Elli yıl sonra tarih yazanlar Afganistan’da Taliban’ın yükselişi ile Türkiye’de devlet işlerine dinin sokulmaya çalışılmasını yan yana koymadan edemeyecekler. Öyle ya, Ortadoğu’da bile dini yasaların gevşemeye başladığı dönemde laik Türkiye’deki yönelim nasıl görmezden gelinsin.
Dünyanın akıntısına karşı kürek çekmek politik gelecek vaat eden bir iş değil elbette. Ancak son dinsel açılım Erdoğan iktidarı açısından bazı sorunları savuşturmak için üç sebeple işlevsel. Böylece Millet İttifakı’nın içindeki bir kısım muhafazakarları hareketsiz bırakılıyor, merkezdeki kemik kökten muhafazakar taban zinde tutuluyor, hedeflenen dini rejimin menziline doğru etkili bir adım daha atılıyor.
Saadet’in sessizliği, DEVA lideri Ali Babacan’ın ‘azgın azınlık’ söylemiyle muhafazakar tabana güvence vermeye çalışması açılımın Millet İttifakı üzerinde etkili olunduğunu gösteriyor. Kemik tabanı zinde tutmak ise oy kaybını durduramayacağını anlayan iktidarın en azından çevresinde sadık kitlesini tutmasını garanti altına alacak. İktidarın ideolojik menziline ulaşması için sandıktan çok sadık kitleyi sadık tutmak önemli.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın laiklik karşıtı fetvasını savunurken “Görüyorsunuz ortalığı ayağa kaldırıyorlar. İnançtan ayıklansın istiyorlar oraları adeta” demesi aslında Millet İttifakı aleyhine siyasi bir hamle yapma niyetinin açığa vurulmasıydı. Oysa o konuşma yapılırken ortalığı ayağa kaldıran bir muhalefet yoktu. Yani önceden olası bir tartışma planlanmıştı.
Peki neden cesaret geldi?
İktidar dine doğru bir önceki adımlarına 2020 temmuzunda Ayasofya açılışıyla başlamış ama aynı cesaretle devam edememişti. Dolar krizinin yaraları hala geçmemişken ekonomi tekrar kanamaya başlamış pansuman için Avrupa’ya dönülmek zorunda kalınmıştı. Bu sırada ihtiyaçlar karşılıklı hale gelmişti.
Avrupa Birliği’nin Türkiye ile birbiri ardına gelen krizleri yaptırımla cezalandırması beklenirken geçiştirmesini hatırlayın... Trump sonrasına hazırlık kapsamında erteleme kararı alınmıştı. Afganistan’dan çekilmek de Türkiye ile aynı pakette konuşuluyordu.
İki tarafın da birbirine ihtiyacı vardı. Avrupa daha fazla mülteci istemiyor, AKP daha fazla para istiyordu. Karşılıklı bağımlılık bağırlara taş basılıp beklemeyle sonuçlanmıştı. Durum hala buna yakın bir yerde tarif edilebilir.
Erdoğan iktidarının yönünü çevirdiği kamusal dinselleşmeye cüret edebilmesi ise Batı’nın Taliban’a yaklaşımında saklı. ABD şubat ayında Taliban’la anlaştığında bile kimse Avrupa ülkelerinin Taliban’ı tanımak için böylesine canhıraş kuyruğa gireceğini beklemiyordu; AKP iktidarı bile.
Erdoğan “Taliban inancımıza ters değil” derken, siyasal İslam'ın radikal kanadının da ılımlı tarafının da ABD tarafından desteklendiğini de aklının bir köşesinde tutuyor olmalı. Doğru, her akımın da ABD tarafından desteklenmeleri bakımından Taliban’la pek ters tarafları yok.
Soru şu ki Taliban’ın Kabil’de kadınları eze eze hükmetmesini ses çıkarmayan, hatta teşvik eden Avrupalılar AKP’nin daha da dinselleşmesine karşı çıkar mı? Soruya verilecek yanıtların doğru çıkma garantisi şu aşamada yok ama Ankara'daki iktidar acil iç politika ihtiyaçları şansını deniyor. Erdoğan iktidarının Taliban’ı tanımak için sıraya giren Avrupalılardan cesaret aldığı ortada. Taliban'ın Batı'da kabullenilen iktidarı ile Ali Erbaş'ın laikliğe bayrak açmasının art arda gelmesi tesadüf değil.
Zamanında NATO destekli 12 Eylül darbecileri eliyle Türk toplumuna siyasal İslam zerk edildi. Bu misyonun mirasçılarının Kabil Havalimanı’nda göreve talip olması da tarihsel bağları tekrar onarmak bakımından işlevseldi. Siyasal İslamın yeni sefer görev emrini yerine getirmesi, Allah’tan mümkün olmadı.
Bununla birlikte Batı’daki Taliban sevgisi ise son derece geçici görünüyor. İnsanlığın Suriye felaketinden sonra artık en demagog Batılı siyasetçiler bile seçmenleri siyasal İslamcılarla işbirliğine ikna edemiyor.
İktidar bu kez eşeğini sağlam kazığa bağlamadı, siyasi kumarını oynuyor.