Minik Serçe.. Sezen Aksu.. Tam 6 yıl önce bir şarkıyı yorumladı.. Şimdi gündeme getirip gündemi değiştiriyorlar.. Olmuyor ama gündem sadece 2 gün birazcık yüzünü Sezen Aksu'nun şarkısına çeviriyor. Neymiş.. Hz. Adem ve Havva'ya hakaret edilmiş. 6 sene önce neredeydiniz demezler mi insana?
Sezen Hanım'ın başına gelenler beni 1930'lara, o dönemin atlarına, o dönemin ABD'sine götürdü..
Bir kitap çıktı.. Amerikalı yazar Horace McCoy imzalı.. Atları da Vururlar.. Orijinal adı They Shoot Horses, Don’t They.. Roman 1935’te yayınlandığında hiç ilgi görmedi. Fakirlikten gelen yazar Hollywood’un yolunu tuttu.. Şansını burada denemek istedi.. Raoul Walsh’ın Gentleman Jim (1942), Nicholas Ray’in The Lusty Men (Dehşet Meydanı/ 1952) filmlerinin senaryolarını yazdı. Olmadı ama. Beyaz perde de beceremedi..1955’te 58 yaşında kalp krizinden hayata veda etti. Horace McCoy ne yazık ki ölümünden sonra şöhreti yakaladı. 1950’lerin sonuna doğru Atları da Vururlar ile bir çok sinemacı ilgilendi. Hatta Charlie Chaplin de.. Eser daha sonra Sydney Pollack tarafından sinema film olarak çekildi.. Büyük yankı buldu.
Film, 1929’da Amerika’da yaşanan Büyük Buhran’da, krizden kurtulmak umuduyla bir grup insanın ödüllü bir dans yarışmasına katılmasını, ve onların trajik yaşam öykülerini anlatıyor.
Oyuncu Henry Fonda’nın kızı, romantik komedilerden bildiğimiz Jane Fonda, Gloria rolünden sonra karşı çıkışın da sembolü oldu. Aslında filmin ana omurgasını oluşturan "yaşamda kazananlar yoktur, sadece kaybedenler ve yaşama tutunmaya çalışanlar vardır." gerçeğidir.
1930’ların Amerika’sında büyük bir yoksulluk ve kıtlık yaşanır. Borsa spekülasyonlarından dolayı ülke büyük bir ekonomik buhrana savrulur. Halk sokaklarda yaşam savaşımı verir. Gloria (Jane Fonda) ve Robert (Michael Sarrazin) gibi yoksul gençler için tek çıkış yolu dans yarışmasına katılmaktır. Los Angeles Pasifik Balo Salonu’nda yapılan dans maratonunda bu ikili tanışır. Büyük ödül 1500 dolardır. Yaraya, açlığa, yoksulluğa çare olması için yeterli olur gözüyle bakıyor umudu yaşayan halk.. Yarışmada çiftler gece gündüz pes edene kadar orkestranın çaldığı müziğin ritmine uygun şekilde dans edecek..
Aslında şanslarını denemek için yarışmaya hücum edenler toplumun gerçek kurbanlarıdır. Bir emekli maaşı bile olmayan yaşlı denizci, şöhret peşinde koşan ama henüz üne kavuşamamış İngiliz aktris Alice, karnındaki çocuğuyla Ruby ve işsiz kocası James. Büyük bir enerji ve umutla dansa başlayan çiftler saatler ilerleyip günler, aylar geçtikçe tükenir.
Aslında bu vahşi yarış toplumu uyutmak ve gerçek gündemi perdelemek içindir. Dikkatleri başka bir noktaya çekmenin bir televizyon şovudur bu.. Pollack filmde senaryonun da desteğiyle düş kırıklığını açıkça ortaya koyar.. “Acımasız bir ekonomik kriz yaşıyoruz ancak hiçbir şey öğrenmiyoruz. Böylesine ekonomik krizlerden dersimizi almıyoruz" diyor Sydney Pollack.
Yarışmanın sunucusunu Rocky’i Gig Young oynuyor. Rocky'e göre bu bir yarışma değil, gösteridir, şovdur. Ne olursa olsun şov devam etmelidir. (Günümüzde televizyonlardaki yarışmaları düşünün. Hiç bir içeriği olmayan yarışma programlarını) Sonunda halk kazanmaz, kapitalizm kazanır. Zaten Horace McCoy’un bir çok eserinde bu umutsuzluk, kötümserlik vardır. Kaçış, kurtuluş yoktur.. Ve bu umutsuzluğun üzerinde gündemi daima güçlüler belirler her şey o gündeme göre şekillenir..
Şimdi anımsayalım Minik Serçe'nin şarkısını.. Her gün zam, her gün halkın fakirleşmesine dönük kararlar. Yoksulluğu bir sızı gibi gün gün yaşayan halk yığınlarının gerçek sorunları dururken bir şarkı sözü gündem oldu..
Bir parti lideri "serçeysen serçeligini bil" dedi.. Ah ah..1930'larda atları vurmuşlar serçenin mi gözünün yaşına bakacak bunlar. Yoksullar da şurada dursun; kasaptan et alacağına kuzu kessin..