İktidar yargısal yığınağını yapmış, İstanbul’u düşürmek için alesta bekliyor.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na siyaset yasağı getiren 14 Aralık 2022 tarihli mahkûmiyet kararı, uygulamaya konulmak için istinaf (bölge adliye mahkemesi) ve Yargıtay’ın onamasını gerektiriyor sadece.
Kritik eşik, cumhurbaşkanı seçiminin 28 Mayıs’taki ikinci turu...
Erdoğan bu seçimi kaybederse, yargıdaki baki gücünü kullanarak İmamoğlu mahkumiyetinin onanmasını sağlaması hiç de kolay olmaz.
Ama Erdoğan iktidarda kalır ise kolay olacaktır; siyaseten uygun görecekleri bir tarihte İmamoğlu aleyhindeki kararın onanmasını sağlayacaklar. Bu süreç normalde bir ila bir buçuk yıl sürüyor ama pekâlâ hızlandırabilirler. Onamanın ardından, çoğunluğu Cumhur İttifakı’nın elindeki İBB Meclisi’nin kararıyla bir AKP’li “İBB Başkanı” ilan edilecek. Bu kişinin de Esenler Belediye Başkanı Tevfik Göksu olması bekleniyor.
Bir de malum, 2024 yerel seçim yılı.
İktidarını korumuş bir Erdoğan, bunun muhalefet cephesinde muhtemelen yol açacağı dağınıklık neticesinde “Saraçhane ruhu”nun bir süreliğine ya da kalıcı olarak ortalıktan çekilmesini bekleyecek ve bu sayede rahat hareket etme fırsatını kaçırmayacaktır.
Daha da derinleşmesi mukadder bir ekonomik krizin seçmen tabanını kemiren ortamında İBB’yi 2024 yerel seçimlerinde “demokratik” yoldan alabilmek için iktidarın burayı önce anti-demokratik biçimde ele geçirmesi icap ediyor.
İstanbul’u ne kadar kazanmak?
Demokratik bir Türkiye’de İstanbul’u kazanan Türkiye’yi de kazanırdı.
Bu saptamanın bir tarihsel temeli vardı.
İstanbul’da meydana gelen bir siyasi gelişme eninde sonunda tüm Türkiye’ye yansırdı.
Çünkü İstanbul bütün Türkiye’nin rol modeliydi. Her alanda eğilimler İstanbul’dan doğar Türkiye’ye yayılırdı, İstanbul’un benimsemediği herhangi bir eğilim ise yerel kalmaya mahkûm olurdu.
Demokrasiden fersahlarca uzaklaşmış günümüz Türkiye’sinde ise, İstanbul’u kazanmak Türkiye’yi de kazanmaya yetmiyor.
İstanbul’u kaybetmek, İstanbul’da geriye düşmek ise muhalefet ve seçmeni açısından baş edilmesi güç bir travma olur.
Muhalefetin 28 Mayıs’taki ikinci turda İstanbul’da 14 Mayıs’ta kazandığından çok, daha çok kazanması lazım.
23 Haziran 2019’da iktidarın tekrar ettirdiği yerel seçimde olduğu gibi ya da ona yakın bir seviyede...
Her seçim genel seçim
23 Haziran 2019 yerel seçimi ile 28 Mayıs’taki ikinci turu karşılaştırmak, elmalarla armutları toplamak olmuyor. Çünkü AKP iktidarında artan kutuplaşma ve İstanbul’un bu dönemde ortaya çıkan hemen bütün sorunların en ağır şekilde hissedildiği metropol olması, bu şehirdeki seçimlerin karakterini belirler hale geldi. Yerel ya da genel seçimlerin taşra kentlerinde seçmen tercihleri açısından fark yaratan özellikleri İstanbul’da önemini yitiriyor. İstanbul’da her seçim “genel seçim” havasında geçiyor.
31 Mart 2019’da malum, Ekrem İmamoğlu AKP’li rakibi Binali Yıldırım’a 13 bin oy fark atarak kazanmıştı. Erdoğan 8 Nisan’da, “Bu kadar az bir farkla seçim kazanılması halkı rahatlatmaz. 13-14 bin oy farkla bir seçimi kazandım havasına kimsenin girmeye hakkı yoktur” demiş ve YSK’nın seçmen iradesini hiçe sayarak 6 Mayıs’ta seçimi iptal etmesiyle sonuçlanan sürecin sözde siyasi argümanı böylece oluşmuştu.
23 Haziran’da tekrarlanan seçimi İmamoğlu, rakibi Yıldırım’dan küsuratıyla birlikte 806 bin 459 oy fazla alarak kazandı; aralarındaki fark yüzde 0,25’ten yüzde 9,22’ye çıktı.
İmamoğlu’nun 31 Mart 2019 seçiminde yüzde 48,80 olarak gerçekleşen oy oranını 23 Haziran’da yüzde 54,21’e çıkarmasının en önemli nedeni, seçmenin sandığa attığı oyunun yok sayılmasını genellikle affetmediği ve bunu yapanı sandıkta cezalandırdığıydı elbette. Kısacası “mağduriyet faktörü”...
Partisi CHP’nin siyasi ve ideolojik hudutlarının ötesine erişebilen, güçlü kampanyacı Ekrem İmamoğlu’nun ve onun şahsında, ona oy veren seçmenin de kendisini mağdur hissetmesiyle oluşan bir dinamik...
Küçük farklar sayesinde
Bu ruh hali o zaman küçük farklar meydana getirmiş ve bunlar bir araya gelerek 806 binlik o büyük farkı oluşturmuştu:
31 Mart’ta yüzde 83,88 iken 23 Haziran’da yüzde 0,56 artarak yüzde 84,44’e çıkan katılma oranı ki geçerli oy sayısında 200 binlik bir artış meydana getirmişti...
Ya da AKP’li Binali Yıldırım’ın marttan hazirana 214 bin kadar azalan oyu...
Ve Saadet Partisi’nin 103 binden 47’e bine gerileyerek İmamoğlu lehine farkın büyümesine neden olan oyları...
İşte bunlar gibi, 28 Mayıs 2023’te muhalefetin yaratacağı küçük farkların sonuçları büyük olabilir.
İktidar düşüyor, muhalefet yatay seyirde
İstanbul’da iktidar karşısında muhalefetin oyları 23 Haziran 2019 Yerel Seçimi’ndeki oy patlaması hariç tutulursa 2018’den beri aşağı yukarı aynı seviyede, yüzde 48-49 bandında seyrediyor.
“Muhalefet” derken Millet İttifakı ve HDP (2023’te Emek ve Özgürlük İttifakı) oylarının yüzde toplamını kastediyorum. Şöyle kaydedilmiş: 2018’de yüzde 49,82 (Cumhurbaşkanı), yüzde 48,86 (Milletvekili); 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde yüzde 48,80.
14 Mayıs’taki milletvekili seçiminde yüzde 48,62 ve cumhurbaşkanı seçiminde de Kılıçdaroğlu yüzde 48,56 almış.
İktidar ise 2018’de İstanbul’da az farkla önde: Erdoğan yüzde 50, Cumhur İttifakı yüzde 50,86 almış.
2018’den itibaren iktidarın oylarında istikrarlı bir düşüş eğiliminin başladığı göze çarpıyor.
31 Mart 2019 yerel seçimlerinde AKP yüzde 48,55’le ilk kez gerisine düşüyor.
14 Mayıs’ta Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun 1,88 puan gerisinde kalarak yüzde 46,68 almış; Cumhur İttifakı da yüzde 46,37 ile iki muhalif ittifakın toplamından 2,25 puan geride tamamlamış. Beş yılda dört buçuk puanlık bir kayıpları söz konusu.
Yüzde 90,53 katılım yetmez
2019’da İstanbul’da muhalefetin yelkenlerini şişiren, İmamoğlu’nun yaşanmış mağduriyetiydi. Şimdi ise cumhurbaşkanı seçiminin kaybedilmesi halinde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’na ve ona oy verenlere yaşatılması mukadder olan bir mağduriyet söz konusu.
Muhalefet 28 Mayıs’ı her yerde olduğu gibi İstanbul’da ve ama belki de en çok İstanbul’da, Erdoğan ve kriz kaynağı tek adam rejimi garabetinin oylanacağı bir referanduma çevirmeye mecbur.
İstanbul’un tercihi Türkiye’nin medeni ve demokratik ülkeler arasında bir geleceğinin olduğuna dair inancın korunması bakımından kritik.
Bunun için de 14 Mayıs’ta Türkiye ortalamasının üç buçuk puan üzerinde, yüzde 90,53 olarak kaydedilen seçime katılım oranının daha da artırılması şart. Muhalefetin bu maksatla seçmeninin tamamını yeniden sandığa götürdüğü gibi, oy kullanmayan seçmenin ruhunda ve zihninde, 28 Mayıs’ta sandık başında olmaları için alarm zillerini çaldırması gerekiyor.
Yoksa her şey çok kötü olabilir.