Ne işiniz olabilir acep Kabil’de?

Ankara, Washington ile anlaşarak Kabil Havaalanı’nın yönetimini üstlenseydi ve Afgan hükümeti Taliban’a karşı birazcık direnip üç günde değil de...

Ankara, Washington ile anlaşarak Kabil Havaalanı’nın yönetimini üstlenseydi ve Afgan hükümeti Taliban’a karşı birazcık direnip üç günde değil de üç ay sonra düşseydi neler yaşanacaktı?

Kabil Havaalanı’nda tanık olduğumuz insanlık trajedisinden hareketle soruyorum.
Hayal gücümüzü çalıştırmamız yeterli.
Geçenlerde, Türk-Amerikan ilişkilerine uzmanlık düzeyinde vakıf bir dostum sorunun cevabını verdi ve dedi ki, “Afganlar Kabil Havaalanı’nda Amerikan uçaklarının değil Türk uçaklarının peşinden koşacaklar ve havadaki Türk uçaklarının iniş takımlarından düşerek çakılacaklardı…
Bu feci manzaralar da dünyaya Türkiye’nin Kabil Havaalanı işgüzarlığının sonucu olarak yansıtılacaktı.
ABD ve Türkiye dahil NATO müttefiklerinin Afganistan’da kurdukları rejimin Amerikan birliklerinin ülkeden çekilmesi tamamlanmadan çökmesinde ülkem adına bir teselli buluyorum.
Taliban Kabil’e üç ay sonra girseydi, Türkiye Kabil Havaalanı’nda yaşanması mukadder faciadan ötürü uluslararası düzeyde muazzam bir siyasi itibar ve inandırıcılık kaybına uğrayacaktı. Neyse ki Amerika, hazırladığı son ile ülkemizden önce kendisi yüz yüze geldi.
Ankara Amerikalılarla anlaşabilir, Taliban’la da anlaşabilir; lakin, ait olduğu kültürün en karanlık ortaçağının temsilcisi Taliban’ın, üzerindeki kirli gömleği çıkardığına ve değiştiğine Afganları ikna edemez.
Manzaraya bakın: Taliban’ın zulmünden kaçmak için Amerikan uçaklarının altına yatacak kadar gözünü karartmış binlerce Afgan, Amerikalıların geride bıraktığı silahları kuşanarak Afgan başkentine giren Taliban ve 26 Ağustos’ta IŞİD’in “Horasan” kolunun Kabil Havaalanı’na düzenlediği kanlı terör saldırıları… 
Birkaç güne sığan bu hadiseler ABD’nin geride nasıl bir Afganistan bıraktığının resmini veriyor:
Durumu ve fıtratından ötürü Afganistan’ın tamamında egemenlik kurması mümkün olmayan, egemen olduğu bölgelerde de istikrar ve güvenlik sağlaması imkânsız bir Taliban...
Dolayısıyla parçalara bölünmüş, sürekli iç savaş halinde bir Afganistan...
Ve bu Afganistan’da, özellikle de Kabil’de etkinliğini artırması beklenen bir IŞİD-Horasan terör örgütü... 
Konunun uzmanları, Taliban’ın 1996-2001 arasındaki ilk iktidar döneminde Afganistan’da üslenen El Kaide ile olduğu gibi bu kez IŞİD’le de iyi ilişkiler içinde olmasının beklenemeyeceğini vurguluyorlar. 2015’te kurulan IŞİD-Horasan da El Kaide gibi selefi bir terör örgütü ama El Kaide’den farklı olarak alan tutma eğiliminde; bu nedenle Taliban’la çatışıyor.
Dahası, IŞİD-Horasan Türkiye’ye tehdittir. İstanbul’da, Haziran 2016’daki Atatürk Havalimanı ve 2017 yılbaşı gecesi terör saldırılarının arkasında bu örgüt vardı.
ABD ve NATO çekildikten sonra Afganistan artık uluslararası cihatçılar için çok daha cazip bir üslenme alanı haline geliyor. 
ABD Afganistan’ı ve buradaki binlerce cihatçı teröristi küresel ve bölgesel muarızları olan Çin, Rusya ve İran’la baş başa bırakıp gitti. Bu ülkeler Afganistan’ın sınır komşuları. Özellikle de Uygur meselesi yüzünden selefi terörizmin küresel hedefi haline gelme yolundaki Çin açısından durum fevkalade rahatsız edici olmalıdır.
İlaveten, öncelikle bu ülkelerin bir de “Amerikan silahları meselesi” olacak. 31 Ağustos tarihli Washington Post’ta ABD’nin Afganistan’a 20 yılda 24 milyar dolarlık silah ve askeri teçhizat aktardığı yazıyordu. Şimdi Taliban, Amerikan silahlarının arta kalanından bir kısmını parayı bastırana satacak. Yakında Avrasya coğrafyasındaki terör örgütlerinin modern Amerikan silahlarıyla donandığını göreceğiz.
Özetle, arkasına Katar’ı da alarak, Taliban’dan Kabil Havaalanı’nda görev isteyen Ankara’yı bekleyen Afganistan işte böyle, kaotik ve tehditlerle dolu bir ülke. 
Davulun sesinin uzaktan hoş geldiği gibi, iktidar müteahhitlerine Afganistan’da parasını Katar’ın ödeyeceği projeler dağıtmak da öyle.
Ayrıca Taliban derken, bir tane Taliban yok; Paştun aşiretlerinin farklı biçimlerde değişen etkileri altındaki “Talibanlar” var. Velhasıl, Taliban’ın tamamını memnun ve mesut etmek de zor. 
Biz yine de kolay anlaşılır olmak için “Taliban” demeye devam edelim. Ama bu Taliban’ın bir müesses nizam kuramayacağını da öngörelim. 
Bu Taliban, Kabil Havaalanı’nın güvenliğini Türkiye’ye bırakmak istemiyor. Taliban’a göre Türkiye, havaalanının sadece teknik işlerinden ve yönetiminden sorumlu olmalıymış. 
Peki Türk personelin güvenliği Taliban’a emanet edilebilir mi? Elbette ki hayır; gaflet içinde bile olsa Türkiye’deki iktidarın buna evet diyeceğini sanmıyorum.
İşte Afganistan’ın bu şartlarında Ankara’nın Kabil Havaalanı görevine arzuyla talip görünmesinin salim akıl ve mantıkla açıklanabilecek, gerçekten de ikna edici nedenleri var mıdır?
İktidarın kendince ikna edici makul gerekçeleri varsa, bunları en yetkili ağızdan henüz duymadık. Kabil Havaalanı görevi Türkiye’nin güvenliğine ve halkının refahına ne gibi bir katkı sağlayacak ve bu katkı ülkeyi tehlikeye atmaya değer mi, bu bir zaruret midir, gerçekten bilmek isterdik.
Madem bizzat iktidar merakımızı gidermiyor, o halde iktidarın aynasına, yani medyasına bakmak gerek.
Açıkçası, iktidarın aynasında da kafa karışıklığı değilse okuru aptal yerine koymanın, ikna edici argüman bulmak hususunda kifayetsizliğin ve hatta gafletin mevcut olduğunu görüyorum.
Kafa karışıklığı değilse okuru aptal yerine koyma halinin çarpıcı örneği Sabah gazetesinin internet sitesinde 1 Eylül’de servis edilen “haber”in başlığına yansımıştı: “Bir devrin sonu! 20 yıllık Afganistan işgali bitti”.
İlahi Sabah! Bu bir işgalse, AKP Türkiye’si Kabil’de 2002-2015 arasında konuşlandırdığı askeri birliği ve “eyalet yeniden inşa timleri” ile de bu işgalin her bakımdan parçası değil miydi? Eski Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’in Kabil’de “NATO Afganistan Kıdemli Sivil Temsilcisi” olarak görev yaptığı 2003-2006 yılları arasında “CeHaPe” mi iktidardaydı?
Yine Sabah’tan bu kez bir köşe yazısı... Şebnem Bursalı imzalı yazının başlığı, “Afganistan’da ne işimiz var diyenlere...” olunca okudum tabii. Ben de ne işimiz olduğunu merak ediyorum çünkü.
Yazarın temsil ettiği görüşe göre, Babür İmparatorluğu ve Gazneliler’in Afganistan’da kurulması, Mustafa Kemal Atatürk’ün henüz 1921’de “Türk-Afgan Dostluk Anlaşması”nı imzalaması bugünkü Afganistan’da işimizin olmasının tarihsel argümanı...
ABD, Hindistan, Çin, Rusya ve İran arasındaki büyük oyunu kontrol etmek” de stratejik amaçmış.
Yazardan Afganistan’ın “Ortadoğu’dan sonraki en büyük enerji kaynaklarına sahip olduğunu” öğreniyoruz. Doğru değil sanırım ama ekonomik argüman da bu.
Hiçbir ikna edici değil. Kof argümanlar.
Ve geliyoruz zurnanın zırt dediği yere. Şu cümlelere dikkat:
Bütün bunların haricinde, dünya uyuşturucu ticaretinin yarısının Afganistan’da döndüğü gerçeğini unutmayalım. 5 milyar dolarlık bu ticaret bu topraklarda üretiliyor ve ABD’liler ilaç sanayiine milyarlarca liralık uyuşturucu madde teminini burayı kontrol ederek yaptı.
“5 milyar dolarlık uyuşturucu”, Şebnem Bursalı’nın şahsi olarak kapıldığı bir “Afganistan cazibesi” midir, doğrusu bilmek isterdim. İktidar medyasının “amiral gemisi” Sabah’ta bir köşe yazarı Kabil Havaalanı görevi için “uyuşturucu argümanı”nı ileri sürerse, ülkesinin uluslararası itibarı için kaygılanan bir vatandaş olarak ben, bunun o yazarın şahsi görüşü olmasını tercih ederim.
Diğer taraftan Katar destekli medyaya mensup iktidar yandaşlarının da dillendirdiği, artık sıradanlaşmış argümanlar da var; “Havalimanında olmanın siyasi güç getirmesi, Taliban’la Batı arasında arabulucu rolü oynamak” gibi.
AKP Türkiye’sinin yıllardır izlemiş olduğu yanlış ve saplantılı dış politika sonucunda dünyada genel anlamda siyasi güç yitirdiği ve bu nedenle “güç açlığı” çektiği doğru.
Umarım iktidarın bu açlık duygusu Türkiye’yi yakın geçmişteki hatalarının tekrarına sürüklemez ve Afganistan’da belanın içine sokmaz.
Tabii bir de iktidarın dile getirmek istemediği, saklı tutulan bir “ideolojik argüman” var ki, o da Taliban’a duyulan utangaç muhabbettir. 
Derindeki meselemiz de bu. 
Türkiye ne yapıp etmeli “Taliban destekçisi” olarak görünmemeyi başarmalıdır. 
 

Türkiye Haberleri