Ekonomi, son derece sığ bir vasat içinde kamuoyuna sunuluyor. Karar verici konumunda olan halk kesimlerinin olan biteni anlamakta zorlanması nedeniyle demokratik düzen de akamete uğruyor. Örneğin, iktidar enflasyonun nedenini zincir marketlere yıkabiliyor ya da bir maliye bakanı, "dolarla mı maaş alıyorsunuz" diye sorabiliyor.
Bu nedenle Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun 28 Ekim 2021’de düzenlediği yılın son çeyreğine ilişkin Enflasyon Raporu Bilgilendirme Toplantısı’nda anlatılanları daha fazla insana duyurmakta fayda var. Ancak ekonomi literatürünün teknik kavramlarından arındırırsak bu dehşet verici sunumun detaylarına hakim olabiliriz. Çünkü bu toplantıda, bedelinin halka ödetileceği gaddarca bir ekonomik modelin soğukkanlı itirafını dinledik.
Toplantı yaklaşık 1,5 saat sürdü. Toplantının ilk 40 dakikasında Başkan Kavcıoğlu, daha önceden hazırlanmış yazılı metni okudu ve ardından sorulara cevap verdi. İlk soruyu CNN Türk’ten Gülşen Coşkun sordu. Coşkun, Merkez Bankası’nın para politikasına ilişkin daha fazla detay vermesini Kavcıoğlu’dan istedi. Cevap, önceki yazılı metinden daha fazlası değildi.
Başkan Kavcıoğlu cevabını bitirince, "Bir bayan bir erkek gidelim" diyerek sözü Bloomberg’den Çağan Koç’a verdi. Koç’un zorlayıcı sorusu şu şekildeydi; "Arz şoklarının geçici olduğunu söylediniz, diğer merkez bankaları gibi 'biz de bunu düşünüyoruz' dediniz. Ancak şu an dünyadaki bir çok merkez bankası faiz artırıyor. Bunun sebebi de küresel enflasyon yükseliyor. Emtia fiyatları artıyor, bizde kur artıyor, kapasite kullanımımız yüksek, enflasyon beklentileri bozuluyor. Bu ortamda hala faiz indirimi için sınırlı alan olduğunu söylüyorsunuz. Hangi ekonomik temellere dayanarak bunu söylüyorsunuz?"
Çağan Koç’un ne sormaya çalıştığını anlamak için öncelikle faiz ile enflasyon arasındaki ilişkinin Erdoğan’ın iddia ettiğinin tam tersi olduğunu bilmek gerekir. Bu öylesine bir gerçektir ki, ekonomi çevrelerinde Erdoğan’ın iddia ettiği gibi "Faiz düşerse enflasyon da düşer" diyen birine rastlayamazsınız. O kadar ki, Kavcıoğlu bile bu tezi açıktan savunamaz. Öylesine saçma bir tezdir ki bu, dünyada sadece Erdoğan’ın savunduğu bu tezle kapalı kapılar ardında alay edilir. Bir ekonomi profesörüne "faiz düşerse enflasyon da düşer mi" diye tuhaf bir soru sormak ayıp olduğu için bugüne kadar kimse Kavcıoğlu’na "Erdoğan’a katılıyor musunuz" diye sormadı bile…
Bu girizgahtan sonra Çağan Koç’un ne sorduğunu anlamaya çalışalım. Gazeteci diyor ki; tüm dünyada enflasyon yükseliyor. Bu nedenle merkez bankaları faiz yükselterek piyasalardaki para miktarını kısmaya çalışıyor. Çünkü faiz yükselirse, şirketler veya yurttaşlar bankalara gidip eskisi kadar kredi talep etmezler. Ancak bizde çok daha ağır koşullar olmasına rağmen siz piyasaya para pompalayıp paranızın değerini düşürüyorsunuz. Hangi ekonomik temellere dayanıyorsunuz. Başkan Kavcıoğlu, 2 dakikalık bir girizgahtan sonra soruyu şöyle yanıtlıyor; "Bizim en önemli problemlerimizden bir tanesi cari açık. Cari açığın kapanması noktasında önemli bir fırsat Türkiye’nin önüne gelmiştir. (…) Cari açık Türkiye’de uzun yıllardır, yüzde 5 hedeflenerek büyüme ve büyümenin finansmanı sağlanmaya çalışılmıştır. Büyümenin finansmanı için yurtdışı kaynak sorun olmuştur. Bu da Türkiye’de finansal istikrarla çelişkili bir durum olmuştur. Yani biz cari açığın kapanmasının üretimden geçtiğini düşünüyoruz (…) Çünkü şuna inanıyoruz, cari fazla verdiğimizde finansal ve fiyat istikrarını sağlamış olacağız."
Bu, alışageldiğimiz cevaplardan biri değildi. Zira Merkez Bankası’nın amacı cari açığı kapatmak değil, fiyat istikrarıydı. Bu cevapla birlikte salondaki heyecan artıyor. Yoksa Merkez Bankası’nın artık fiyat istikrarı gibi bir derdi kalmadı mı? Peki ya Merkez Bankası kanunu? Ya milyonlarca insan ne olacak?
Başkan, cari açığın bir sorun alanı olduğunu haklı olarak tespit ediyor. Ancak sorun şu ki, faizleri düşürerek bu köklü sorunun çözüleceğine inanıyor. Cevabının tercümesi de şöyle;
"Dünyada da tedarik zincirlerinde sorun yaşanıyor. Çin’den mal getirmek eskisi kadar kolay değil. ABD ekonomisi yavaşladı. Ticaret savaşları ve pandemi bu krizi büyüttü. Biz bu krizi bir fırsata dönüştürebiliriz. Eğer biz faizleri düşürürsek, sermayedarlar bankalardan kredi çekip yatırım yaparlar. Böylece üretimimiz artar ve ürettiğimiz ürünleri ihraç ederek cari açık vermeden büyürüz."
Başkan, sermayedarların ucuz para bulunca yatırım yapacağına, böylece üretimin artacağına inanıyor. Para ucuzlayınca, sermayedarlar kredi çekip, Türkiye’nin daha önce üretemediği teknolojik ürünleri üretmeye başlayacak. Yani, bu zamana kadar paraları olmadığı için araştırma geliştirme yatırımları yapmamışlar. Çağan Koç’un haklı olarak sorduğu 2'nci sorusuna geçelim; "Bunun (söz konusu politikadan bahsediyor) enflasyon yoluyla gelir eşitsizliğini artırıp, orta ve düşük gelirli kesimi her geçen gün daha da fakirleştirdiğini düşünüyor musunuz?"
Çağan Koç’un sorusu gayet açık. Kavcıoğlu bu soruya cevap vermiyor. Daha doğrusu, Çağan Koç, bu iki soruyu birbiri ardına soruyor ama Kavcıoğlu sadece ilkine cevap veriyor.
Evet! Milyonlarca insanı yoksullaştırmak pahasına, ekonomik temelleri zayıf bir planı devreye soktuk. Hepimizi fakirleştiren bir fikirleri var. Ya tutarsa diye bekliyoruz. Tutmazsa eski düzene devam. Peki ya ne kadar sürede anlayacağız göle çalınan mayanın tutmadığını? Kendi halkına böylesi hoyrat davranan bir politikanın sunumunda gazetecilerin sinirlerinin gerildiği de salonda esen soğuk rüzgarlardan anlaşılıyor. Milyonlarca insanın ekmeğiyle nasıl bu kadar kolay oynanabilir? Öfkelenmemek güç…
Böylesi bir ortamda Japonya’nın Nikkei Gazetesi’nden Sinan Tavşan soruyor; "Cari açıktaki dengelenmenin kurdaki dengelenmeyle geleceğini söylediniz. Bunun için bir zaman projeksiyonunuz var mı? Malum zor zamanlardan geçiyoruz, insanların alım güçleri etkileniyor, refah seviyesi düşüyor. Sonuçta bu, vatandaştan bir fedakarlık demek." Tavşan diyor ki, kendi halkınızı daha ne kadar süre yoksullaştırmayı düşünüyorsunuz? Salon dehşet içinde, ne zaman "yeter artık, vazgeçiyoruz" diyeceksiniz, görmüyor musunuz insanların halini? Kavcıoğlu aslında dramatik öğeler barındıran bu soruya, ekonominin teknik kavramlarının soğukluğuyla cevap vermeye çalışıyor, fırsatlar olduğunu tekrarlıyor ancak bir süre vermiyor. Yani daha ne kadar süre bizleri yoksullaştıracaklarını bilmiyoruz.
Hepsi sabit gelirli olan gazeteciler, meslekleriyle yurttaşlık görevleri arasında çatışmalar yaşarken Bloomberg’den Onur Ant alıyor mikrofonu; "Sayın Başkan, çok temel bir kafa karışıklığı yaşıyorum, tahmin diyorum ki bunu yaşayan salondaki tek kişi ben değilim. 8 senedir bu salona enflasyon raporları için geliyorum. İlk kez cari açığı kapatıp fiyat istikrarını yakalayabiliriz gibi bir sözlü yönlendirme duyuyoruz. Bunu şu yüzden sormak istiyorum. Artık Türkiye’nin yeni mottosu bu mudur? Eğer buysa, bunla ilgili ne kadar ayrıntılı çalışmalar yapıldı? Cari açığın kapanması eğer 3 sene 5 sene daha alacaksa sürekli ucuzlayan Lira’nın toplumun önemli bir kesiminin alım gücünü düşüreceği ve yıllarca devam edeceği anlamına geliyor."
Onur Ant’ın sorusu, sanırım bir tercümeye ihtiyaç duymuyor. Toplum olarak, ekonomi okur yazarlığımızın zayıf olduğu, birçoğumuzun gazetelerin ekonomi sayfalarını sıkıcı bulduğu ortada. Genelde, gündelik hayatımızı doğrudan ilgilendiren zam haberlerine ilgi gösteriyoruz ama o zamların nedenleri hakkında pek azımız düşünüyor. Bunu bilen ekonomi yönetimi, milyonlarca insanın açlığı üzerine, oldukça saçma temelleri olan bir tez inşa ediyor. Rahatlıkları, halkı manipüle edebileceklerini bilmelerinden kaynaklanıyor. Nasıl olsa şükredin diyen, çıkar telefonu göster diyen, dolarla mı maaş alıyorsunuz diyen, dış güçler diyen, o diyen, bu diyen bir vasatı hakim kılabildiler. Bu çılgınlığa dur diyecek bir mekanizma ise sistemimizde bulunmuyor. İçinde işçinin, memurun, çiftçinin, esnafın bulunduğu ve freni olmayan bir otobüsle sert virajları olan bir yola girildi. İçindekiler vaziyetin farkında değil, birbirleriyle kavga etmekle meşgul. Arabayı kontrol edenler ise arabanın içinde bile değil. Bir çocuğun uzaktan kumandalı arabayla oynadığı gibi oynuyorlar bu otobüsle…
28 Ekim’de Kavcıoğlu’nu dehşet içinde dinledik. Geçen sene 28 Ekim’de de Murat Uysal’ı dinlemiştik. Arada bir süre Naci Ağbal’ı dinledik. Bakalım seneye kimi dinleyeceğiz?