Türkiye İslamcılığı defnedilmeyi bekliyor

Bizim memlekette merkezi tutan sağ ve sol partilerin tabanları kürenin geri kalanındaki gelişmeler karşısında çok hassas değildir. Türkiye’nin merkez...

Bizim memlekette merkezi tutan sağ ve sol partilerin tabanları kürenin geri kalanındaki gelişmeler karşısında çok hassas değildir. Türkiye’nin merkez siyasetini takip eden geniş halk kitlelerinin dış politikayla ilgisi “komşuda neler oluyor” merakının ötesine geçmez. Uzak Asya’da yaşanan bir gelişme ne kadar çarpıcı olursa olsun, haber bültenlerine reyting kaygısıyla girmez. Girse bile yeterince ilgi çekmez. Ancak bu “kimse dünyayı takip etmiyor” anlamına da gelmez. Özellikle sosyalist sol gelenek dünyadaki gelişmeler karşısında daha duyarlıdır. 

İlginç gelebilir ama sosyalistlere benzer biçimde İslamcılar da Müslüman coğrafya ile sınırlı olsa bile Türkiye dışında yaşanan gelişmelere karşı reaksiyonerdir. İslamcı gelenek içinde özellikle İran, Filistin ve Afganistan tarihsel olarak takip edilir, oralardaki gelişmelere kulak kabartılır. Örneğin, 6 Eylül 1980 tarihinde Necmettin Erbakan’ın ünlü Konya Mitingi, İsrail’in Kudüs’ü ebedi başkent olarak ilan etmesinin ardından İslamcı genç kuşağın ne denli büyük reaksiyon verdiğinin en önemli delilidir. İstiklal Marşı’nın “Dinsiz devlet yıkılacak elbet” sloganlarıyla protesto edildiği, “şeriat isteriz” pankartlarının asıldığı, hilafet bayraklarının sallandığı son derece radikal bir görüntü verilir bu mitingde.

İslamcı çevrelerin bu heyecanının altında yalnızca Kudüs’teki gelişmeler yoktur, aynı dönemde İran’da İslamcılar iktidarı ele geçirmiş, İran’ın hemen doğusunda Afganistan’daki mücahitler Sovyetler Birliği’ne savaş açmıştır. Türkiye’de de Milli Selamet Partisi (MSP) giderek büyümeye, Milli Türk Talebe Birliği sempatizan sayısını artırmaya, İslamcı Akıncılar daha radikal eylemlere kalkışmaya başlamıştır. İslamcı hareket gençlik heyecanını yaşar 70’li yıllarda. 


Erbakan’ın yarattığı hayal kırıklığı

Ancak ünlü Konya Mitingi’nin 6 gün sonrasında gerçekleşen 12 Eylül Darbesi’yle birlikte yeni bir dönem açılır. Sayıları milyonu aşkın, radikal İslamcı genç militanların lider olarak tanıdığı Necmettin Erbakan tutuklanır. Şimdi ne olacaktır? İran’da Humeyni, Şah Rejimi tarafından tutukladığı zaman İran’daki şeriatçılar kefenleriyle yürümemiş miydi? Erbakan da muhtemelen darbe mahkemesinden direniş çağrısı yapacak, yüzbinlerce İslamcı genç böylece direnişe geçecektir. 

Beklenen olmadı. Erbakan bırakın direniş çağrısı yapmayı, savunmasının önemli kısmını laik cumhuriyet rejimiyle herhangi bir sorunu olmadığını kanıtlamaya ayırdı. Yıllardır, laiklik dinsizliktir diyen, Atatürk’ü deccal olarak gören İslamcı gençlere Erbakan’ın savunması tam bir hayal kırıklığı yaşatmıştı. Bu hayal kırıklığıyla birlikte İslamcı camia içinde kırılmalar baş gösterdi. Demokrasi yoluyla olmuyordu, MSP ve Erbakan bunun en büyük örneğiydi işte. Hem İran’da yaşanan İslami devrim de demokrasiyi kullanarak gerçekleşmemişti. Böylece 80’li yıllarda İslamcılar içinde daha radikal fikirler hayat buldu. İslami Cihat, Hizbullah, İbda-C gibi silahlı örgütlerin kuruluş tartışmaları 1980 sonrasında yaşanan bu gelişmelere dayanır. Aynı süreçte Türkiye’den umudunu kesen çok sayıda İslamcı genç, gözünü İran’a ve Afganistan’a dikmeye başlar. İslamcı dergilerin değişmeyen konusu Afganistan’da Sovyetler Birliği’yle savaşan mücahitlerdir. Yurtiçindeki ajitasyonların konusu da Afganistan’dır. “Kabil’de, Mezarı Şerif’te, Kandahar’da Müslüman kardeşlerimiz dinleri uğruna savaşırken, sen burada ne yapıyorsun” mealindeki bildiriler mahallelerde dağıtılır, Hizb-i İslami Hareketi’nin Lideri Gulbeddin Hikmetyar’ın fotoğrafları İslamcı dergilere büyük boy basılır.  

12 Eylül’den sonra toparlanma heyecanı

İşte bu gelişmeler karşısında Milli Görüş’ün 1980 sonrasındaki ilk partisi Refah, Hikmetyar’ı İstanbul’a çağırır. Partinin İstanbul il Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hikmetyar’la şahsen ilgilenir, belki de İslamcı gençliğin sempatisini kazanmak adına Hikmetyar’ın dizinin dibinde poz verir. Aynı yıl ABD Başkanı Ronald Reagan Beyaz Saray’da ağırladığı Afgan mücahitleri basın mensuplarına “Bu beyler, ABD’nin kurucu babalarının ahlaki eşdeğerleridir” şeklinde tanıtır. Sovyetler Birliği’ne karşı bir “kutsal ittifak” kurulmuş, Türkiye’deki İslamcılar da bu ittifaka destek olmaya başlamıştır. İslamcılar için 1980’ler altın yıllardır, bugünün aksine moraller yüksek, gelecek parlaktır. 70’li yıllarda hayali dahi kurulmayan iktidar yürüyüşü 80’lerde başlamıştır. 

Fakat Hikmetyar’ın İstanbul’a gelişinden sadece 4 yıl sonra Sovyetler Birliği dağılmaya başlar ve Afganistan’dan çekilir. Aynı yıl İran İslam Devrimi’nin lideri Humeyni ölür. İran, kendi devrimini ihraç planlarını rafa kaldırıp, sorunlarıyla baş başa kalır. Türkiye’deki İslamcılar da bu gelişmelere paralel olarak Türkiye’ye daha fazla odaklanmaya fırsat bulur. 1994 ruhu İslamcılara umut verir. Zaman, Türkiye’deki İslamcı gençlerin Afgan mücahitlere karşı duyduğu sempatinin üzerine küllerini bırakır ama kor içten içe hep yanar.

Mücahitlerin miadı doldu

Aradan yıllar geçer, Afganistan’da ABD’nin eğitip donattığı mücahitlerin kullanım ömrü dolar. 11 Eylül saldırılarından henüz 3 yıl önce Gazeteci Murat Yetkin, 1980’li yıllarda CIA Direktörü olan Stansfield Turner’a ABD’nin Sovyetler’e karşı İslamcılara verdiği desteği sorar. Her şeyi planlayan “üst akıl” radikal İslamcı hareketlerin tehlikesini görmemiş midir? Kızgın ve eğitimsiz militanların dünyanın başına bela olacağını farkına varmamış mıdır? Turner’ın verdiği cevap son derece ilginç; “Sovyetler’in bu kadar erken çökeceğini tahmin edemedik”. Ekonomilerini daha güçlü sandıkları Sovyetler’in 2000’li yıllara kadar dayanacağını öngörüyorlarmış. Emekli istihbaratçı, ABD’nin İslamcı militanları zayıflatma değil güçlendirme dönemine denk geldiği için işlerin kontrolden çıktığını söylüyor. 

Böylece 2000’li yıllardan itibaren radikal İslamcılığı soğutmak adına Ilımlı İslamcı hareketler desteklenir. Türkiye’de AKP iktidarı korunur, Mısır’da Müslüman Kardeşler desteklenir. Keza Büyük Orta Doğu Projesi’nden Arap Baharı’na uzanan politik hat, benzer bir operasyonun parçasıdır. Denebilir ki, Refah Partisi’nin yeniden toparlandığı 1980’ler İslamcı gençler için nasıl bir heyecan yarattıysa, benzer heyecan 2000’li yılların AKP iktidarında da yaşanır. Artık iktidar olunmuştur, şu askeri vesayet de bir sona erse… Ancak batının yanına yöresine yaklaştırmadığı dinci akımlar doğuda her zaman radikalleşme eğilimi barındırır. 2010’lu yıllar geleceğe umutla bakılan değil, iktidarı korumanın nimetten sayıldığı yıllara dönüşür İslamcılar için. Ekonomik krizler, darbe teşebbüsleri hizipler, toplumsal tabandaki erime… 
1980’li yıllarda Afgan mücahitler için yardım kampanyaları düzenleyen, dergiler çıkaran gençler bugün iktidar koltuklarını dolduruyor.

Hasta ardamı oynayan İslamcılık

Bu isimlerden Taliban’a karşı öfke duyan Türk kamuoyunu yumuşatmaya çalışan çaresiz açıklamalar dinliyoruz, okuyoruz. Gözlerinin önünde Tunus’ta Gannuşi’nin devrilmesine cılız sesler çıkaran Türkiye İslamcılığı artık 'Hasta Adam’ı oynuyor. Dünyanın hiçbir yerinde insanlığa faydalı bir örnek yaratamayan bu harekette 1980’lerin heyecanından eser yok. Ne yanı başlarında gelecek vadeden bir devrim, ne de iktidar olma hayalinin gençlerde yarattığı motivasyon…

Türkiye’nin muhafazakarları dahi dinsel bir rejimin tehlikelerini farkında. Ayasofya’nın cami yapılması da, Taksim ve Çamlıca camileri de beklenen heyecanı yaratmıyor. Hareketin liderinin hükmü zayıflamış, iktidar bloku çatırdamış, içinden Erdoğan’dan sonrasını planlayan güç odakları ortaya çıkmış durumda. AKP’nin ülkeyi İslamileştirme projeleri kamuoyunun bilincine çarpıyor. Emin olun iktidarı zorlayan bu bilinç, seküler kesimlerden çok, bizzat muhafazakar kesimlerin bilincidir. Yaklaşık 70 yıldır sürekli yükselen bir hareket olarak İslamcılık miadını doldurmuş, artık defnedilmeyi beklemektedir. Sadece eskinin henüz ölmediği, yeninin henüz doğmadığı bir ara rejimin sancılarını yaşıyoruz.

Türkiye Haberleri