Onur kelimesini en geniş anlamıyla felsefi bir ‘değer’ olarak tanımlarsak; Seçmen Türkiye’ye değer kattı da diyebiliriz…
Daha doğrusu; saygınlık kazandırdı…
31 Mart seçimleriyle gelişmiş demokrasilerin Türkiye’ye bakışı değişti. Uzun yıllardır zihinlerde yer eden Türkiye algısı paramparça oldu.
Türkiye bir gecede Ortadoğu ülkesi olmaktan çıktı, demokrasiyi içselleştirmiş ülkeler topluluğuna geri döndü…
En azından eşiğine geldi…
Bu seçimde iktidar partisi beklediği oyu alsaydı. Oy aranı yüzde 45/50 seviyesine çıksaydı. İstanbul, Ankara gibi büyük kentleri kazansaydı. AKP/MHP iktidarı ülkeyi kendi renklerine boyasaydı demokrasi notumuz kaç olurdu?
Batı demokrasileri bize nasıl bakardı?
Son derece başarısız bir yönetim var. AB ülkelerinin yıllık enflasyonu bizde aylık enflasyon olmuş. Çevremize bakıyorum; Rusya, Ukrayna, Ermenistan, Gürcistan, İran, Azerbaycan, Bulgaristan, Yunanistan… Hiçbirinde böyle bir enflasyon yok. Böyle enflasyon dünyada sayılı ülkelerde var. Türkiye ilk beşte…
Avrupa Birliği bölgesinde enflasyon yüzde 4,5’lerde. ABD’de yüzde 3’lere indi. Biz de maşallah yüzde 70’lerde… Gıda fiyatları dünyada yüzde 10 düştü bizde yüzde 72 arttı.
Adalet desen yerlerde sürünüyor. Her türlü mafya cirit atıyor. İnsanlar yoksul, insanlar aç, insanlar umutsuz. Gençler işsiz, gençler hayal bile kuramıyor.
Ekonomik kriz ekonomik buhrana dönüştü. Bu şartlarda seçmen ülkeyi bu hale getiren iktidara hala
oy verseydi, demokrasi adına yoksunluktan söz edilirdi.
Çünkü kötü yönetime oy vererek kötü yönetimin devamını sağlamak mantıkla bağdaşan siyasal davranış olamaz…
Eğer 31 Mart seçimlerinde böyle bir tablo ortaya çıksaydı, bu topraklarda yaşayan bizlere hiç de iyi gözle bakılmazdı.
Vatandaşlık kültürüne ulaşmadığımız, tebaa olmaktan kurtulamadığımız konuşulurdu.
İtiraz kültürünün yerleşmediği söylenirdi.
İnsanların kendi hak ve hukukuna, insanların kendi geleceğine sahip çıkamadığından bahsedilirdi.
Bu toprakların demokrasiden çok uzak olduğu, patrimonyal yapının hala sürdüğü, itaat ve biat kültürünün kırılamadığı anlatılırdı.
Batı’da üniversitelerde bu konuşulurdu.
Eleştirilemeyen yalnızca itaat edilen ‘kutsal devlet’ anlayışının sürdüğü, kutsal devletle bütünleşen iktidar yapısının da kutsal kabul edildiği, ülkeyi iyi yönetse de kötü yönetse de boyun eğildiği dile getirilirdi.
Tarikat geleneğiyle açıklayanlar da çıkardı. Şeyh ne derse doğrudur, karşı çıkılmaz, itiraz edilmez söylediklerine harfiyen uyulur anlayışının siyasete yansıması olarak kabul edilirdi.
Dünya siyasetinde seçmen olarak zaten pek de parlak olmayan yıldızımız tamamen sönerdi.
Ama tam ters oldu.
Türkiye’yi yanlış değerlendirmişiz diyenler var. Seçmenin oylarıyla parlamenter demokrasiden tek adam rejimine geçmenin bir yol kazası olduğu yavaş yavaş dilendirilmeye başlandı.
Seçmenin İslamcı tonu ağır basan otoriter rejimi sarsması, kırmızıya kaçan sarı kart göstermesi, bunu korkmadan, çekinmeden, cesaretle yapması Türkiye’ye değer kazandırdı.
Türkiye’ye dünya siyasetinde saygınlık getirdi.
Yanlış tanımışız dedirtti…