14-28 Mayıs 2023 seçimlerinde alınan sonuçların muhalefette ve tabanında bir travma etkisi yarattığı görülüyor; hayal kırıklığı, öfke, umutsuzluk, yılgınlık, küskünlük, içe kapanma eğilimi gibi dramatik duygu dalgalanmaları da bu travmanın sonucu.
Ben ise iyimserliğimi her zamanki gibi koruyorum.
İktidar bu seçimden gücünü tazeleyerek çıkmadı. İri görünebilir ama diri değil.
Bu seçimin sonucu, Türkiye’nin kötü yönetilmekten kurtulamaması oldu. Bu rejimin karakteri, “Cumhurbaşkanlığı Kabinesi”ndeki her türlü değişimi kozmetik olmaktan öteye gitmemeye mahkûm ediyor.
Ve işte bu nedenle, hemen şu önümüzdeki köşenin ardında bekleyen ilk sadmeden sonra, siyasetçisiyle, seçmeniyle ve entelektüeliyle muhalif toplumun üzerine çökmüş bu olumsuz halet-i ruhiye dağılacak... Değişim isteyenler siyasetle yine verimli bir etkileşime girecekler ve tarih, bu iktidar üzerindeki kesin hükmünü eninde sonunda icra etmek üzere akmaya devam edecek.
Bundan hiç şüphem yok.
Diğer taraftan 14-28 Mayıs’taki demokratik değişim fırsatı kullanılamadığı için önümüzdeki dönemde ülkemizi daha zor günlerin beklediği de aşikâr.
Artık karşımızda değişime karşı direnmekten başka bir çaresi kalmamış, kendisini zorbalığa mecbur etmiş ama kırılganlığı da bu nispette artmış bir iktidar var.
Buna rağmen Türkiye’nin sadece refaha ve çağdaş uygarlığa erişmek için değil, Türkiye olarak kalabilmek için de demokrasi ve hukukun üstünlüğünü tesis etmekten başka bir alternatifi hâlâ yok.
Mamafih, bu uğurda Türkiye’nin ödeyeceği gerçek ve ciddi bedellerin eskisine göre hacim ve ağırlıkça bir hayli artmış olduğu görülüyor... Hal böyle iken 28 Mayıs akşamı sonuç belli olur olmaz muhalif toplum cenahında başlayıveren “seçimin bedelini ödetme” tartışmalarından yansıyan bir “duygudurum bozukluğu” ile akıl ve mantık dairesinde uğraşmak icap ediyor. Seçim sonucunun bedeli ödetilecekse, bari doğru bedeller gerçek sorumlulara ödetilsin de ülkeye bir faydası dokunsun.
Kılıçdaroğlu’ndan başkası olabilir miydi?
Bu bakımdan öncelikle vurgulanması gereken, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı’nın ortak cumhurbaşkanı adayı olmasını seçim sonuçları vesilesiyle bir kez daha tartışmaya açmanın ve bir bedeli bu bağlamda ödetme çabasına girişmenin vakit ve enerji israfından başka bir şey olmadığıdır.
Nedeni çok basit: Siyasetin doğası Kılıçdaroğlu’ndan başkasının aday olmasına izin vermezdi de ondan.
Kılıçdaroğlu 2014’ten bu yana Erdoğan iktidarına karşı en geniş ortak payda zemininde ittifaklar oluşturma stratejisini izliyordu ve bu, başarısı 2019 yerel seçimlerinde ispatlanmış, geçerli bir stratejiydi.
Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı’nın mimarıdır, kurucu aklının yarısından fazlasıdır.
Demokrasiyi ve güçlendirilmiş parlamenter rejimi hedefleyen bir siyasi ittifak, önce onun ve sonra İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in liderliğinde adım adım, ilmek ilmek kurulmuş, altı benzemez bir ortak hedef etrafında bir araya getirilmiş, rejim değişikliğinin mutabakat belgeleri, anayasa taslağı, hükümet programı ortak çabayla yazılmıştır.
Bütün bunları başaran CHP Genel Başkanı’nın, kendisinin cumhurbaşkanı seçilemeyeceği kaygısıyla, parti lideri ya da genel başkan yardımcısı olarak ittifakın inşasında çalışmamış bir siyasetçi lehine adaylıktan feragat etmesi söz konusu olabilir miydi?
“Altılı Masa” sadece bir seçim ittifakı değildi, hedefi rejim değişikliği olan kurucu bir ittifaktı ve bu hedef cumhurbaşkanına kuruluş aşamasında tarihsel görevler yüklüyordu. Bu görevin ifası, sırf daha popüler diye bahse konu misyonu ne ölçüde sahipleneceği belirsiz bir siyasetçiye terk edilemezdi.
Bir de “Kılıçdaroğlu kendi adaylığını dayattı” diyorlar...
Bu şartlarda dayatmayıp ne yapacaktı?
Kılıçdaroğlu’nun alternatifi yoktu
Kılıçdaroğlu’nun adaylığı lehine öne sürdüğüm siyasi argümanlardan bağımsız olarak, Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş’ın kendisine karşı alternatif oluşturma ihtimalleri farklı nedenlerden dolayı zaten bulunmuyordu.
İmamoğlu, otoriter iktidarın siyaset yasağı koydurarak İBB’yi geri almak ve olası cumhurbaşkanlığı adaylığının önünü kesmek için kendisine karşı hukuk dışı hamlesini yapıp beklemeye geçmesi dolayısıyla denklemden düşürülmüştü.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın ise bu sert kampanya şartlarına uygun bir aday olmadığı da herhalde artık herkes tarafından görülmüştür.
“Kazanacak aday” söyleminin manasızlığı
Ayrıca, “kazanacak aday olmadığını” iddia ederek Kılıçdaroğlu’nun adaylığına öncesinde karşı çıkmanın anlamsızlığı günün sonunda nihayet idrak edilmiş olsa gerektir. Kılıçdaroğlu kazanamayacak aday olsa oyların yüzde 48’ini alabilir miydi?
Bu sonuç, zamanında Kılıçdaroğlu’nun adaylığına “Alevi adayın kazanamayacağı” iddiasıyla itiraz etmenin temelsizliğini de gösteriyor.
Neticede, Kılıçdaroğlu’ndan başkası Millet İttifakı’nın adayı olamazdı ve Kılıçdaroğlu pekâlâ kazanabilirdi.
1946 seçimlerindeki açık oy gizli tasnif rezaletinden sonra çok partili hayatımızın en şaibeli, en adaletsiz, siyaseten en ahlaksız, en kirli seçimi de olsa, Kılıçdaroğlu bu seçimi kazanma potansiyeline sahipti.
Tartışmayı doğru bir bağlama oturtmak gerekiyor.
Kılıçdaroğlu’nun adaylığını değil, aday olarak yaptıklarını ya da yapamadıklarını tartışmalıyız.
Ve bütün bunların hem CHP’yi hem de Millet İttifakı’nı ilgilendiren siyasi sonuçları elbette olacaktır. Önemli olan bu muhasebe süreçlerinin Türkiye’nin demokratikleşme umuduna zarar vermeden, rasyonel biçimde yönetilmesidir.
Kılıçdaroğlu’nun yüzde 50’nin üzerine çıkamamasının birçok nedeni var, bunlardan bazıları Kılıçdaroğlu’nun kampanyasındaki “stratejik yığınağın” en başından itibaren yanlış yerde yapılmasıyla ilgili, bazıları da Millet İttifakı’nın bünyesindeki zaafların sonucu.
Bunları değerlendirmeyi sonraki yazıya bırakıyorum.