Toplumsal gerçekliğimizin sorumlusunun iktidarın kutuplaştırıcı dili olduğuna ilişkin bir zan var. İktidar cephesi ise sorumluluğu muhalefetin sırtına yıkıyor, kutuplaştırıcı dili kullananın muhalefet cephesi olduğunu iddia ediyor. Hikaye şu; iktidar ve muhalefet temsilcileri, birbirlerine hitap ederken daha kibar olsa ya da en azından bayramlarda veya cenazelerde hiç değilse tokalaşsa, iki çift laf ederken tebessüm etse, toplum rahatlar, birbirine düşman olmaz.
Bu hikayenin dayanakları 2019’a kadar öyle ya da böyle savunulabilirdi. Ancak artık çok geç. Ortada kutuplaştırıcı dil değil, zorbalık, hukuksuzluk var. Toplumsal gerilimin kaynağı siyasetçilerin dili değil, bizzat yaşananlar.
Bugünden 2 yıl geriye gidelim. Tarih 31 Mart 2019… Tüm ülke ekranlara kilitlenmiş seçimlerin sonuçlarını bekliyor. İktidar, Ankara, Antalya, Mersin, Adana’yı kaybetmiş, büyük bir yenilgi yaşıyor. Gözler İstanbul’da… Sandıklardan çıkan sonuca göre 13 bin oy farkla Ekrem İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olmaya hak kazanıyor.
Hani, nerede hileciler?
Bir an için AKP’li yetkililerin yerine kendimizi koyalım. İstanbul’un kaybedilmesinin kolayca kabullenilmesi halinde, büyük bir yenilgi psikolojisi partinin tepesinden tırnağına kadar yayılacak, belki partiden kopmalar yaşanacak, bu psikoloji MHP’ye de sıçrayacak, belki İYİ Parti’ye transfer olan milletvekilleri olacak, kriz derinleşecek, muhalefet, yerel seçimlerden aldığı moral üstünlükle erken seçimi dillendirecek vs. vs… O halde seçimlerin şaibeli olduğunu, aslında partinin gücünü aynen koruduğunu hem partiye hem de halka izah etmek gerekir. Üstelik, bu durum siyasetin doğasında da var. Tarihimizde seçimleri kaybettiğini kabullenen lider sayısı az. Dolayısıyla, İstanbul seçiminin kaybetmediğini iddia etmek alışılagelmiş bir durum olduğu için olağan karşılanabilir. Alışageldiğimiz prosedür şudur; itirazlar yapılır, bu süre içinde parti tabanının morali yüksek tutulur ancak tepedeki kadrolar itirazlardan sonuç çıkmayacağını bilir. Sürecin sonunda, kriz dinamikleri soğur, aktüel siyaset kaldığı yerden devam eder. Bu süreç boyunca, siyasilerin dili yapay biçimde sertleşecektir elbette. Buna ‘kutuplaştırıcı dil’ demekte bir mahsur yok. Ancak bildiğiniz gibi hikayemiz böyle bitmedi.
İktidarın kontrol ettiği medya büyük bir kampanya başlattı. Akla hayale sığmayacak iddialar ortaya atıldı. Binali Yıldırım’a oy verdiğini seçmenin soyadından ve tipinden anlayan bazı FETÖ’cü sandık görevlilerinin, zarfları sandıktan çıkardığı bile söylendi. Somut bir delile de gerek yoktu üstelik. Hiçbir şey olmasa bile bir şeyler olmuştu. Bu bile anlaşılabilir. Burada bile “siyasetin en sığ örneklerinden birini izledik” diyebiliriz.
Ama bununla da sınırlı kalmadı. Yüksek Seçim Kurulu, hukukun tümüyle dışına çıkarak, zarfa giren 3 pusuladan 2’sinin meşru, sadece Ekrem İmamoğlu’na oy verilen pusulanın gayrimeşru olduğuna hükmetti.
Herkesin görüp kabullendiği hukuksuzluk
Koskoca İstanbul Seçimi tekrar edildi. Milyonlarca lira masraf yapıldı. Bu zamana kadar 31 Mart 2019 günü, hile iddialarına ilişkin tek bir soruşturma açılmadı. Hani hile vardı? Bari göstermelik bir soruşturmayla kamuoyu oyalansaydı! Ona bile gerek duyulmadı. Bugün, herkes, iktidarın beğenmediği bir seçimi, yargı eliyle tekrar ettirdiğini düşünüyor. Bu düşüncesinin de sağlam dayanakları bulunuyor.
Buna kutuplaştırıcı dil mi diyeceğiz? Toplumsal gerilimin nedeni iktidarın ya da muhalefetin kaba üslubu mu?
Bugüne dönelim. 1 milyonu aşkın üniversite mezunu iş arıyor ama bulamıyor. 30 yaşına gelen insanlar, ailelerinden harçlık alıyor. İş bulanlara verilen para ise harçlıktan farksız. Kiraların durumu ortada, faturalar cabası. Derken mazot, benzin zamları… 2020’de kaç kişinin intihar ettiğini açıklaması gereken TÜİK, 2 aydır ‘ölüm istatistikleri’ni açıklamıyor.
Kutuplaştırıcı dil değil, zorbalık var
Böyle bir bunalımın ortasında ‘TÜGVA Papers’ ortaya saçılıyor. Kimi TÜGVA yetkilileri, referans oldukları isimlerin hakim, savcı, kaymakam veya subay olmasını sağlamış. TÜGVA ise bu isimleri ve referanslarını iletişim numaralarıyla birlikte dosyalamış. Arıyorsunuz numaraları; Siz X kişi misiniz? Evet! Şu mahkemenin hakimi siz misiniz? Evet! Sizin referansınız şu Y kişi miydi? Konuşmak istemiyorum!
İletişim numaraları doğru, bulundukları mevki doğru, üstelik iddiaları da yalanlayamayan yüzlerce bürokrat, subay, yargı mensubu… Aynı yöntemi yine deneyelim ve kendimizi iktidarın yerine koyalım. Ne yapacaksınız? Bizde siyaset son derece yozdur. Elbette sonuna kadar bu vahim durumu reddedeceksiniz. Ne torpili, ne paralel yapısı! Hepsi yalan, iftira. Bunlar etki ajanlarının manipülasyonu! Muhalefet tek parti dönemine özeniyor.
Bunlara kutuplaştırıcı dil denip geçilebilir. Fakat gerçekliğimiz daha fazlası değil mi? Devlet mekanizmasının içinde TÜGVA’yı soruşturabilecek tek bir aygıt kaldı mı? Bu kadar insanı polis, asker, kaymakam, yargıç yapan bu gücün arkasında kim var diye soruşturabilecek tek bir mekanizma çalışabiliyor mu? Bunu gören, üstelik geçmişte FETÖ gibi bir örgütü deneyimleyen halk kesimleri, endişelenmekte haksız mı? Değil elbette…
Bu yüzden yaşadığımız şeye ‘kutuplaştırıcı dil’ deyip geçmek artık abes kaçıyor.