New York’tan Soçi’ye şahsım dış politikası

New York’taki BM Genel Kurulu’nda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 13 yıldır izleye geldiği, iki kelimeyle “çatışmacı ve keyfi” olarak...

New York’taki BM Genel Kurulu’nda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 13 yıldır izleye geldiği, iki kelimeyle “çatışmacı ve keyfi” olarak özetlenebilecek dış politikanın kendisini ve Türkiye’yi son kertede ne denli yalnızlaştırdığı acı biçimde tecrübe edildi.
Bu bakımdan Erdoğan’ın New York’ta ABD Başkanı Joe Biden ile görüşememesi, karşı karşıya kaldığımız karanlık tablonun tamamı hakkında kritik bir fikir veriyor. 
Bu arada, Erdoğan’ın New York’ta Biden’la bir araya geleceği yönünde bir beklenti, beceriksizce bir yönetimin neticesinde henüz Cumhurbaşkanı Türkiye’deyken yaratılmasaydı, sonrasında siyasi hasarı hiç de az olmayan bir yenilgi hissiyatına da yol açmayacaktı.
Lakin Erdoğan’ın günün sonunda yüz yüze kaldığı karanlık tablo “Biden hasarı”yla sınırlı değil.
Büyük resmi şöyle tarif etmek mümkün:
Söylemde ve eylemde Batı karşıtlığını dış politikasının ana sütunlarından biri haline getiren Erdoğan diğer taraftan Batılı liderlerle her fırsatta ikili görüşmeler yapmaya özel önem veriyor. İlk bakışta bu bir çelişki gibi görünebilir ama öyle değil; bununla amaçladığı, iç kamuoyuna ve seçmenine “krizlere rağmen kendisinin ve dolayısıyla yönettiği ülkenin göz ardı edilmeyecek kadar güçlü ve vazgeçilmez olduğu” mesajını vermek. 
Mamafih diyalektiğin temel yasası uluslararası ilişkilerde de çalışıyor, Erdoğan’ın Batı karşıtlığı Batı’da da Erdoğan karşıtlığını büyütüyor. Bugün artık Erdoğan’ın, sadece ülke içinde değil, dünyada da “Erdoğan karşıtlığı” diye bir sorunu var. Ve dışarıdaki sorun içeridekinden daha büyük, çünkü dünyadaki adı konmamış “Erdoğan karşıtları” güçlü konumlarda olabiliyorlar.  
Neticede, belli başlı Batı ülkelerinde Erdoğan’la ilgili olarak bir süredir gözlemlenen eğilim şu: Türkiye ile aralarındaki herhangi bir meselenin kendi açılarından çözülmesine hizmet etmeyen ama Erdoğan’ın iç siyasette işine yarayan eylem, söylem, girişim ve temaslardan kaçınmak. Bu eğilim, Batı’yla kavga ederek seçmenini konsolide etme fırsatını kendisine vermemek için Erdoğan’ın sert çıkışlarının muhatap alınmamasıyla ortaya çıkabiliyor. New York’ta görüldüğü gibi söz konusu eğilim kimi zaman da kendilerine bir faydası olmayacaksa Erdoğan’la görüşmemek şeklinde tezahür ediyor.
Erdoğan’ın şahsını hedef alan bu tarz muamelenin, nihayetinde Türkiye’nin itibarına ve menfaatlerine zarar verdiği aşikâr.
Türkiye’deki iktidarın fevkalade şahsileşmesi yüzünden, liderin duygulanımları söz konusu muameleye verilmek istenen tepkilerin şekillenmesinde ölçüsüz rol oynuyor.
Bu da olumsuz bir sarmal etkisi yaratıyor tabii.
Türkiye’deki Batı karşıtlığı ile Batı’daki Erdoğan karşıtlığı, birbirini besliyor. 
Misal, New York’ta Biden tarafından istiskale uğratıldığı duygusunu fazlasıyla dışa vuran Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin’le 29 Eylül’deki Soçi randevusu, “Amerika’ya misilleme” olarak okunmaya başlandı bile. Bir de Rusya’dan ikinci paket S-400 alımı konusunun Biden’ın vermediği randevuyla ilişkilendirilmesine yol açmak adeta tüy dikmek oldu. 
Halbuki iktidar, ikinci paket S-400 alımı için temasların sürdüğünü BM Genel Kurul toplantısından günler önce teyit etmişti. 
Erdoğan iktidarının dış politikası, en başından beri iç politikasının devamıydı, bugün de öyle. Ama Erdoğan’ın durumu değişti. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünü fırsat bilerek fiili başkanlık rejimini anayasallaştırarak hayatının en büyük stratejik hatasını yaptı. Tam teşekküllü bir sistem krizine yol açtı ve bugün artık “kemik” denilen seçmen tabanı da eriyor. Bu hatasının kurbanı olarak bugün geldiği noktada artık tek derdi var, o da ne yapıp edip iktidarda tutunmak.
Erdoğan’ın iç ve dış politikasını bu tek hedef tayin ediyor.
Bu nedenle, salim akıl gerektirse bile içeride oy kaybına neden olabilecek önemli ve gerekli dış politika adımlarını artık atması mümkün değil.    
Erdoğan, Putin’le buluşmak için Soçi’ye, ABD’den aradığını bulamamış, velhasıl sıkışmış, ülke içinde de faydalı dış politika sermayesini tüketmiş bir lider olarak gidiyor. 
Dış politikası fevkalade şahsileşmiş olduğu için Putin’le baş başa görüşecek. Tüm bunların sonucunda bir bedel ödeyecekse Türkiye, bu bedelin ne olduğunu yaşayarak öğreneceğiz.

Türkiye Haberleri