimini göremedi.

İkincisi; yine İngiltere’den… Tony Blair. O da ülkesini 10 yıl yönetti. O da üç seçim kazandı. 1997, 2001 ve 2005 seçimlerini aldı. Irak işgalinde izlediği politika nedeniyle çok eleştirildi, çok yıprandı. Görev süresini tamamlayamadan istifa etmek zorunda kaldı.

Demokrasi dediklere bu işte.

Muhafazakar Teatcher’ın da, İşçi Partili Blair’ in de biletini partisi kesti. Ben hesabı sadece seçmene veririm demediler/diyemediler.

Bizde ise durum tam tersi. Genel başkanlar koltuklarına 404 ile yapışıyor. Partilerinin yetkili organları hesap soramıyor. Bırakın hesap sormayı soru bile soramıyorlar. Hazır ol vaziyetinde bekliyorlar!

Bu sebeple bizde demokrasi yarım yamalak oluyor.

Bu sebeple bizdeki yönetim biçimine liderler demokrasisi deniliyor. Gerçi rejim/sistem değişikliğinden sonra o bile denmiyor.

Tek adam rejimi deniliyor.

İstifasının birinci yılı nedeniyle aklıma geldi. Şu eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın kamu bankaları üzerinden sattığı 128 milyar dolar var ya. AKP’nin yönetim kadrosu MYK üyeleri MKYK üyeleri bu işi sorguladılar mı?

Bu işin aslı astarı ne diye merak ettiler mi?

Nerde…

Bir önceki Merkez Bankası Başkanı 128 milyar doların akıbetini öğrenmeye kalktı gece yarısı kendini kapının önünde buldu!

Şunu bilir şunu söylerim…

Seçmenden önce partilerin yetkili kurulları kendi genel başkanlarına, kendi bakanlarına hesap sormaya başladıkları…

Siyasetçilerin en güçlü oldukları dönemde bile bu kadar yeter kendi hayatımı yaşamak istiyorum diyerek köşelerine çekildikleri…

Ne yapacaksınız sorusuna kitap okuyacağım, sinemaya, tiyatroya gideceğim, ailemle vakit geçireceğim, bol bol denize gireceğim dedikleri gün…

Türkiye’ye demokrasi gelmiş demektir.

Türkiye’ den de Merkel çıkacak demektir.

Türkiye Haberleri